Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Amerikalı “neo-con”-Türk “neo-İttihatçı” izdivacı

(...)

Türkiye’deki “ulusalcılık” cereyanının, Amerika’da kimlerin “cephanesi” olduğunu, bizzat Amerikalıların kendileri ortaya koydu. Bu isimlerin başında, Richard Perle geliyor. Bir dönemde, “Karanlıklar Prensi” lakabıyla adıyla anılan Richard Perle.

Washington’da yıllardır ciddiyeti ve dikkate değer yorumlarıyla temayüz eden Türk gazeteci Ali Aslan, “Today’s Zaman” adlı İngilizce gazetede yayınlanan “Hating old Europe, Loving old Turkey” (Eski Avrupa’dan nefret, Eski Türkiye’ye aşk) başlıklı yazısında, AB’nin mi yoksa, Perle’in ve Amerika’da temasta olduklarının mı pusulayı şaşırdığından emin olamadığını belirtiyor.

Ali Aslan’ın “ironisi”, Richard Perle’ün başını çektiği neo-con’ların belirli bir kanadının, yönetim kademesinde, Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in yanısıra “Godfather”ı ya da “kirvesi” sayılan eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in “eski Avrupa” diye tanımladığı AB’ye kızgınlığına karşılık, bu ekibin, Türkiye’de tedavülden çoktan kalkması gerekenlere duydukları muhabbete işaret etmesi.

Zira, Perle, Türkiye’nin AB hedeflerine, “sivillerin asker üzerinde üstünlüğü”nü beraberinde getireceği için soğuk bakarken, AB’yi bir yandan da, Kuzey Irak’a müdahale etmemesi için Türkiye üzerinde baskı uyguladığı iddiasıyla eleştiriyor.

Richard Perle’ün, Türkiye’nin Kuzey Irak’a askeri müdahalesinin ateşli bir savunucusu olduğunu, kısa süre önce bir toplantıda kendi kulaklarımla işitmeseydim, Ali Aslan’dan okuduklarımın isabetinden belki bir kuşkuya kapılırdım. O da zaten şöyle yazmış: “Şimdi Perle’ün ve Michael Rubin gibi ahbaplarının Türk askeri içindeki şahin unsurlar nezdinde niçin bu kadar popüler oldukları için bir neden daha olduğunu görebiliyorum.”

Washington’da ciddi hiçbir çevrenin ciddiye almadığı Michael Rubin’in kısa bir süre önce İstanbul’da Harp Akademileri’ne davet edilip, konuşma yaptırıldığını, bu vesileyle not edelim.

Ve, Ali Aslan’ın yazısının, bence, en ilginç şu satırlarını aktaralım:

“Perle’ün Türk yönetici laik establishment’ı içindeki dostları kendisine şunu söylüyor olabilirler, ‘İslam ve Kürtleri kendi bildiğimiz yoldan halledelim ve AB sürecini durduralım ki, Ankara her zaman ABD’nin ve NATO’nun bir kalesi olarak kalsın.’ Eminim ki, bunlar kendi aralarındaki özel konuşmalarında, AB üyelik seçeneği ortadan kalktıktan sonra Çin ve Rusya gibi ülkelerle ittifaka gitmeyi ciddi ciddi tartışıyorlar. Perle’ün kendisi, ya fena halde aldanıyor veya Washingtonluları aldatmaya çalışıyor.”

Nitekim, Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı, eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ile eski MGK Genel Sekreteri, emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’ın birkaç hafta önce Berlin ve Londra’da yaptıkları “AB-karşıtı”, “Rusya ile ittifak yanlısı” konuşmaları hatırlarsak, yukarıdaki değerlendirmenin hiçte boş ve haksız olmadığı sonucuna kolayca varabiliriz.

(...)

Referans, 30 Haziran 2007

Cengiz ÇANDAR

01.07.2007


 

Ağar: ‘AKP’nin başörtüsü istismarını bitireceğiz’

Dün Demokrat Parti Genel Başkanı Mehmet Ağar’la Celal Bayar Köşkü’ndeki çalışma odasında “baş örtüsü” konusundaki açıklamalarını tartıştık...

Sorum çok net ve kısaydı:

“Seçimlerden önce türban konusunu gündeme getirmeniz dinin siyasete alet edilmesi anlamında bir siyasi rüşvet değil mi?”

