Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Ölüleri diriltecek olan ve onların iyi ve kötü işleriyle arkalarında bıraktıkları eserleri zayi etmeyip kaydeden Biziz. Biz herşeyi Levh-i mahfuzda tek tek yazdık.

Yâsin Sûresi: 12

16.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Mü'min hastalandığında körüğün pasını, pisini temizlediği gibi, hastalık da onu günahlardan öyle temizler.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 259

16.07.2007


Ahiret ticaretinin kudsî pazarı: Üç Aylar

Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bugün mânevî bir ihtarla sizin hesabınıza bir telâş, bir hüzün bana geldi. Çabuk çıkmak isteyen ve derd-i maişet için endişe eden kardeşlerimizin hakikaten beni müteellim ve mahzun ettiği ayni dakikada bir mübarek hatıra ile bir hakikat ve bir müjde kalbe geldi ki:

Beş günden sonra çok mübarek ve çok sevaplı ibadet ayları olan şuhûr-u selâse gelecekler. Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer, Şâban-ı Muazzamda üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarekte bine çıkar ve Cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadirde otuz bine çıkar. Bu pekçok uhrevî faydaları kazandıran ticaret-i uhreviyenin bir kudsî pazarı ve ehl-i hakikat ve ibadet için mümtaz bir meşheri ve üç ayda seksen sene bir ömrü ehl-i imana temin eden şuhûr-u selâseyi böyle bire on kâr veren medrese-i Yusufiyede geçirmek, elbette büyük bir kârdır. Ne kadar zahmet çekilse ayn-ı rahmettir.

İbadet cihetinde böyle olduğu gibi, Nur hizmeti dahi nisbeten—kemiyet değilse de keyfiyet itibarıyla—bire beştir. Çünkü bu misafirhanede mütemadiyen giren ve çıkanlar, Nurun derslerinin intişarına bir vasıtadır. Bazan bir adamın ihlâsı, yirmi adam kadar fayda verir. Hem Nurun sırr-ı ihlâsı, siyasetkârâne kahramanlık damarını taşıyan, Nurun tesellilerine pekçok muhtaç bulunan mahpus biçareler içinde intişarı için bir parça zahmet ve sıkıntı olsa da, ehemmiyeti yok.

Derd-i maişet ciheti ise: Zaten bu üç ay âhiret pazarı olmasından, herbiriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya girdiğinden, elbette sizin haricî işlerinize yardımları olur diye tamamıyla ferahlandım ve bayrama kadar burada bulunmak büyük bir nimettir bildim.

Şuâlar, s. 424

Lügatçe:

hasene: İyilik.

Leyle-i Kadir: Kadir gecesi.

derd-i maişet: Geçim derdi.

müteellim: Elemli.

şuhûr-u selâse: Üç aylar.

ticaret-i uhreviye: Ahiret ticareti.

meşher: Sergi, teşhir yeri.

mümtaz: Seçkin, üstün.

medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un medresesi. Hz. Yusuf, hapishanede bulunduğu için Allah yolunda mahkûm olanların kaldığı hapishaneye bu isim verilir.

ayn-ı rahmet: Rahmetin ta kendisi.

kemiyet: Sayısal olarak, nicelik.

keyfiyet: Kalite, nitelik.

mütemadiyen: Devamlı.

intişar: Yayılma, neşrolma.

siyasetkârâne: Siyaset yaparak.

16.07.2007


Türkmenoğlu Ağabey

Risâle-i Nurlarla müşerref oluşumuzun ikinci yılında onu gıyaben tanımıştım. Çünkü o, meş’um 12 Mart 1971 hadisesinden sonra haksız yere bir baskın neticesinde, Ankara Dışkapı’da bulunan Nur apartmanından, arkadaşları Ömer Tuncay, Recep Kök, Recep Yanar ve Erol Çınar ile birlikte alınarak hapse sokulmuştu. Hatta Risâle-i Nur dâvâlarındaki en ağır hapis cezası Ömer Ağabeyle ona verilmişti. 7 yıl ağır hapis. Diğerleri de 3’er yıl almıştı. 1974 yılında CHP-MSP hükümeti tarafından komünistler için çıkarılmak istenen genel affa karşı çıkmak için, bir dilekçeyle ilgili mercilere müracaat ederek, komünistlerin affına karşı çıkıp, kendilerinin de affını istememişlerdi. Ama, neticede esas komünistler için çıkarılan afla dışarı çıkmışlardı. (Hatta o yıl, biz de Ankara’da Yeni Asya muhabiri olarak halkın nabzını yansıtmış ve milletin affın karşısında olduğunu yazmıştık.)

Tahliyeden sonra Ankara’da tanışmış ve çok münasebetimiz olmuştu. O her zaman gülen yüzüyle sohbet eder, şakalaşırdık. Bizi çok severdi. Tabii biz de onu çok severdik. Kendine has özellikleri olan, mübarek, ihlâslı ve gayet mütevazî bir ağabeyimizdi. Bazen mahalle sohbetlerine giderken onu da alır, beraber giderdik. Hiç hatırımızı kırmazdı. Asıl mesleği savcılıktı. Daha sonra malûm sebeplerden savcılığa devam edememiş, bir ara Diyanet’te çalışmış, daha sonra da Tarım Bakanlığı’nda çalışarak emekli olmuştu. Hatta ben de bir ara Tarım Bakanlığı’na bağlı bir birimde çalışmıştım. “Ağabey aynı bakanlıkta çalışıyoruz” diye konuşmuştuk.

Başta Bayram Ağabey olarak bazı vakıf ağabeylerin birtakım sebeplerden dolayı evlenmeleri hengâmında, o da Bayram Ağabeyin yanında o yıllarda vakıf olan Malatyalı Sami Ağabeyin kız kardeşiyle evlenmiş, bir müddet sonra da Konya’ya yerleşmişti.

Yakın zamanda hasta olduğunu duyunca üzülmüştük. Vefat haberini alınca onunla olan bu kısa hatıralar gözümün önüne geldi. Ama, onunla daha geniş hatıralara sahip (aynı zamanda eniştem olan) Ömer Tuncay Ağabeyin de hatıralarını inşaallah yazmasını temennî ediyorum.

O devamlı mütebessim çehreli Türkmenoğlu Ağabeyimi, Cenâb-ı Hak orada da inşaallah hep mütebessim eylesin. Makamı cennet, kabri pürnûr olsun.

Osman ZENGİN

16.07.2007


Gidenler... Gelenler... Bir araya gelenler...

Üstad Bediüzzaman Said Nursî’nin ve yakın talebelerinin, ihlâslarına, fedakârlıklarına hayran olmamak elde değildir. Onlar sayıca çok çok az oldukları halde ve şartların bugünküne göre kat kat kötü olduğu günlerde müthiş bir iman ve ihlâs ile bu iman ve Kur’ân dâvâsını devam ettirebilmişlerdir. Allah hepsinden tek tek razı olsun.

Ne var ki, yavaş yavaş onlar da berzah âlemine yolcu olmaktadırlar. Hz. İsa için ve belki Hz. Hızır ve Hz. İlyas için—ibret olsun diye—istisna olarak işletilmeyen bir kanun-u İlâhî onlar için de geçerli.

Ağabeylerimizden bu sefer de Türkmenoğlu Ağabey gidiverdi Üstadının sohbetine... Mustafa Türkmenoğlu, Mevlânâ’nın eşiğinden geçiverdi berzah âlemine... Ondan bir iki gün önce de Son Şahitler’den, İzmit’te senelerce kalan Kâmil Acar girdi Van Kalesinden Üstad’ın yanına. Zaten Birinci Ağabeyi birkaç ay önce göndermiştik o diyara.

Gidenlerin ardından Nur Talebeleri olarak hüzün kaplar yüreğimizi, üzülürüz. Ancak bizim hüzünlerimiz de imanîdir. Bizim hüznümüz gidenlerin gitmesinden değildir. Çünkü onlar—20. Mektub’un 2. Makamının 11. Kelimesinde söylendiği gibi—“..fenâya değil, bekaya” gittiler. “Ademe değil, vücud-u daimîye sevk” olundular. “Zulümata değil, âlem-i nura” girdiler. “Sahip ve Mâlik-i Hakikînin tarafına” yönlendiler. “Firaka değil, visale müteveccih” oldular.

Bizim hüznümüz ayrılıktan da kaynaklanmaz. Zaten Nur Talebeleri, Orhan Veli’nin meşhur şiirinde Süleyman Efendi’ye söylettiği “Ölüm Allah’ın emri / Ayrılık olmasaydı..” gibi bir düşüncede de değillerdir. Çünkü onlar için ayrılık pek de söz konusu değildir. Nasıl mı? Bakın bu konuda Risâle-i Nur 23. Mektub’da nasıl müjde veriyor bizlere: “Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler.”

Öyleyse neydi bizi hüzne sevkeden? Hakikî mânâda bir ayrılık da olmadığına göre... Oysa onlara değil, belki kendimize ve kalanlara üzülüyoruz bu vesileyle...

Belki bizim hâlâ dünyada olmamız... Gidenlerin aksine bizim günah cihetinde ölmemiş olmamız...

Veya hatıralarını tatlı tatlı bu dünyada dinleyebilme şansımızın kaybolması...

Onların hizmetlerini bitirmiş olması, dolayısıyla hergün artan sayısına rağmen, yine de iman hizmetinden bir ferdin eksilmesi...

Bütün bunlar üzüntümüzün, hüznümüzün sebebi olabilir ve oluyor...

Ama hepsinden öte onların, gidenlerin ihlâslarının ne kadar kuvvetli olduğunu hatırlatıyor bana bu gidişler... Bir ihlâs abidesi daha göçüyor faniden Bakî’ye... Tam da burada düşüncelerim genişliyor. Gözümün önüne adeta bir uçurum geliyor. Onların dört kişiden 1111’den fazla kişinin yapacağı hizmeti yaptıklarını, bizim ise 1111’den çok fazla olmamıza rağmen onlar kadar hizmet edemediğimizi görüyorum. Ve şahsen beni en çok hüzünlendiren nokta bu.

Bu arada gözüm bir de Taziye ilânlarının yanında yer alan Tebriklere takılıyor. O zaman içime ümitler doğuyor. Evlenenler ve yeni dünya yolcusu olanlar... “Gidenlerin” yanında “gelenler” de var, “bir araya gelenler” de. Yeni bir hayata başlayanlar da var, hayatlarında yeni bir sayfa açanlar da...

O zaman anlıyorum ki, hüzünlenmenin yanında, zamanın akışına karşı, artık başka şeyler de var yapılması gereken. Çünkü imtihan sırasında boş oturmak söz konusu olamaz. Artık yeni imtihanlarımız var... Yeni meselelerimiz var bizi bekleyen...

Evet! Meselemiz yeni kurulan evlerimizi de iman ve Kur’ân Nuruyla doldurmaktır.

Evet! Meselemiz Furkanlardan, Ahmetlerden yeni Türkmenoğulları yeni Birinci’ler yetiştirebilmektir.

Evet! Meselemiz imanımızı, fedakârlığımızı, ihlâsımızı tıpkı Birinci ve Türkmenoğlu’nun ihlâsları gibi bir seviyeye getirmeye, hiç değilse, çalışmaktır.

Şartlar ne olursa olsun!

Taziye ve Tebrik notu: Bu yazı tanıdığım ve sadece isimlerini yazsam bile çok uzun bir liste olacak “gidenler” için bir taziye, “gelenler”in aileleri ve “bir araya gelenler”in hepsi için ise bir tebrik olarak kaleme alındı. A.T.U.

[email protected]

Ahmet Tahir UÇKUN

16.07.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Bir gün Bayezid-i Bestamî Hazretleri akıl hastalarının tedavi merkezi önünden geçerken hizmetçinin tokmakla bir şeyler dövdüğünü gördü. Sormadan geçemedi:

“Ne yapıyorsun?”

Hizmetçi:

“Burası tımarhanedir. Delilere ilâç yapıyorum.” dedi.

Bayezıd:

“Benim hastalığıma da ilâç yapar mısın?” dedi. Hizmetçi:

“Hastalığın nedir?” deyince Bayezıd:

“Ben günah ve isyan hastalığına tutuldum. Çok günah işliyorum. Lütfet, bana da ilâç yap.” diye yalvardı.

Hizmetçi anlamamıştı:

“Ben günah hastalığından anlamam... Ben delilere ilâç hazırlıyorum.” deyip, kestirip attı.

O sırada bir hasta kapı aralığından onları dinliyordu. Bayezid-i Bestamî Hazretlerine:

“Gel dede, gel! Senin hastalığının çaresini ben biliyorum” diye seslendi.

Bayezid:

“Söyle evlâdım” deyince, akıl hastası tavsiyeleri ağzından döküverdi:

“Tövbe kökü ile istiğfar yaprağını karıştır... Kalp havanında tevhîd tokmağı ile döv, insaf eleğinden geçir, gözyaşıyla yoğur, aşk fırınında pişir... Akşam-sabah bol miktarda ye... O zaman göreceksin senin hastalığından eser kalmaz” dedi.

Süleyman KÖSMENE

16.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004