Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 24 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

RAMAZAN TAKVİMİ

Rabbim yeryüzüne sermiş nimeti,

Aç kalınca anlaşılır kıymeti,

Ramazan on iki, Eylül yirmi dört,

Bu da kamerî ayların hikmeti.

Abdil YILDIRIM

24.09.2007


KÜÇÜK MEYVENİN BÜYÜK MU’CİZELERİ

“Bir hurma tanesi de olsa sadaka olarak veriniz. Çünkü o az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.”

(Hadis-i Şerif)

Peygamber Efendimizin (asm) orucu onunla açmayı tavsiye ettiği, iftar sofralarımızın vazgeçilmezi hurmanın faydalarını uzmanlar şöyle sıralıyor:

• Bedeni ve zihni gençleştiriyor.

• Vücudun ihtiyarlamasına engel oluyor.

• Kansere karşı koruyor.

• Damar sertliği ve kolestrole karşı koruyucu görevi yapıyor, şişmanlama tehlikesine yol açmıyor.

• Böbrek iltihabına ve kumlarına iyi geliyor.

• Saf hurma cildi besliyor, hamilelik ve güneş lekelerini yok ediyor, vücuttaki yara ve iltihaplara hurma, hakiki zeytinyağı ile krem kıvamına getirilip sürüldüğünde fayda sağlıyor.

• Şeker oranını ayarlayan tek meyvedir.

• İçerdiği demir sayesinde, Anemi hastalığını kaldırdığı tıbben ispatlanmıştır.

• Hurma çekirdeğinden öğütülmüş bir fincan kahve zihin açıcı, dinlendirici etki gösteriyor; asabilik-sinir bozukluğu ve strese iyi geliyor. Stresli ve gergin yaşantısı olanlara sabah, öğle ve akşam saatlerinde üçer adet hurma yemesi son zamanlarda tıp adamlarınca tavsiye edilmekte.

• B1, B2 vitaminlerinin bir arada bulunmasından dolayı karaciğeri kuvvetlendiriyor.

Hurma berekettir ve açlığı dindirir

Selman bin Âmir rivayet ediyor:

Biriniz orucunu açtığında onu hurmayla açsın. Çünkü o, berekettir. Onu bulamazsa suyla açsın. Çünkü su çok temizdir.

Câmiü's-Sağîr, No: 272.

İkrime'den rivayetle:

Bir hurma tanesi de olsa sadaka olarak veriniz. Çünkü o az da olsa açlığı dindirir ve suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.

Câmiü's-Sağîr, No: 1778.

24.09.2007


Teşehhüd

Namazda teşehhüde oturduğumuzda okuduğumuz Tahıyyat duâsı; yaratıkların, ibadetlerini Allah’a takdim etmelerinden başka birşey değildir. Bediüzzaman Hazretleri Şuâlar isimli eserinde, Miraç esnasında Allah ile Resûlü (asm) arasında geçen cümlelerin izahını yaptığı yerde Resûl-i Ekrem’in (asm) Miraç gecesi Cenâb-ı Hakk’a “et-Tehıyyatü lillâh” dediğini belirttikten sonra bu kelimenin ne anlama geldiğini de açıklar. Yani “Bütün canlıların hayatlarıyla gösterdikleri tesbihler, Sani’lerine takdim ettikleri fıtrî hediyeler ey Rabbim Sana mahsustur. Ben dahi onları tasavvurumla ve îmanımla Sana takdim ediyorum” der.

Bütün bereket ve tebrike sebep ve bârekallah dedirten, mübarek denilen, hayatın ve canlıların hülasası olan mahluklar, özellikle tohum, çekirdek ve dânelerin, yumurtaların fıtrî mübarekliklerini, bereketlerini ve kulluklarını temsil edip öyle “el-mübarekât” der.

“et-Tayyibat” derken de canlıların hülâsası olan kâmil insanların, Allah’a yakın meleklerin nuranî ve yüksek ibadetlerini takdim eder.

