Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Onlar görmedi mi, kendilerinden evvel nice nesiller yok ettik de bir daha geri dönmediler.

Yâsin Sûresi: 31

27.07.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Biriniz bir meclise vardığında kendisine yer verilirse oraya otursun. Yoksa baksın, gördüğü boş yere otursun.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 287

27.07.2007


Üç Aylarda edilen duâlar, makbul duâlardandır

Birinci Suâliniz: Mü’minin mü’mine en iyi duâsı nasıl olmalıdır?

Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde duâ makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimaı nispetinde makbuliyeti ziyadeleşir.

Ezcümle, duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevî temizlenmeli; sonra, makbul bir duâ olan salâvat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur.

• Hem bizahri’l-gayb, yani gıyaben ona duâ etmek,

• Hem hadiste ve Kur’ân’da gelen me’sur duâlarla duâ etmek; meselâ,

“Allahım, Senden kendim ve onun için dünyada ve âhirette af ve âfiyet istiyorum.” (en-Nevevî, el-Ezkâr, 74; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1:517.)

“Ey Rabbimiz, bize dünyada da güzellik ver, âhirette de güzellik ver. Ve bizi Cehennem ateşinin azâbından koru.” (Bakara Sûresi, 2:201.) gibi câmi duâlarla duâ etmek

• Hem hulûs ve huşû ve huzur-u kalble duâ etmek,

• Hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra,

• Hem mevâki-i mübarekede, hususan mescidlerde,

• Hem Cumada, hususan saat-i icabede,

• Hem şuhur-u selâsede, hususan leyâli-i meşhurede,

• Hem Ramazan’da, hususan Leyle-i Kadirde duâ etmek, kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me’muldür.

O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek, aynı maksat yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez, belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir.

Mektubat, s. 270

Lügatçe:

şuhur-u selâse: Üç Aylar.

karîn: Yakın.

kaviyyen me’mul: Birşeyin kuvvetle umulması.

esbab-ı kabul: Kabul sebepleri.

şerâit-i kabul: Kabul şartları.

içtima: Toplanma, bir araya gelme.

ezcümle: Özellikle, bu cümleden olarak.

câmi: Geniş, kapsamlı.

şerâit: Şartlar.

me’sur: Tesirli.

mevâki-i mübareke: Mübarek mevkiler.

saat-i icabe: Duânın kabul edildiği insanlarca bilinmeyen Cuma gününde bir vakit.

leyâli-i meşhure: Meşhur geceler.

27.07.2007


Nurdan Kıssalar

İnsan ve hayvanın sermayesi

Bir zât, bir hizmetçisine yirmi altın verdi. Tâ mahsus bir kumaştan, kendisine bir kat libas alsın. O hizmetçi gitti, o kumaşın âlâsından mükemmel bir libas aldı, giydi.

Sonra gördü ki, o zât, diğer bir hizmetkârına bin altın verip, bir kâğıt içinde bâzı şeyler yazılı olarak, onun cebine koydu; ticarete gönderdi.

Şimdi, her aklı başında olan bilir ki, o sermâye, bir kat libas almak için değil. Çünkü, evvelki hizmetkâr, yirmi altınla en âlâ kumaştan bir kat libas almış olduğundan; elbette bu bin altın, bir kat libasa sarf edilmez. Şâyet bu ikinci hizmetkâr, cebine konulan kâğıdı okumayıp, belki evvelki hizmetçiye bakıp, bütün parayı bir dükkâncıya, bir kat libas için verip hem o kumaşın en çürüğünden ve arkadaşının libasından elli derece aşağı bir libas alsa, elbette o hâdim, nihayet derecede ahmaklık etmiş olacağı için, şiddetle tâzib ve hiddetle te’dib edilecektir.

Ey nefsim ve ey arkadaşım! Aklınızı başınıza toplayınız. Sermâye-i ömür ve istidad-ı hayatınızı hayvan gibi, belki hayvandan çok aşağı bir derecede şu hayat-ı fâniye ve lezzet-i maddiyeye sarf etmeyiniz. Yoksa, sermâyece en âlâ hayvandan elli derece yüksek olduğunuz halde, en ednâsından elli derece aşağı düşersiniz.

Sözler, s. 117

Lugatçe:

mahsus: Özel.

libas: Elbise.

âlâ: Yüksek, en iyi.

hâdim: Hizmetçi.

tâzib: Azap verme.

te’dib: Edeplendirme.

sermâye-i ömür: Ömür sermayesi.

istidad-ı hayat: Hayat kabiliyeti.

hayat-ı fâni: Geçici hayat.

lezzet-i maddiye: Maddî lezzetler.

ednâ: En âdî, en aşağı

27.07.2007


Nurdan Bir Kelime

Hubb-u nefis

İltizam-ı hilâf ve taassub-u bârid ve meylü’t-tefevvuk ve hiss-i taraftarlık ve vehmini bir asla ircâ ile kendine özür göstermek, arzusuna muvafık olan zayıf şeyleri kavî görmek ve gayrın tenkîsiyle kendi kemalini göstermek ve gayrı tekzip veya tadlil etmekle kendi sıdk ve istikametini ilân etmek gibi sefil ve süflî emirlerin menşei olan hubb-u nefis...

Muhakemat, s. 42

Lûgatçe:

hubb-u nefis: Nefse düşkünlük, nefsini sevmek.

iltizam-ı hilâf: Aykırı olana, zıt olana taraftarlık.

taassub-u bârid: Soğuk taassup, bağlılık.

meylü’t-tefevvuk: Başkasına üstün gelme arzusu.

hiss-i taraftarlık: Taraftarlık hissi.

ircâ: Dayandırma.

muvafık: Uygun.

kavî: Kuvvetli.

gayr: Başkası.

tenkîs: Eksiltme, noksanlaştırma.

tadlil: Doğru yoldan sapıtmak.

sıdk: Doğruluk.

sefil: Sefalet çeken, perişan.

süflî: Aşağıda bulunan, alçak, âdî.

emir: İş, amel.

menşe’: Kaynak.

27.07.2007


BİR KISSA, BİN HİSSE

Şeytan hizmetçi kılığına girmiş ve yirmi sene Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri’nin yanına gidip gelmişti. Bir türlü gönlüne vesvese vermeye, ona isteklerini yaptırmaya muvaffak olamamıştı.

İyice çaresiz kaldığı bir gün durumu ona bildirmeye karar verdi:

“Ey Üstad! Yoksa siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” dedi.

Hazreti Cüneyd:

“Sen lânetli İblissin. Geldiğin andan beri seni tanıyorum.” dedi.

Şeytan şaşkınlığını yenemedi. Dedi ki:

“Ey Sultanü’l Muhakkikin! Sizin kadar yüksek dereceye ulaşan başka bir büyük zat tanımıyorum. Yirmi senedir size hiçbir isteğimi yaptırmayı başaramadım.”

Hazreti Cüneyd bu defa kızdı:

“Defol mel’un!” dedi. “Şimdi de beni kendini beğenme hastalığına düşürerek mi mahvetmek istiyorsun! Yirmi senede yapamadığını yirmi saniyede mi yapacaksın? Defol karşımdan!”

Şeytan bir daha gözükmedi.

Süleyman KÖSMENE

27.07.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004