Yanıt aynen şöyle oldu:

“Ben hiçbir zaman türban sorunu olarak bakmıyorum konuya... AKP bu ‘baş örtüsü’ meselesini yıllardır siyasi malzeme olarak kullanıyor. Eğer bu konuda toplumsal barışı sağlayacak bir çözüm yolu bulamazsak, daha da kullanacaklar. Çünkü özellikle Anadolu’da böyle oy topluyorlar. Biz kamu hizmeti veren kişilerin baş örtüsü kullanmamaları konusunda bir taviz vermiyoruz. Ama başta üniversite öğrencileri olmak üzere, kamudan hizmet alanlara yasak uygulamaya devam ettiğimiz sürece bu sorunu çözemeyeceğiz. AKP de konuyu hep canlı tutarak ‘değerler’ üzerinden siyaset yapmaya devam edecek. Oysa artık bunları aşmalı ve Türkiye’nin terör, işsizlik, iç ve dış borçlar gibi temel sorunlarına odaklanmalıyız.”

Sayın Ağar’a, “Peki sizin bu yaklaşımınız demokratik, laik bir hukuk devletinden yana olan ve Cumhuriyet Mitingleri’nde ANAVATAN’la birleşmeniz için bastıran kitleleri rahatsız etmeyecek mi? Yığınsal bir oy kaybına uğramaktan çekinmiyor musunuz” diye de sordum...

Yanıtı, “Halkımız zaten yıllardır böyle bir ayırım yapmıyor. Baş örtülü-baş örtüsüz kadınlarımız birlikte dolaşıyor, çalışıyor. Sorunu yaratanlar, bunun üzerinden siyasi nema uman siyasilerdir. Bizim bu formülümüz onların oyunlarını bozacak” oldu...

‘BİZ AF ÖNERMEDİK!’

İnsan Mehmet Ağar’la görüşme olanağı bulur da “düzovada siyaset” sözünü ve bunun DP’de açtığı yarayı sormaz mı?

Ben de sordum... İşte yanıtı:

“Diğer partiler o açıklamamı çarpıtıp sanki teröristler için af önermişim gibi bir hava yarattılar. Oysa ben Güneydoğu sorununun çözümünün siyaset sahnesinde bulunmasını önerdim. Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı açıklamalara baktığınızda aslında benim önerimin destek bulduğunu göreceksiniz. Yoksa ben hiçbir zaman ‘Eli kanlı adamlar siyaset yapsın’ demedim; yıllarca kelle koltukta terörle savaşan bir insan olarak böyle bir şeyi de söyleyemem. Zaten affın yararına da inanmıyorum. Hele hele AKP’nin teröristlere çıkardığı örtülü affın sonuçları ortadayken...”

MUMCU NEREDE?

Ve elbette ANAVATAN’la birleşme konusunu da konuştuk... Ağar tabanda birleşmenin tüm hızıyla devam ettiğini, iki partinin birçok il ve ilçe örgütünün seçim propagandası faaliyetlerini omuz omuza sürdürdüğünü, zaten listelerinde birçok ANAVATAN’lıya ilk sıralarda yer verdiklerini söyledi ve “Birleşme seçimlerden hemen sonra tamamlanacak” dedi.

Bunun üzerine, “Madem birleşeceksiniz, o zaman neden Erkan Mumcu’yla birlikte fotoğraf vermiyorsunuz? Örneğin sizin masanızın karşısında neden Sayın Mumcu’nun da bir masası yok? O neden seçimlerden sonra birleşecekleri partinin gücünü artırmak yerine yurt dışı gezisine gitmeyi tercih etti?” dedim.

“Aslında bu konuyu düşünmedik” diye başladı sözlerine ve şöyle bitirdi:

“Ama iyi fikir... En kısa zamanda bunun kendisiyle görüşeceğim. Sanırım sıcak bakacaktır.”

‘ÜÇÜNCÜ PARTİYİZ’

Ağar’la olası seçim sonuçlarını da konuştuk... Asla baraj altında kalmak gibi bir korkularının olmadığını, çok güvenilir kuruluşlara yaptırdıkları anketlerden hep üçüncü parti olarak çıktıklarını, MHP’nin ve Genç Parti’nin ise şu anda ciddi bir baraj sorunuyla karşı karşıya olduğunu belirtti. DP’nin oy oranının şimdilik yüzde 11-12 civarında olduğunu ama seçime kadar çok daha yukarılara çekeceklerini söyledi.

***

DP’nin Meclis’e girmesi çok sesliliğin sağlanması için gerçekten önemli...

Ama bu Ağar’a yetmiyor... O, çok daha fazlasını istiyor.

Vatan, 30 Haziran 2007

Mustafa MUTLU

01.07.2007


 

‘Yüzbaşıdan sonra binbaşı’

‘İstanbul Ümraniye’de bir gecekonduya 13 Haziran’da yapılan baskında 28 el bombası, TNT kalıpları ve fünyeler bulunmuştu.

Patlayıcı maddelerin emekli Astsubay Oktay Yıldırım’a ait olduğu belirlenmişti. Oktay Yıldırım’ın, Danıştay Saldırısı’nda adı geçen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ile arkadaş olduğu ortaya çıkmıştı. Muzaffer Tekin tutuklanmıştı. Patlayıcıların, Cumhuriyet gazetesine atılanlarla aynı olduğu ortaya çıkmıştı.

Muzaffer Tekin sorgusunda, baskında ele geçirilen dokümanların başında yer alan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ni emekli Binbaşı Fikret Emek’ten aldığını söyledi. Bunun üzerine Fikret Emek ile bağlantılı Ankara ve Eskişehir’deki 3 eve önceki gece eş zamanlı baskın düzenlendi. Fikret Emek’in annesine ait olan Eskişehir’deki evde çok sayıda patlayıcı madde ve silah ile karşılaşıldı. Aynı evde yakalanan emekli Binbaşı Fikret Emek gözaltına alınarak İstanbul’a gönderildi.” Posta gazetesi-Eyüp Kelebek/DHA

Ümraniye’deki gecekondu baskınının akabinde tutuklananlarla ilgili YAYIN YASAĞI getirildi biliyorsunuz: ÇOK KOCAMAN KOCAMAN NEDENLERLE.

Ama Danıştay Baskını’na ismi karıştı diye esefinden (kendi) kendini, kalbinden bıçakla(n)mış olarak bir hastane kapısına bıraktırmış bulunan Muzaffer Tekin’in (yani bu Ümraniye Ekibi’nin) dosyası da, Danıştay Baskını dosyasıyla birlikte değerlendirilecek.

Böyle bir karar alındı.

Oysa, “Hatırlar mısın bilmem; aylar geçti üstünden”- O baskını gerçekleştiren Alparslan Arslan TÜRBAN YÜZÜNDEN yaptığını söylemişti baskını. Yani çok dinine imanına bağlı bir avukattı; Danıştay Kararları’nı türbana dair içine sindiremiyordu. Gidip bir üyeyi öldürmüş, birkaçını yaralamıştı.

Kız kardeşleri türbanlıydı; müfettiş olan babası filan ‘gururluydu’: Mahkeme giriş çıkışlarında oğullarının ne denli ‘haklı’ ve ‘cefakâr’ olduğuna dair sloganlar haykırıyorlardı. Arabasına da (hemen bulunması için) bir Vakit gazetesi yerleştirilmişti.

Bu iğrenç suikastle ilgili verilmek istenen mesaj (anlaşılan) şuydu: “Bu ‘irtica yanlıları’ gider, Danıştay’ı da basar, böyle fanatikçe/kanlı eylemleriyle memleketimizin huzuruyla oynarlar. Aman dikkat laikçiler: Bilelim. Bilenelim.”

Sonra Alparslan Arslan ‘meczup’ ayaklarına yattı. Habire akıl sağlığı kontrolleri talep etti, muhtelif olaylar çıkarttı mahkemesinde.

Ama Muzaffer Tekin’le olsun, onun hempalarıyla olsun yakınlığı ortaya çıkmıştı. HİÇBİR ŞEY YAPILMADI.

Muhtelif Mahkeme Baskınları’nda ve Kuvvai Milliye Göstermeleri’nde dikkat çekmiş bulunan bu ‘yakınlar’ Ümraniye akabinde ele geçirilen mühimmatlarıyla/ilişkileriyle nasıl da vatanımız milletimiz için tehlikeli ‘yapılanmalar’ içinde olduklarını, ağzımıza/yüzümüze dayayıncaya kadar.

Veli Küçük’le de fotoğraflanan Bu Şahıslar, diyelim hep birlikte Hrant Dink’in mahkemelerini basmaktaydılar. Zaten Ümraniye’deki el bombalarının Cumhuriyet gazetesine atılanlarla ‘aynı cins’ olduğu saptandı.

Bu kişiler/bu bağlantılar/bu Suikast Timleri peki Hrant Dink davasına bağlanamaz mı? Bağlanmayacak mı?

En son Eskişehir’de ANNESİNİN EVİNE böylesi 1 mühimmatı yığmış bulunan Binbaşı Fikret Emek’le birlikte rütbeler binbaşıya kadar yükseldi. Ele geçirilenler, Türk Ordusu’na aitler.

Her yakalanan emekli/malulen emekli/Özel Harpçi vs. haykırıveriyor: “Bunlar Türk Ordusu’nu yıpratmaya yönelik komplolar!” diye. Temize çıkmak istiyorlar!

Peki, Türk Ordusu’nun bunca baskın/bunca rütbe/bunca askerin isminin karıştığı olaylara dair bize hiçbir açıklaması olmayacak mı? Yakalanınca Türk Ordusu’nun adını ağzından düşürmeyen Bu Masumların kim olduklarına, bunca askeri teçhizatı NASIL ve NERDEN elde ettiklerine dair ufacıcık bir açıklama? Bir projeksiyon, utkularının ne olduğuna dair?

Yoksa Türk Ordusu, ‘İçinde Bulunduğumuz Bu Zor Günlerde’ ve ‘Ülkemizin Mevcut Çetin Koşullarında’ böylesine yüzbaşı/ binbaşı/astsubay/Özel Harpçi emeklilerinin muhtelif evlere yaptıkları depolamalarla uğraşamayacak kadar meşgul, mühim ve tepelerde midir? Ya da askeriyeden ‘emeklilerin’ ne haltlar karıştırdığı, Ordumuz’un ‘Özel Hayatın Özelliğine Maksimum Saygı İlkesi’ gereğince, onların çok çok hassas kırmızı çizgiler prensibiyle-

Yani alakadar etmiyor mu, etmez mi ordumuzu besbelli Türkiye’yi ‘karıştırmayı’ kafaya koymuş/planlı programlı/silahlı külahlı/’sivil’ örgütlü/mörgütlü bu asker emeklilerinin, herrr fena taşın altından çıkıyor olma halleri/durumları?

Danıştay Saldırısı, Cumhuriyet gazetesi bombalanması, bu evlerde ele geçirilen mühimmat ve onların sahipleri, birbirlerine haraşolandı.

Peki Hrant Dink’i öldürenler: 3 kişi. Bir: Çocuk Katil O. Bir de: 2 ağbi. Başkaları yok mu yani? Başkalarının işin içinde olmaması imkân dahilinde mi? Üstü yorganlanmaya çalışılan Hrant Dink Suikasti’yle devam edelim yarın bari.

2 Temmuz Pazartesi günü, duruşmaya lütfen. Sabah dokuz buçuk. Beşiktaş Eski DGM’de görülüyor (tam da görülemeyen) Hrant Dink Duruşması.

Radikal, 30 Haziran 2007

Perihan MAĞDEN

01.07.2007


 

Uzlaşma safsatası

Meğer Tülay Hanım’ın da içine sinmemiş şu 367 safsatası... Önce görevsizlik kararı önermiş.

Sonra gözüne ne görünmüş de 367 çıkmış peki? Gözüne neyin ya da kimin göründüğünü Türkiye’de bilmeyen yok.

Nisan ayının son günleri, pek göze batan günlerdi...

O günlerde bir de uzlaşma safsatası çıkarılmıştı... “Cumhurbaşkanını ya bürokrasi seçer, ya onu temsil eden parti, ya da onun en azından onayı aranır” diyemedikleri için, cumhurbaşkanı uzlaşmayla seçilir diye bir dümen buldular.

Acaba Atatürk hangi uzlaşmayla üstüste cumhurbaşkanı seçilmişti? Dincilerle “antant” mı kalmışlardı, saltanatçılara, örneğin Rauf Bey’e mi sormuşlardı, sosyalistlerden ya da liberallerden en azından uyum mu beklemişlerdi?

Acaba İnönü üstüste cumhurbaşkanı seçilirken birilerine mi danışılmıştı?

Yoksa Celal Bayar seçilirken İnönü’ye mi sorulmuştu?

Milli Birlik Komitesi, Cemal Gürsel’i cumhurbaşkanı seçtirirken Yassıada artığı hapisane kuşlarının “konsensüsünü” mü aramıştı yoksa?

Cevdet Sunay’ın Çankaya’ya çıkması bir uzlaşma sonucunda mı gerçekleşmişti, yoksa işin içinde “Silahlı Kuvvetler Birliği” falan gibi birtakım “efsanevi” oluşumların da payı var mıydı?

Fahri Korutürk gibi bir adamın bu göreve getirilmesi bir uzlaşma mıdır, yoksa “kaht-ı rical” sonucu mudur? “Faruk Gürler’i seçmemek ama orduyu daha fazla da sinirlendirmeden bir başka asker aday bulmak” formülü uzlaşma mıdır, çaresizlik mi? Benzer bir soru Ahmet Necdet Sezer için de sorulabilir mi?

Kenan Evren... Haa, bakın, o uzlaşmanın daniskasıdır. Hem solcuların, hem ülkücülerin, hem de Hamzakoy ve Zincirbozan gibi zorunlu tatil beldelerinde “kendi güvenlikleri için” dinlenmeye çekilmiş siyasi liderlerin kapıları aşındırılmıştır onu seçebilmek için!...

Turgut Özal da Demirel’den izin almıştı herhalde, seçilebilir miyim ağabey?

Demirel de bana sormuştu, koysam mı koymasam mı?

Niçin bu ülkede bu konuda “sıkışınca” gözler hemen Anayasa Mahkemesi’ne çevirilir? Muhittin Taylan diye bir adam hatırlar mısınız?

“Asker bürokrat uyduramadık, sivil bürokrat verelim” mantığına ne zamandan beri uzlaşma tabir ediliyor?

O zaman Anayasa’ya “Türkiye laik, sosyal ve bürokratik bir hukuk devletidir” ibaresini koyunuz.

Ya da “egemenlik kayıtlı şartlı milletin, az biraz da memurlarındır” yazınız ki ele güne rezil olmayalım.

Cumhurbaşkanı seçimi konusunda hiçbir yerinde “uzlaşma, mutabakat, konsensüs” gibi laflar geçmeyen Anayasa, bunu öngördüğü için mi ilk toplantıda 367 kişi arıyor ama son turda 276 kişiyi yeterli buluyor? Üçte iki çoğunlukla turlara başlamak zorundasın ama iki tur geçersen, üçüncü turda yarıdan bir fazlası yeterli! Hani uzlaşma bunun neresinde?

Siz uzlaşma arayıp da bulana kadar sekiz erken seçim daha yaparsınız hemşerim, Kasım 2007, Şubat 2008, Mayıs 2008, Eylül 2008, Aralık 2008, Mart 2009, öyle öyle gider...

Bütün bunları söyledikten sonra... Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasını ister miyim? Hayır. Abdullah Gül’ü ister miyim? Hayır. Bülent Arınç’ı ister miyim? Asla.

Ama istek başka şey, hukuk başka şey.

Benim ya da şunun bunun keyfi hukuk olsaydı bize de padişah derlerdi...

Peki bütün bunları Nisan ayının son günlerinde niçin mi yazmadım?

Cevabı çok basit: Maçam sıkmadı da ondan!

Görünen o ki, bazı hukukçuların da sıkmamış.

Akşam, 30 Haziran 2007

Engin ARDIÇ

01.07.2007


 

Millî Gladio

Soğuk Savaş döneminin gizli operasyonu Gladio, Latince’de ‘kılıç’ demektir.

Türkiye’nin güvenlik ve bütünlüğünden sivil sorumlu Avukat Kemal Kerinçsiz, Azerbaycan Devleti’nin Güvenliğini ve Bütünlüğü’nü Koruma Kurulu’ndan Kızıl Kılıç ödülü aldı. Rastlantıdan fitne çıkarmayalım.

Latin Kılıcı ile Azeri kılıcının ne alakası var?

Gladio 1952 yılında Müttefik Koordinasyon Komitesi adı ile kuruldu. CIA’nın, casusluk ve gerilla savaşı yapmak üzere finanse ettiği örgüt, bu kılıçla demokratik kontrolü yok edip, insanlık ilkelerini, siyasi ahlakı yerle bir etti.

Operasyon Gladio, üyelerini parlamentolara sokuyor, bakanlığa yükseltiyor, sabotaj grupları kuruyor, beğenmediği sesler yükselince cinayetler işliyordu.

İtalyan Savcı 1990’da açıklamalarıyla dünyayı sarsıncaya kadar, kimse operasyon Gladio’dan haberdar değildi. Gladio, İtalya’da bizzat uyguladığı, sadece bomba ve silah sağladığı veya kışkırttığı dört bin terör olayından sorumluydu.

‘Ergenekon’un bağlı olduğu Sahra Talimnamesi’nde gizli gayri nizami faaliyetler; ‘cinayet, bombalama, soygun, işkence, olayları kışkırtma, misilleme, sabotaj, propaganda, yalan haber, şantaj’ olarak sıralanıyor.’

Rastlantıdan fitne çıkarmayalım. Sahra Talimnamesi ile gavur bombalarının ne alakası var?

Batı Parlamentoları araştırmalar başlattı, istihbarat ve silahlı operasyon örgütlerini tasfiye etti. ABD Başkanı George W Bush, Gladio hakkında ‘susma hakkı’ kullandı.

Hrant’ı, Rahip Santora’yı, Malatya’daki Hıristiyan Türk vatandaşlarını muhteşem bir soğukkanlılıkla öldüren çocuk katiller susma hakkı kullandılar.

Rastlantıdan fitne çıkarmayın. Koca Bush’un susma hakkı ile üç beş taşralı katilin susma hakkı arasında ne alaka var?

Hiçbir Gladio Türk Milli Gladio’su kadar ün kazanmadı. Çünkü Batıda Gladio tasfiye edilirken, bizde amacı dışındaki işlere bulaştı ve suçu imtiyazlı mafya mesleğine dönüştürdü.

1955’te Selanik’te Atatürk’ün evini bombalayarak, 6-7 Eylül olaylarını başlattı, sonradan tinercilere fahişelere mafyaya teslim edeceği azınlık semtlerinin birgünde boşaltılmasını sağladı.

Kültür Sarayı’nı yaktı, 12 Mart Darbesi’ne, Çatlı ve Ağca grubunu katliamlar da kullandı Evren Darbesi’ne yol açtı.

Ağca ve ekibini cezaevinden yurtdışına kaçırmış, ama hüsrana uğramıştı. Çünkü ajan donanımından bihaber köylü çocukları karşı komünist kampa transfer olup papayı vurmuşlardı.

Şüphesiz komünist blok da boş durmuyordu.

KGB ajanı Litvinenko 1990’da KGB’nin kendisine iş adamı Berezovski’yi öldürme emri verdiğini açıklayınca ortalık karıştı. Litvinenko Türkiye üzerinden Londra’ya kaçtı. Ve devam etti. ‘Moskova’da yüzlerce insanın öldüğü bombaları Çeçenler değil, KGB patlatıyor.’

KGB intikamını aldı ve eski ajanını Londra’da bir lokantada radyasyonla zehirledi.

Kırk yıllık cinayetleri İtalyan adaleti tarafından suçüstü yakalanıp demokratik ülkelerde tasfiye edilen Gladio Rusya, Suriye, Türkiye gibi devletlerde cinayet örgütlerine dönmüştü.

Suriye muhalif Lübnan Başbakanı Hariri’yi, Rusya Çeçenistan politikasına muhalif gazeteci Anna Politkovskaya’yı öldürdü. Türkiye ye gelince. Bizde bunlar olmaz.

Milli Gladio’ya karşı hukuk devleti isteyenler, pazartesi saat 10.00 da Beşiktaş’ta Kardeşim Hrant’ın duruşmasında olacaklar.

Star, 30 Haziran 2007

Ayşe ÖNAL

01.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004