O gece Cenâb-ı Hakkın Resûlünü söylediği “Selâm sana ey Peygamber” hitabını, mü’minlerin günde en az on defa âmirâne söylemelerini hatırlatırken bu kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mânâ kazandırır. Resûl-i Ekrem de (asm), istikbalde muazzam ümmetinin ve ümmetinin salihlerinin, Allah’ın selâmını temsil eden İslâmiyete mazhar olmalarını ve ümmetin bir şiâr olarak birbirlerine selâm vermelerini Rabbinden istediğini ifade ve ihtar eder.

Cebrâilin (a.s.) o gece Allah’ın emri ile “Eşhedü en lâ ilâhe illalllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühü” demesi bütün ümmetin Kıyamete kadar böyle şehadet edeceklerini, söyleyeceklerini müjdeleyerek haber verir. Bu kudsî konuşmayı hatırlatmakla kelimelerin mânâları parlar ve genişler.

Şuâlar isimli eserinde (6. Şuâ), kısa bir özetini verdiğimiz et-Tehiyyatünün izahını yapan Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatin inkişâfında kendisine yardımcı olan bir hâlet-i ruhiyeden de söz eder: Buna göre bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir galet içinde şu koca kâinat hayaline cansız, ruhsuz, ölü, boş, müthiş bir cenaze şeklinde görünür. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş ve müthiş bir tarzda hayalinde canlanır. O hadsiz mekân ve hudutsuz zaman karanlıklı bir vahşetgâh suretini alır.

Bu durumdan kurtulmak için namaza iltica eder. Teşehhüdde “et-Tehıyyatü” dediği zaman birden kâinat canlanır. Nuranî bir şekil alır, dirilir. Hayy-ı Kayyum’un parlak bir aynası olur. Bütün parçalarıyla canlanan kâinattaki her varlık kendi dilleriyle hayatlarının sergilediği ibadet, tesbihat ve hediyelerini sürekli olarak Zât-ı Hayy-ı Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn ve hakkalyakîn tarzda bilir ve görür.

“Selâm sana ey Nebî” dediği zaman da o sınırsız ve boş zaman birden Resûl-i Ekrem Aleyhissalaâtü Vesselâm’ın başkanlığı altında canlı ruhlar ile vahşet ve ürküntü yeri olmaktan çıkar ve bir seyir ve gezinti yeri hâline gelir. (Şuâlar, s. 89.)

Talebesi Mustafa Sungur’un anlattığına birgün Bediüzzaman Hazretleri şu meâlde cümleler kullanır: “İnsan namazda iken, teşehhüd esnasında ‘et-Tehıyyâtü’ derken, aynı günün vaktinde ‘et-tehıyyâtü’ diyen bütün mahlûkatın tahıyyelerini kendi namına Cenâb-ı Hakka takdim edebilir. Hatta biraz daha ileri gitse, bütün zamanlardaki tehıyyat ve tesbihatları da kendi namına takdim edebilir.”

Herbir kalbi uyanık mü’minin söyleyebileceği bu kelimeyi, yazdıklarına ve şahitlerin şehadetlerine bakılırsa, Bediüzzaman’ın bütün ruh u canıyla, zerrâtıyla söylemesi kadar tabiî birşey olamaz.

Evet, Bediüzzaman bu duygular içerisinde bir vekîl-i umûmî olarak namazını kılar ve mahlukâtın yaptıkları ibadetleri kendi namına Allah’a takdim ederdi.

Şaban DÖĞEN

24.09.2007


İftar Sofrası

Hurma dolması

MALZEMELER:

• 20 adet hurma

• 1 kahve fincanı ceviz

• 1 kahve fincanı kuru üzüm

• 1 kahve fincanı kuru kayısı

• 1 yemek kaşığı tahin

• 1 yemek kaşığı pekmez

• 1 çay kaşığı zencefil

• 1 çay kaşığı tarçın

• 1 kase Hindistan cevizi

HAZIRLANIŞI:

Cevizi ince dövün. Kuru üzüm ve kayısıyı robottan geçirin. Tahin, pekmez, tarçın ve cevizle beraber iyice karıştırın. Hurmaları boyuna keserek çekirdeklerini çıkartın. Harçtan içlerine bol miktarda doldurun. Hindistan cevizine bastırın. Servis tabağına yerleştirip servise sunun. Afiyet olsun.

Sudenaz SERDAR

24.09.2007


Su içmenin tekniği

Sıhhatli bir hayat için su içme konusu çok önemlidir. Yemek yenirken su içilmesi yeterli miktarda olmalı ve yudum yudum alınmalıdır. Hadis-i şerifte “Midenin üçte birini yemeye, üçte birini suya, üçte birini nefes alıp vermeye ayırınız” buyurulmuştur. Yemekte alınan su, besinlerin kolay sindirilmesini sağlar. Fakat fazla su alınmamalıdır. Suyu yemek öğünleri arasında bol miktarda içmelidir. Hatta sabahleyin güne başlarken aç karnına bir bardak ılık su ile başlamak faydalı olur.

Yemeğin üzerinden 2 saat geçmeden su içilmemelidir. Peygamberimizin (asm) hayatında yemekten 1,5-2 saat sonra su içtiği nakledilmiştir. Üstad Hazretleri de yemekten sonra 2 saat su içmezdi. Saate bakar, 10 dakika da kalsa, daha 2 saat olmadı diye bekler, zamanı dolduğunda içerdi.

Tıbben de suyun 2 saat sonra içilmesinin faydası doğrulanmıştır. Yemekten hemen sonra içilen su, midede süzülerek altta toplanmaya başlar. Bu suyun kaldırıcı özelliğinden kaynaklanmaktadır. Su mide muhteviyatı içinde süzülürken, sindirimde vazifeli bulunan fertmenleri ve asidi de beraberinde götürür. Mide altında toplanan bu su, mideyi süratle terk ederek sindirimi olumsuz yönde etkilemiş olur.

Çay gibi sıvı maddelerin de, yemek üzerine içildiğinde besinlerin demir mineralini parçaladığı için besinlerin değerini azalttığını hatırlatalım. Güzel ve besin değeri yüksek bir yemek yemiş isek, hemen arkasından çay içerek yemeği öldürmeyelim!

Muzaffer BORUZAN

24.09.2007


Sıfat-ı Peygamber

İki cihanın Güneşi: İnsanların iki dünyasının da aydınlanmasına sebep olan.

İnsanlara olan hadsiz ihsanat-ı İlâhiyenin en mühim bir vesilesi: İnsanlara olan sayısız İlâhî hediyelerin en önemli sebebi.

İnsanlığın güneşi: Bütün insanları aydınlatan.

İnsanlığın medar-ı iftiharı: İnsanların iftihar ettiği zat.

Kâinat Hâlıkının meb’usu: Kâinatın yaratıcısının insanlar nezdinde vekili.

Kâinatın efendisi

Kâinatın halkına sebeb olan Nebiyy-i Efham: Kâinatın yaratılmasına sebep olan en büyük peygamber.

Kainatın medar-ı fahri: Kâinatın övünmesine sebeb olan.

Kâinatın kemalâtını keşfeden canlı bir güneş: Kâinatın mükemmelliklerini keşfeden canlı bir aydınlatıcı.

M. Fahri UTKAN

24.09.2007


Sorularla Oruç

* Ezan okunduğunda oruç açılmadan namaza durulur mu?

Ezan okunduğunda orucu açmadan akşam namazına durmak mekruhtur. Bir yudum su veya varsa bir tane hurma veya zeytin ile oruç açılarak namaza durulursa sünnet sevabı kazanılmış olur.

* Yalan söylemek orucu bozar mı?

Yalan söylemek orucu bozmaz. Fakat orucun sevabını azaltır, feyzini söndürür. Peygamber Efendimiz (a.s.m.), “Hiçbiriniz oruçlu iken kötü söz söylemesin. Bağırıp çağırmasın. Kendisine kötü sözler söyleyen birisine dahi sadece, ‘Ben oruçluyum!’ desin” (Buharî, Müslim) buyurmuştur.

Süleyman KÖSMENE

24.09.2007


Allah ve Resûlü Ne Dedi?

Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran Sûresi: 104)

Resûl-i Ekrem (asm) şöyle buyurdu:

“Oruç tutmaya bakın. Çünkü o, şehveti dizginler, taşkınlığı önler.”

Derleyen: Erhan AKKAYA

24.09.2007


Yardımlar başa kakılmamalı

“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları için insanlara gösteriş olsun diye mallarını harcayanlar gibi sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak sûretiyle boşa çıkarmayın. Bu kaya üzerinde bulunan yufka toprağa tohum ekmek gibi bir durumdur. Şiddetli yağmur geldiği zaman toprak ile beraber tohumu da siler süpürür de kaya çıplak olarak kalır. Kazandıklarınızın tümünü alır götürür. Allah inkârcı bir topluluğa hidayet nasip etmez.” (Bakara, 2:264)

AÇIKLAMASI:

Dinin amacı ahiret saadetidir. Allah’a ve ahirete inanmayanın tüm çabası dünya hayatı ve bu hayatın saadetini kazanmaktır. Dünya saadetini kazanmak için de her şeyi mubah görür. Mallarını insanlara gösteriş için harcarlar. Şan şeref ve şöhret onların dünyevî amaçlarını teşkil eder. Çünkü onlara göre ahiret yoktur, sadece dünya hayatı vardır. Bütün amaçları batın ve fercin hevesâtını tatmin etmektir. Birine iyilik yaparlarsa veya bir yardımda bulunurlarsa bundan mutlaka bir menfaat ve çıkar beklerler. Yaptıkları iyilik bir ödünçtür. Bir gün iki misli geri gelmesi beklenir. Hatta bunu yazarlar ve bir gün “Ben sana şöyle bir iyilikte bulundum. Unuttun mu?” diye toplum içinde başına kakar.

Bunlar Allah’a ve ahirete inanmayanların yaptığı şeylerdir.

Allah’a ve ahirete inananlar ise Allah rızası ve ahirette karşılığını görmek amacı ile iyilik ve ihsanda, infak ve ikramda bulunurlar. Bunun ise şatları vardır. Allah’ın yapılan ihsanı ve ikramı kabul etmesinin şartları ise, helâl kazançtan olması, Allah rızası ve ahiret hedefi olması, gösteriş ve riya amacı taşımaması ve yapılan iyilik ve ihsanın başa kakılmamasıdır. Bu şartlar altında yapılan bir iyilik ve sadaka, içerisinde hayat düğümü bulunan tohum gibi ahirette bitmez tükenmez biz hazineye dönüşür. Ebedî bir ağaç olarak sahibine fayda sağlamaya devam eder.

İmandan yoksun olanın veya gaflet içindeki mü’minin riya ve gösteriş için yaptığı iyilik ve ihsan ise taş üzerine atılan bir tohum gibi asla nemalanmayacağı gibi en küçük bir rüzgâr ve yağmurda akar gider. Bütün yaptıkları ve kazanımları yok olur gider. Yüce Allah, merhametinden harcamalarının boşa gitmemesi için ehl-i imanı ikaz eder.

Her insan Allah’ın kendisine verdiği şeylerden sorumludur. Bir başkasına verilen nimetlerin kendisine verilmediği için sevabının noksan olacağı düşüncesi doğru değildir. Bundan dolayı zengin olmayana zekât, sıhhati ve serveti olmayana hac farz değildir. Bir gün sahabenin biri Peygamberimize (sav) gelerek “Ben hicrette bulunamadım. Nasıl hicret faziletine erebilirim?” şeklinde bir soru sorar. Peygamberimiz (sav) ona sorar: “Senin develerin var mı?” buyurdu. Adam “Evet” deyince: “Zekâtını veriyor musun?” dedi. Adam “Evet” dedi. Peygamberimiz (sav) buyurdu: “Öyle ise sen develerinle uğraş ve işinle meşgul ol, üzerine düşeni yap. Allah senin amelinden hiçbir şeyi zayi etmeyecektir.”1

Bu hadis gösteriyor ki herkes Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden sorumludur. Asker cihattan, idareci raiyetinden, zengin malından, bilgin ilminden ve işçi işinden sorumludur. Allah’ın kendisine verdiği işi en güzel şekilde yapmak ve bunun gereği olan ibadet ve mükellefiyet kendisini bağlamaktadır. Bununla beraber Peygamberimiz (asm) “Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve imansız ölümü bertaraf eder”2 buyurarak herkesin nafile nevinden elinden geleni yapmasının da Allah’ın rızasına uygun olduğunu belirtmişlerdir.

Dipnotlar:

1- Buhârî, Zekât, 36; Edeb, 95; Müslim, İmaret, 87; Ebu Davud, Cihad, 1; Nesâi, Bey’a, 11

M. Ali KAYA

24.09.2007


RAMAZAN TAKVİMİ

Ramazan-ı Şerif on iki,

Emretmiş Sultan-ı Ezelî

Oruç imanın rub’udur

Tutanlar olur nurani

NURSEVEN

24.09.2007


İmam Buharî (810-870)

İmam Buharî, 810 yılında Buhara’da doğdu. İlk derslerini Buhara’daki âlimlerden aldı. Ders alıp hadis öğrenmek için bazı şehirlere defalarca gidip geldi. Meselâ; Bağdat’a sekiz kez gittiği gibi, her defasında Ahmed bin Hanbel ile görüşüp onun ilminden istifade etti. Uzun seyahatleri boyunca öğrendiği hadislerin kaydedildiği kitaplar büyük bir yekun teşkil etti. Gittiği yerlere kitaplarını da beraberinde götürdü. Hadisleri yazmakla kalmayıp hıfzetmeyi de ihmal etmedi. Bağdat’a geldiğini duyan hadisçiler, bazı hadislerin senet ve metinlerini birbirine karıştırarak, değişik bölgelerden gelen âlimlerin huzurunda ve Buhari’nin yanında okudular. Hemen yanlışı fark ederek, hadislerin mahiyetinin öyle olmadığını söyledi. Tek tek okunan hadislerin doğru şeklini okudu. Böylece, nasıl bir hafıza gücüne sahip bulunduğunu âlimlerin huzurunda göstermiş oldu.

Buharî, çok sayıda talebe yetiştirdi. İlim öğrenmeye çalışanlara yakınlaştığı ölçüde devlet adamlarından uzak durdu. Saraylarına gitmemeyi kendisine prensip edinerek, ilmin haysiyetini korumaya ve yüceltmeye çalıştı. İlmin onların ayağına gidemeyeceğini, gerçekten ihtiyaçları varsa, bizzat kendilerinin ilim meclislerine giderek dinlemelerini tavsiye etti. Bildiklerini öğretmede, Peygamber Efendimizin (asm) “Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacaktır” hadis-i şerifini esas aldı.

Kendisini tanıyanların büyük bir hürmet ve saygıyla andığı Buharî, hadis ilminin tartışmasız otoritesidir. Çağdaşı olan hadis âlimi İbnü’l-Medini; “Onun gözleri kendi gibi birini daha görmemiştir” diyerek övmüştür. Risâle-i Nur’da hadis âlimlerinin isimleri verilirken daima ilk önce onun adı gelir: “..beş yüz bin hadisi hıfzına alan Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte-i sahiha ile nakilleri, gözle görmek kadar kat’î...” (Mektubat, s. 119.) Sahabelerin, Kur’ân-ı Kerim’i hıfz etmeden sonra en çok dikkat ettikleri şey, Peygamber Efendimizin (asm) fiil ve hareketleri oldu. Bütün kuvvetleriyle her hareketini izlemeye, her yaptığı şeyin hikmetini öğrenmeye, âdeta Onun gibi yaşamaya çalışmaları oldu. En küçük hareketini takipte ihmal etmediler. Muhaddisler de bu yüce insanların çabalarını bize kadar ulaştırarak büyük bir hizmeti ifa ettiler. İşte bu hizmette en büyük pay sahibi olanların başında Muhammed Buharî gelir. Bu mükemmel hizmetleri neticesinde vücuda getirdikleri eserleri Kur’ân-ı Kerim’den sonra en sahih kitaplar olarak kabul görme şerefine nail oldular. Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şu ifadelere yer verir: “Buharî’de görmek, aynı Sahabeden işitmek gibidir.” (Mektubat, s. 129.) Buharî, hadisleri yazmadan evvel önce bütün kaynakları tespit edip toplar ve çalışmalarında çok titiz davranırdı. Yazdıklarını bizzat kendisi defalarca okuduğu gibi talebelerine de okutarak tashih ederdi. Bazı kitaplarını üç kez yazdığı oldu.

Araştırma Merkezi

24.09.2007


Risâle-i Nur’da nefis

Nefsin en büyük arzusu sonsuzluktur

İ’lem eyyühe’l-aziz!

Nefs-i natıkanın en yüksek matlubu devam ve bekadır. Hatta vehmî bir devamla kendisini aldatmazsa hiçbir lezzet alamaz. Öyleyse, ey devamı isteyen nefis! Daimî olan bir Zatın zikrine devam eyle ki, devam bulasın. Ondan nur al ki sönmeyesin. Onun cevherine sadef ve zarf ol ki kıymetli olasın. Onun nesim-i zikrine beden ol ki, hayattar olasın. Esma-i İlâhiyeden birisinin hayt-ı şuâsıyla temessük et ki, adem deryasına düşmeyesin.

Ey nefis! Seni tutup düşmekten muhafaza eden Zat-ı Kayyûm’a dayan. Senin mevcudiyetinden dokuz yüz doksan dokuz parça Onun uhdesindedir. Senin elinde yalnız bir parça kalır. En iyisi o parçayı da Onun hazinesine at ki rahat olasın.

Derleyen: Baki ÇİMİÇ

24.09.2007


Bitkilerdeki alarm sistemi

Genellikle bitkilerin tehlikeden kaçamayan, dolayısıyla düşmanlarına hemen teslim olan canlılar olduğu düşünülür. Ancak yapılan araştırmalar, durumun düşünülenden oldukça farklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Allah’ın üstün yaratışıyla, bitkiler de diğer canlılar gibi kusursuz taktiklerle düşmanlarından korunmayı başarırlar. Örneğin bitkiler, yapraklarını kemiren böcekleri uzaklaştırmak için zararlı kimyasallar salgılarlar ya da bu böceklerle beslenen avcı böcekleri çeken kimyasal kokular yayarlar. Kuşkusuz bu olağanüstü bir taktiktir. Nitekim tarımsal alanda yapılan faaliyetlerde de bu savunma stratejisi, çok etkili bir yöntem olarak taklit edilmeye çalışılmaktadır. Almanya’daki Max Planck Kimyasal Ekoloji Enstitüsü’nde bitki savunması genetiği alanında çalışmalar yapan Jonathan Gershenzon, bu akılcı stratejiyi gereği gibi taklit edebilirlerse, gelecekte tarımsal ilaçlamaların zehirsiz yapılabileceğini düşünmektedir.

Hazırlayan: Fatih KAYNAR

24.09.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri