Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Devlet iktidarını kim belirleyecek?

Yarın Türkiye, tarihinde 5. kez referanduma gidecek. İlk referandum 1961 Anayasası için yapılmış ve anayasa % 61 ile kabul edilmişti. İkinci referandum 1982 Anayasası’nın % 91 oranında kabulüyle gerçekleşti.

3. referandum 82 Anayasası ile getirilen siyasî yasakların kaldırılması için yapıldı ve 75 bin gibi kıl payı denebilecek bir oy farkı ile kabul edildi. Bir yıl sonra 1988 yılında yapılan referandum ise halkın ret oyu verdiği tek referandumdu. Yerel seçimlerin bir yıl öne alınması ile ilgili olarak yapılan bu referandumda halkın % 65’i hayır oyu verdi. İlk iki referandum (61 ve 82), özgür bir ortamda değil, askeri darbelerin gölgesinde ve referandumda hayır denildiği takdirde askeri yönetimlerin etkisinin daha fazla süreceği endişesi altında gerçekleştirilmiştir. Bu anlamda diğer iki referandumla kıyaslandığında önümüzdeki pazar günü yapılacak referandum Cumhuriyet tarihinin özgür bir ortamda yapılmış en önemli referandumu olacaktır. Çünkü sorulacak soru belki de Cumhuriyet’in en önemli sorusudur. Cumhurun başını kim seçecek? Cumhur mu? Derin ve zinde güçlerin konjonktürü mü? Cumhurbaşkanının Meclis ya da halk tarafından seçilmesi, demokrasinin kurum ve kuralları ile birlikte işlediği ülkelerde aslında o kadar da büyük önem taşımayabilir. Ama Türkiye, kendine özgü koşulları; antidemokratik gelenekleri çok güçlü olan, 80 yıl gibi kısa cumhuriyet tarihine çok fazla darbe ya da darbe girişimleri sığdırmış bir ülke. Cumhurbaşkanı adaylarını silah zoruyla adaylıktan vazgeçirmiş, Meclis’ini kuşatarak belirli bir adayı seçtirmeye çalışmış bir ülke. Son 27 Nisan bildirisi ile bütün bunların çok gerilerde kalmadığını gösteren bir ülke.

Gerçekten de çok partili siyasal hayata geçildiğinden beri cumhurbaşkanlığı seçimlerinin hemen hemen tamamı krizlere neden olmuştur (Tek parti döneminde zaten seçimlerin bir anlamı yoktu). 1950’de, milletvekillerinin merkezden atandığı tek partili siyasal yaşama son verilmiş, Meclis üyelerinin halk tarafından gerçek bir seçimle belirlendiği bir dönem başlamıştı. Bunun ürünü, “Meclis ve hükümet iktidarı”nın halkın tercihleri doğrultusunda şekillendiği bir sistemdi. Fakat “devlet iktidarı”nın başı olarak cumhurbaşkanını belirleme yetkisi doğrudan halka verilmemişti. Üstelik 1950 sonrasında “sorumsuz” cumhurbaşkanının yetkileri, yüksek bürokratların atanmasında, yargıda, kısaca her alanda gittikçe artırıldı. Buna karşılık seçimle gelen ve her seçim döneminde halkına hesap veren siyasal iktidarların yetki alanı gittikçe daraltıldı. Bu anlamda Türkiye’nin 1950’de demokrasiye geçişi, yarım kalmış ya da eksik bir demokrasiydi.

61 ve 82 anayasalarının genlerinde var olan millete güvenmeme ve millet iktidarının etki ve yetki alanı dışında bir “devlet iktidarı” inşa etme çabaları her cumhurbaşkanlığı seçiminde yeniden sürüme sokulmaktadır. Milleti aşan ve onun üstünde bir devlet alanı inşası, seçilecek cumhurbaşkanı üzerinden her seçimde yeniden kotarılmaktadır. İşte bu nedenlerledir ki; olağan dönemlerde ve olağan ülkelerde belki de çok da önemli olmayan cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesi ülkemizin “kendine özgü” negatif koşulları nedeniyle oldukça önemlidir. Referandum, kabul edilirse eğer, Türkiye, tarihinde eksik kalmış bir demokrasi sürecini tamamlamaya yönelik oldukça önemli bir adım daha atmış olacaktır. Bu anlamda 2007 referandumu Türkiye’nin 1950’lerdeki demokrasiye geçişi ile kıyaslanabilecek kadar büyüktür ve etkileri de bir o kadar büyük olacaktır.

Referandum 1950’ler öncesini sürekli özlemle yad edenlere, cumhurbaşkanını belirlemeyi kendilerinde bir hak görenlere de katkılar sağlayacaktır. Kendileri değilse bile çocukları, ülkelerinin her cumhurbaşkanlığı seçimi dönemlerinde karabasan gibi tüm ülkeyi kuşatan 2. sınıf bir yarı demokratik baygınlık halinden, daha demokratik, daha onurlu ve daha saygın bir ülkeye dönüşmesinin mutluluğunu paylaşacaklardır. Meclis’in de cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesi, cumhurbaşkanını daha da güçlendireceği ve parlamenter rejimi tehlikeye düşüreceği kuşkularını artırabilir. A.Necdet Sezer’in, kendisinin seçilmesinden önce, cumhurbaşkanının yetkilerinin kısıtlanması gerektiği yönündeki görüşleri bilinmesine rağmen, seçildikten sonra sonuna kadar kullanmadığı bir yetki herhalde yoktur. Halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı da en fazla bu kadar yetki kullanabilecektir. Kaldı ki bizim sistemimizde güçlü bir cumhurbaşkanı ve güçlü bir başbakan olmasının yaratabileceği sıkıntı en fazla Özal’ın cumhurbaşkanlığı ve Demirel’in başbakanlığı döneminde görülen sıkıntılar kadar olabilir. Bu sıkıntılar, yakın tarihimizde cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yarattığı krizler ve bu krizlerin toplumumuza çıkardığı faturalar ile asla kıyaslanamaz. Güçlü cumhurbaşkanı ve başbakanın yaratabileceği sorunlar, rejimin daha sağlıklı işleyebilmesi çerçevesinde değerlendirilebilecek sorunlar iken, cumhurbaşkanının seçilememesi ya da belirli baskılar doğrultusunda seçilmesi, demokratik bir ortamın varlığı ya da yokluğu ve dolayısıyla rejimin terörize edilmesi ile ilgili sorunlardır.

Bir başka eleştiri, yukarıdaki eleştirinin tam tersine, yeni anayasa çalışmalarında cumhurbaşkanının yetkilerinin daraltılacağı belirtilerek, yetkisiz bir cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin doğru olmadığıdır. Yukarıdaki paragraflarda da belirtildiği gibi, demokrasinin bütün kurumlarca hazmedildiği toplumlarda bu eleştiri haklı olabilir. Bununla birlikte bizim ülkemizde en küçük bir yetki bile elde edenin bu yetkiyi nasıl en olumsuz bir şekilde kullanabildiği herkesçe malumdur. Bunun en somut örneği normalde çalışkan, kendine güvenen ve özgürlükçü akademisyenlerce pek rağbet edilmeyen üniversitelerdeki idarî kadroların Gramsci’ye atıfla “organik” (kent tipi) akademisyenlerin elinde nasıl acımasız bir silaha dönüşebildiğidir. Bu nedenle, sembolik bile olsa, demokrasinin artık bütün kurumlarca yeterince hazmedilmesine kadar cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesinde fayda vardır.

Zaman, 20.10.2007

Dr. Kudret BÜLBÜL

21.10.2007


 

Bu pazar sandığa gitmelisiniz

Bu Pazar günü yıllardır başımıza bela olan, her gündeme geldiğinde neredeyse bir yıllık enerjimizi alıp götüren ve bize ciddi zaman kaybettiren bir önemli sorunumuzun çözümü için sandığa gideceğiz. Sandıkta milletin yüce iradesi bu sorunu da kökten çözüp çöplüğe atacaktır. Düşünün, bugüne kadar 11 kez cumhurbaşkanlığı seçimi yaptık. Yaşım gereği ben 5’ini biliyorum. Her seferinde daha seçime bir yıl kala tartıştık kavga ettik, krizler çıkardık. Hatta cumhurbaşkanlığı seçimini adam gibi yapamadığımız için askerî darbeler oldu. 11’inci cumhurbaşkanlığı seçiminde de gördük ki cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesi yöntemi ile bu iş krize dönüşüyor. Meclisin hür iradesi ile bu seçimi yapmasına ‘örtülü, dolaylı, dolaysız’ müdahale ediliyor. Bu müdahaleler demokrasimizi yaralıyor, kurumlar yıpranıyor, Türkiye üçüncü dünya ülkesi görüntüsü veriyor. Bu sorunu kökten çözmenin yolu cumhurbaşkanını halka seçtirmektir. Demokrasilerde halkın iradesinden daha kıymetli bir karar yoktur. Bu yöntemle seçilen bir cumhurbaşkanına hiçbir kurumun, kişinin itirazı olamaz. Bu sorun da kökten çözülmüş olur. Türkiye Cumhuriyeti devleti 2007 yılını, cumhurbaşkanı seçimini tartışarak ve kriz haline dönüştürerek geçirdi. 2007 yılındaki ekonomik durgunluğun sebebi bu durumdur. Artık bu ayıptan kurtulmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti devleti vatandaşı olarak referandumda ister evet deyin ister hayır, ama bu pazar günü mutlaka sandığa gidin ve oyunuzu kullanın. Bu bir vatandaşlık görevidir, önce kendi görevinizi yapın ki yönetenlerden görev bekleyebilesiniz. 1 saatlik bir fedakârlık yapabilmeliyiz.

Türkiye, 20.10.2007

Nuri ELİBOL

21.10.2007


 

Mutlaka sandığa gidin

Ne olursa olsun, yine de yarın sandığa gitmeliyiz. AKP’ye kızıp, son derece önemli bir hakkımızı kullanmazlık etmeyelim.

İster EVET, ister HAYIR deyin, ancak mutlaka gidin. Zira referandum, demokrasinin halka verdiği en önemli haktır; söz hakkıdır. Bunu hafife almamak gerekir.

Mutlaka gidin...

Posta, 20.10.2007

Mehmet Ali BİRAND

21.10.2007


 

Lütfen sandığa gidelim, sonra ağlamanın faydası olmaz!

Referanduma şunun şurasında 24 saat ya da daha az bir süre kaldı ve fakat çevrede hiç öyle bir referandum heyecanı filan yok!

Gözlemleyebildiğim kadarıyla vatandaşların önemli bir kısmı referandumda oy kullanma için gerekli ön hazırlıkları bile yapmış değil.

Oysa bu referandum ülkemizin ve milletimizin geleceği adına çok çok önemli bir seçim hadisesidir. Hatırlatmakta fayda var, bu referandum Cumhurbaşkanını halkın seçmesine kapı açacak ve vatandaş bundan sonra başbakanı seçtiği gibi cumhurbaşkanını da seçebilecek. Bundan iyisi Şam’da kayısı...

Halkın önemini değerini artıracak bir gelişme bu. Artık sadece siyasi parti liderleri değil, cumhurbaşkanı olmayı düşünen herkes halkın eğilimlerini, düşüncelerini, gelenek göreneklerini, dinini, diyanetini dikkate almak zorunda. E... O halde nedir bu ilgisizlik? Niçin böyle bir referandum için sandık önemsenmiyor?

Tabii bu ilgisizlikte halkın olduğu kadar bu referanduma yol açan gelişmelerle ilgili geçilen sürecin de olumsuz payı var.

Ve Türk Demokrasi Tarihi açısından açılan bu yeni sayfa zinde güçleri de pek memnun etmiyor!

Cumhurbaşkanı’nı halk seçmiş olsaydı Ahmet Necdet Sezer gibi bir isim, bir şahsiyet Cumhurbaşkanı koltuğuna oturabilir miydi!

Türkiye Sezer ile birlikte tam yedi yılını kaybetti. Türkiye yedi yılını kaybeder miydi!

Hatırlayın Sezer’in seçilme sürecini...

TBMM’de üçlü koalisyon var ve koalisyon partileri Meclis içinden hiçbir milletvekili üzerinde uzlaşamayınca Sezer’i getirdiler “Hukukçu, demokrat” bir adam diye. Ve Sezer toplumun her kesimine güzel görünecek birkaç clark çekti ve hooop oturdu koltuğa... Paraşütle!

Yine hatırlayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilme sürecini... 367 Kataküllisini unutmayın. TBMM ne insanları Cumhurbaşkanı seçmiştir. Bazılarının mental problemleri olduğu dahi biliniyor ama pek yazılıp çizilmiyor.

Referandumdan “evet” çıktığı takdirde bundan sonra artık köşk krizleri yaşanmayacak, askerler olaya müdahale edemeyecek, bir kısım güç odakları milletvekillerini siyasi partileri esir alamayacak, paraşütle Cumhurbaşkanı tayin edilemeyecek! Hem böylece Türkiye’de Cumhurbaşkanı olmaya layık en son kişiler de asla Cumhurbaşkanı olamayacak!

Şimdi... Peki böyle olacağı halde CHP ve MHP neden referandumda hayır oyu kullanın diye seçmenine telkinde bulunuyor? CHP’yi anlamak mümkün de MHP neden halkın tercihlerinden çekiniyor?

Doğrusu pek bir anlam veremedim MHP’nin bu tavrına. Seçimlerden hemen sonra yargıçların Meclis’i kilitleyip cumhurbaşkanını seçtirmeme gayretlerini boşa çıkararak demokrasimiz için çok önemli bir görev ifa eden MHP niçin Cumhurbaşkanını halkın seçmesine “hayır” diyor.

MHP tabanı düşünüldüğünde bunun hiçbir anlamı yok, ama parti böyle istiyor! Referandum için AK Parti dışında pek bir gayret gösteren de yok.

Bu referandumun 22 Temmuz seçimlerinden daha önemli olduğunu artık söylemeye bile gerek yok.

Lütfen ihmal etmeyin, gidin sandığa ve cumhurbaşkanınızı kendiniz seçebilmek için oy kullanın! Lütfen sandığa gidin, sonra ağlamak hiçbir işe yaramaz!

Bugün, 20.10.2007

Nuh GÖNÜLTAŞ

21.10.2007


 

Said Nursî kazanır!

Mete Topçuoğlu’nun yolladığı bir anekdotu nakledeyim.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi 27 Mayıs ihtilalinden sonra anayasa yapılırken, Devlet Başkanı Cemal Gürsel’in dileğiyle gündeme gelmişti. O anayasa taslağını hazırlayan ve içinde yığınla Anayasa Hocası olan komisyonun başkanı Ord. Prof. Sıddık Sami Onar hemen Gürsel’e çıkmış ve şöyle demişti..

“Paşam, Türkiye’de laiklik tam anlamıyla benimsenmeden böyle bir karar çok tehlikelidir. Saidi Nursi adaylığını koyar ve kazanır!..”

Gürsel teklifini geri almıştı.

Sabah, 20.10.2007

Hıncal ULUÇ

21.10.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri