Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Ahmet DURSUN

Güneydoğu’daki sorun bir demokrasi sorunudur

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Prof. Dr. Mithat Sancar sorularımızı cevaplandırdı.

*Güneydoğu’daki sorunu nasıl tanımlayabiliriz? Bu soruna bir ad koymak gerekirse, bu sorunun adı nedir? Bu Güneydoğu sorunu mudur, terör sorunu mudur, Kürt sorunu mudur, insan hakları sorunu mudur? Bu sorunun temelinde yatan sebepler sizce nelerdir?

Tek bir tanımın bu sorunu açıklamaya yeteceği kanısında değilim. Her şeyden önce bir bölgesel sorun boyutu da var diyelim. Bu sorunun çok çeşitli boyutları var. Bana göre en kapsayıcı ifade Türkiye’nin demokrasi sorunu olurdu. Devletin yapılanması ya da demokrasi sorunu; genel olarak bir demokrasi sorunu olarak tanımlanabilir. Çeşitli açılardan, meselâ bir bölge sorunu olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü gelişmişlik bakımından bölgenin özel bir durumunun da olduğunu görüyoruz. Ekonomik açısından, insanî gelişme parametreleri açısından bölgede ciddî bir sorun olduğunu biliyoruz. Terör sorunu ya da şiddet boyutu sorunu da var. Daha genel olarak şiddet, daha özel bir boyut olarak da terör sorunu niteliği de taşımaktadır. Özellikle 1984’ten bu yana silâhlı bir Kürt hareketinin ortaya çıkmasıyla bu sorun, aynı zamanda bir şiddet ve terör boyutu da içermeye başlamıştır.

* Bu geri kalmışlık sorunu ortadan kaldırılsaydı, insanlar daha iyi şartlar altında yaşıyor olsalardı terör sorunu olmayabilir miydi?

Bu sorunuza cevap vereceğim. Kuşkusuz bunun bir Kürt sorunu boyutu vardır. Kürt sorunu dediğiniz zaman da bunu doğrudan bir etnik sorun olduğunu kastetmiyorum. Bunun bir kültürel kimlik sorunu olduğunu anlatmaya çalışıyorum. “Kürt sorunu” terimi, bana bu sorunun aynı zamanda bir kültürel kimlik sorunu olduğunu da anlatıyor. Bu boyutu görmezden gelmek, sadece diğer boyutlara odaklanmak sorunu çok eksik biçimde ele almak olacaktır. Son dönemlerdeki anketlerde de görüldüğü gibi, Kürtlerin bir kimlik sorunu var ve bu kimlikle ilgili haklar konusunda açık talepleri var. Bu durumda sorunun Kürt sorunu olmadığını söylemek bu boyutu gözden kaçırmak sonucunu doğuracaktır. Kürtlerin kendi kimliklerini yaşama ve geliştirme konusunda ihtiyaç duydukları haklardan yoksun olmaları sorunun bir boyutudur. Nasıl bakarsak bakalım, fark etmez, sonuçta bu kültürel bir kimlik sorunudur. “Onlar etnik bir grup olarak bir sorun kaynağıdır” şeklinde anlamamak lâzım “Kürt sorunu” terimini. Kürt sorunu dediğiniz zaman, Kürtlerin varlıklarını ve kimliklerini yaşama ve geliştirme konusunda ihtiyaç duydukları haklardan yoksun olmalarıdır.

Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne baktığımızda bu yoksunluk çeşitli şekillerde ortaya çıkmıştır. Çeşitli stratejilerle bir şekilde yaşama geçirilmiştir; varlığın inkârından başlayabiliriz. Böyle bir grubun var olmadığını işleyen tezler, Kürtlerin inkârı veya Türk olarak tanımlanması şeklinde.

* Bu stratejiler ulus devlet yapılanmasının bir sonucu mudur?

Hiç kuşkusuz öyledir; yani ulus devletin oluşum şekliyle, Türkiye’deki ulus devletin yapılanmasıyla doğrudan bağlantılıdır, diyelim. Genel olarak ulus devletlerde homojen bir millet yaratma stratejisi vardır. Ulus devletlerin hepsinde çeşitli şekillerde rastlanan bir yaklaşımdır; ama her ülkede farklı şekillerde uygulanmıştır bu. Türkiye’de cumhuriyetinin kuruluşundan bu yana izlenen politikalarda da, Kürtler-Türklerden sonra en büyük, en geniş farklı grubu oluşturdukları için-özel politikalara, uygulamalara maruz kalmışlardır. Bunun Kürtler açısından en uç, en yaralayıcı şekli varlıklarının inkârı olmuştur. Varlıklarının tanınması ya da inkâr edilmesinden vazgeçilmesinden sonra da sorun çözülmemiştir. Çünkü sadece varlığını tanımakta yetmiyor. Varlığını yaşaması için gerekli olan vaz geçilmez hakları da tanımanız gerekiyor bu sorunu çözebilmeniz için. Yani, meseleye bütün boyutlarıyla, bir bütün olarak bakmak lâzımdır. Güneydoğu sorunu dediğimiz zaman, hem bir ekonomik sorun kastediyoruz, şiddet ve terör sorunu da vardır diyoruz, bunu da görmek gerekiyor. Bunun aynı zamanda bir kimlik sorunu olduğunu da söylüyoruz. Bütün bu eksiklikleri ortaya çıkaranın da genel olarak da bir demokrasi sorunu olduğunu söylüyoruz. Hepsini çerçeveleyen, kuşatan demokrasi sorunudur.

Demokrasi sorunu, demokrasi eksikliği, sorunların demokratik mekanizmalarla barışçı yollardan dile getirilmesi konusunda da ciddî sıkıntılar meydana getirir. Ya da tersinden şöyle söyleyebilirim. İnsanların taleplerini ve huzursuzluklarını barışçıl, yasal kanallardan ifade etme imkânları arttıkça şiddete başvurma ihtiyacı da, şiddetin kitleselleşmesi ihtimali de çok büyük ölçüde düşer. Dünyada çeşitli tecrübeler bunu kanıtlamıştır. Siyaset bilimi alanındaki çeşitli çalışmalarla bu tez çok inandırıcı bir şekilde işlenmiştir. Şunu da söyleyeyim: Ekonomik sorun dediğiniz zaman sorunu görmek ve teşhis etmek çözüm için de en önemli adımı atmak demektir. Şiddet sorunu, ya da terör sorunu dediğiniz zaman orada da nasıl adım atacağınızın başlangıcını yapmış sayılırsınız. Kürt sorunu için de böyledir. Teşhis çözüm için çok önemli bir adımdır. Ama her teşhiste herkesin aynı çözüm stratejisini çıkarmasını da beklemek mümkün değildir. Buna kimlik sorunu dediğiniz zaman, bazıları bu kimliğin bastırılmaya devam edilmesini ve homojen bir toplum yaratılması isteğini de bir sonuç olarak çıkarabilirler. Şiddet ve terör sorunu dediğiniz zaman bunun sadece asayiş ve güvenlik sorunu olduğu sonucunu; dolayısıyla yalnızca asayiş teknikleriyle, polisiye ve askerî tedbirlerle çözülebileceğini söylerler. Ben böyle görmüyorum. Eğer ortada bir şiddet ve terör sorunu varsa, insanları şiddet kullanmaya yönelten nedenleri ortadan kaldırmak gerektiğini düşünüyorum. Şu anda elinde silâhla eylem yapmak üzere bir yerlerde dolaşan insanların da şiddetten uzaklaştırılmasını sağlayacak siyasal ve hukuksal yöntemlerin çıkarılması, alınması gerektiği sonucunu çıkarıyorum bundan.

*Siz demokratikleşme sürecinin dışında bu meselenin temel anlamda çözülemeyeceğini savunuyorsunuz.

Kuşkusuz.

*AB son zamanlarda bu konuya müdahil oldu. AB süreci bu sorunu nasıl etkiler?

İki türlü bakmak lâzım. Dış aktörlerin bu tür sorunlara, içerde kimlik eksenli siyasal sorunlara müdahaleleri her zaman istenen olumlu sonucu ya da arzu edilen olumlu sonucu doğurmayabiliyor. Tersine bir kutuplaşma nedeni olabiliyor. İçerde bir dış düşman iç düşman bağlantısı üzerine bir tahrik söylemini teşvik edebiliyor. Ama AB’yi bu soruna müdahale eden bir dış aktör gibi görmek yerine, AB’ye tam üyelik sürecini bir şans olarak değerlendirmeyi öneriyorum. Dolayısıyla bir kurumun dışarıdan müdahalesi gibi değil, bilvesileyle demokratikleşme ve sorunu siyasal yollarla çözme fırsatı olarak değerlendiriyorum. Çünkü sorunu bir bütün olarak demokratikleşme sorunu olarak adlandırıyorum.

Şiddetin varlığı, çatışmaların olması, varlığı şiddet üzerinden beslenen yapıları daha da güçlendirir ve bunların iktidar konumunu pekiştirir. Türkiye’de silâhlı kuvvetlerle de bağlantılı olarak tartışılan bir çok konunun da doğrudan Kürt sorunu ile ilişkili olduğunu düşünüyorum.

*Ne gibi?

Örneğin, bu çatışmalar biter ya da bu sorun PKK gibi marjinal bir örgüt haline dönüşebilirse, demokratikleşme sürecinde, ordunun iç politikadaki ağırlığı da azalacaktır.

*Cumhuriyetin başından bu yana bölgeyle ilgili

problemlerin aşılamamasının sebepleri arasında dini dışlayan politikalar olabilir mi? Dinin bölge için önemi nedir?

Dinin bölge için önemini Türkiye’deki diğer bölgelerden farklı görmüyorum. Yani dinin bölgedeki sorunun ortaya çıkışında veya sorunun çözülememesinde özel bir rol oynadığını düşünmüyorum. Dinle ilgili sorunlar Türkiye’de sadece Güneydoğu’ya özgü bir sorun değildir. Dinle ilgili, dinsel kimlikle ilgili sorunlar sadece bölgeye özgü değildir. Bunun Türkiye’de genel olarak sorunun bir parçası gibi algılanması gerektiğini düşünüyorum. Burada belirleyici olanın din değil, kültürel veya millî kimlik olduğunu düşünüyorum.

*Bediüzzaman’ın bölgenin sosyo-kültürel yapısını da dikkate alarak önerdiği, din ve fen ilimlerinin kaynaştırıldığı bir üniversite projesi var. Bu tür projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Şu kadar söyleyeyim. Bizim tarihimizde mevcut bu tarz sosyal kaynakları da dikkate almamız gerektiğini söyleyebilirim Yani kendi kültürel birikimimizden ortaya çıkmış bu tür kaynakları dikkate almamayı da bir eksiklik olarak görüyorum doğrusu. Sadece Kürt sorunu konusunda değil, aynı zamanda bir çok meselede ciddî tesbitlerinin olduğunu biliyoruz Bediüzzaman’ın.

*Bölgedeki huzursuzluğun önemli sebepleri arasında gösterilen halkın ve idarecilerin birbirlerini anlayamaması ve kaynaşamaması problemini aşmak için atılacak adımlar neler olabilir?

Bunun yolu da demokrasiden geçiyor. İnsanların kendi kaderlerine sahip olduklarını, ülkenin kaderini birlikte belirlediklerine dair bir inanç geliştirmeleri ancak bu sorunlara demokratik yollardan katılmalarını mümkün kılan bir sistemle sağlanabilir. Böyle olduğu zaman da zaten devletin ayrı bir yapı değil, kendilerine ait bir yapı olarak düşünmeleri söz konusu olacaktır. Demokratikleşmenin en önemli sonucu da budur.

*Yakın zamanda bu sağlanamazsa, bahsettiğiniz demokrasi sorunu aşılamazsa, Ortadoğu’da yaşananlarla birlikte düşünüldüğünde bizde bölünme gibi bir problem yaşanabilir mi?

Çatışmalar sürdükçe kutuplaşmalar da derinleşir. Bu sadece bize değil, dünyada bu tür sorunları yaşayan bütün ülkelere has bir durumdur. Bundan ciddî bir ders çıkarmamız gerekiyor. Çatışmalar; halklar, insanlar arasındaki köprünün giderek çökmesine yol açar, giderek birbirinden fiilen uzaklaştırır. Bu fiilî uzaklaşma bir iç kopma etkisi meydana getirir. Ortadoğu’daki genel tabloya bakarak söylüyorum. Bunun bir bölünme tehlikesi haline gelip gelmeyeceğini pek kestiremeyiz, ama ben bir fiziksel bölünmeden çok bir toplumsal yarılmayı tehlike olarak görüyorum. İç kopmayı toprak kopmasından daha vahim bir durum olarak görüyorum.

*Bir Türk-Kürt kutuplaşması gibi mi?

Böyle bir kutuplaşma olursa, daha da derinleşirse-bunun çeşitli işaretlerini görüyoruz, henüz vahim bir durumda değil-belli odaklar her iki taraftan da bunu tahrik ediyorlar, bu derinleşme Türkiye’nin yaşayabileceği en ciddî sorundur. O nedenle, demokratikleşme bu kutuplaşmanın da önüne geçecektir. Bölünmeye karşı da en güvenilir garantidir diye düşünüyorum.

*O halde sizin anahtar kavramınız demokratikleşme…

Az önce unsurlarını da anlatmaya çalıştığım bir demokratikleşme.

(Köprü, Bahar/2007 sayısından alınmıştır)

Ahmet DURSUN

27.06.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (25.06.2007) - Resmî ideoloji riyakârlıktır

  (21.06.2007) - Camide siyaset yapılmaz

  (20.06.2007) - Türkleri iyi Müslüman oldukları için severim

  (19.06.2007) - İstanbul'u kütüphaneye çevirmek istiyoruz

  (18.06.2007) - İnönü: Askerin gözü Çankaya’da olur

  (13.06.2007) - Murat Göğebakan: Müzik piyasası nasıl kurtulur?

  (12.06.2007) - Yaşar Alptekin: O’nunla olmak çok güzel

  (11.06.2007) - Türkiye yol ayrımında

  (06.06.2007) - Gençlik siyasette aktif rol almalı

  (04.06.2007) - Halk bu kadar aşağılanmamıştı

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004