Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 23 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Sana o dâvâcıların haberi geldi mi? Onlar duvardan mescide tırmanmışlardı.

Sâd Sûresi 21

23.12.2007


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

İyiliği neticelendirmek ona başlamaktan daha fazîletlidir.

Câmiü'sSağîr, c: 1, no: 554

23.12.2007


Büyük bayramın arefesi

Aziz, sıddık, fedakâr kardeşlerim,

Çok yerlerden telgraf ve mektuplarla bayram tebrikleri aldığım ve çok hasta bulunduğum için, vârislerim olan Medresetü’z-Zehrâ erkânları benim bedelime hem kendilerini, hem o has kardeşlerimizin bayramlarını tebrik etmekle beraber, âlem-i İslâmın büyük bayramının arefesi olan ve şimdilik Asya ve Afrika’da inkişâfa başlayan ve dört yüz milyon Müslümanı birbirine kardeş ve maddî ve mânevî yardımcı yapan İttihâd-ı İslâmın, yeni teşekkül eden İslâmî devletlerde tesise başlamasının ve Kur’ân-ı Hakîmin kudsî kanunlarının o yeni İslâmî devletlerin kanun-u esasîsi olmasından dolayı büyük bayram-ı İslâmiyeyi tebrik ve dinler içinde bütün ahkâm ve hakikatlerini akla ve hüccetlere istinad ettiren Kur’ân-ı Hakîmin, zuhura gelen küfr-ü mutlakı tek başıyla kırmasına çok emareler görülmesi ve beşer istikbalinin de, bu gelen bayramını tebrikle beraber, Medresetü’z-Zehranın ve bütün Nur talebelerinin hem dâhil, hem hariçte, hem Arapça, hem Türkçe Nurların neşriyâtına çalışmalarını ve dindar Demokratların bir kısm-ı mühimmi Nurların serbestiyetine taraftar çıkmalarını bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.

Bu sene hacıların az olmasına çok esbap varken, 180 binden ziyâde hacıların o kudsî farîzayı ve din-i İslâmın kudsî ve semavî kongresi hükmünde olan bu hacc-ı ekberi büyük bir bayramın arefesi noktasında olarak bütün ruh u canımızla tebrik ediyoruz.

Emirdağ Lâhikası, s. 336

***

Hacı Seyyid, kendi gözüyle Asâ-yı Mûsâ mecmuasını, kabr-i Peygamberî (asm) üzerinde görmüş. Demek makbul-ü Nebevî olmuş ve rızâ-i Muhammedî (asm) dairesine girmiş.

Hem niyet ettiğimiz ve buradan giden hacılara dediğimiz gibi, Nurlar, bizim bedelimize o mübârek makamları ziyâret etmişler; hadsiz şükür olsun. Nurun kahramanları bu mecmuaları tashihli olarak neşretmeleriyle, pekçok fâidelerinden birisi de, beni tashih vazifesinden ve merakından kurtardığı gibi; kalemle yazılan sâir nüshalara tam bir me’haz olmak cihetinde yüzer tashihçi hükmüne geçtiler. Cenâb-ı Erhamürrahimîn, o mecmuaların herbir harfine mukabil, onların defter-i hasenâtlarına bin hasene yazdırsın. Âmin.

Târihçe-i Hayat, s. 505

Bediüzzaman Said NURSÎ

23.12.2007


Arayışlarım bitmedi, devam ediyor (2)

Tahta bavulumu elime aldım. “Hacı Bayram Camii”ni sordum. Tarif ettiler. Meğer yakınmış. Yürüye yürüye gittim. Camiden aşağı kitabevleri yan yana sıralanmıştı. Önünde dar bir yol camiye doğru uzanıyordu. Kitabevi levhalarını okumaya başladım: Kardeşler Kitabevi, Nur Kitabevi...

Aradığım kitabevini hemen bulmuştum. Buraya kadar kolay oldu. İçeri girdim. Kasada orta yaşlı birisi oturuyordu. Aradığım kişi o olabilirdi. Selâm verdim. Sonra “İbrahim Kaya Ağabeyi aradığımı” söyledim.

“Benim” dedi. Hedef üzerinde birinci noktayı bulmuştum. Sırada hedefim vardı. Yani dershaneyi soracaktım. Onu nasıl öğrenecektim? Beklemeye vaktim de yoktu.

“Burada bir nur dershanesi varmış, oraya gideceğim” dedim. Doğrusu dershanenin yerini hemen öğrenmek kolay olmadı.

Hedefe ulaşmak zorundaysanız, yollara döşenen engelleri bilmek ve bunlara katlanmak zorundasınız demektir.

Vaktiyle Bediüzzaman’a şöyle bir soru sorulur: “Madem sizin elinizdeki nurdur, topuz değildir. Nura karşı muâraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz, çok nurlu risâleleri halklara gösterilmesini men ediyorsunuz?”

Bu soruya karşı verilen cevap da enteresandır: “Baştaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz, yanlış mânâ verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tamah veyahut havf cihetiyle nuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için, kardeşlerime de tavsiye ediyorum ki, ihtiyat etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhâmını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.” (Bakınız: Lem’alar, 16. Lem’a, s. 271)

Ulus-27 dershanesini öğrenme yolunda sorgu faslı başlamıştı: “Sen kimsin, nereden geliyorsun, burayı nasıl buldun, seni kim gönderdi, benim ismimi sana kim verdi?!..”

Meğer İbrahim Ağabey tedbirli davranıyormuş. Nereden bilebilirdim? Görünüşte çocuktum. Ama yine de emin olmak gerekiyormuş. Kendimi tanıtmaya çalıştım: “Adana’dan geliyorum. Orada orta okulda okuyorum. Abdullah Yeğin Ağabeyi tanıyorum. Derslerine katıldım. Çankırılı’yım. Buranın adresini Adana’da verdiler...” Dilimin döndüğü kadar kendimi anlatmaya çalıştım. Güvenini kazandım galiba.

Fazla vaktim yoktu. Biraz daha sabırla bekledim. Çankırı’ya da gidecektim. Bir an evvel dershanenin yerini öğrenmek istiyordum. Acelem vardı.

Sonra kapının önünde eliyle dershanenin yerini tarif etmeye başladı: “Buradan şu yoldan, sağdan aşağı doğru yürü... Oradan sağa dön. Solda 27 numaralı ev. Üç katlıdır. Alttaki zili çal.”

Tarife uyarak bir elimde tahta bavul, tekrar yürümeye başladım. Sokağı buldum. Uzak sayılmazmış. Numaraları okumaya başladım. 27 numaralı evi de buldum. Tarife uygun olup olmadığına dikkat ettim. Adres doğru idi. Eski Ankara evleri dediğimiz ahşap üç katlı mütevazi bir evmiş. Bir an heyecanlandım. Etrafı hafifçe süzdüm. Sakin görünüyordu. Dış kapısı bana Adana’daki dershaneyi hatırlattı. Zili çaldım. Beklemeye başladım. Bir ara yanımdaki pencerenin perdesinin kımıldadığını fark ettim. Küçük bir kontrolden daha geçmiştim. Kapı “tık” diye açıldı. İçeri adımımı attım. Küçük bir giriş kısmı. Karşımda üç kapı daha vardı. Biraz sonra soldaki kapı açıldı. Güler yüzlü bir baş uzandı.

(Devamı var)

Ahmet ÖZDEMİR

23.12.2007


Müyessir

Allah (c.c.), Müyessir’dir. Yani, kullarına işleri kolaylaştırır. Emirlerinin uygulanmasını müyesser kılar. Dîninin yaşanmasında kolaylıklar sağlar. Mahlukâtı için hayatı kolaylaştırır. Hayatın dayanılmaz dertlerine karşı sabır ve esenlik lütfeder. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) haber verdiği Müyessir ismi, Kur’ân’da fiil türevleriyle mevcuttur.1

Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Biz Kur’ân’ı zikir için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?”2 Bir diğer âyette Cenab-ı Hak, “Öğüt alırlar diye Kur’ân’ı senin dilinde kolaylaştırdık.”3 Başka bir âyette, “En kolay olanı sana kolaylaştırırız,”4 diğer bir âyette, “En kolay olanı kolaylaştıracağız,”5 bir başka âyette ise, “En zor olanı kolaylaştıracağız”6 buyurur.

Allah Resûlünün (a.s.m.), “Din kolaylıktır”7 hadisinin de beyanıyla dinde zorluk olmadığını belirten8 Bedîüzzaman, tevhid inancında mutlak kolaylık, şirkte ve dalâlette büyük müşkülât ve zorluk bulunduğunu kaydeder.9 Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, varlıkların îcadı ve yaratılması Sâni-i Hakîkîye verilse kâinat bir ağaç gibi, ağaç bir çekirdek gibi, Cennet bir bahar gibi ve bahar bir çiçek gibi kolayca meydana gelir.10

Bedîüzzaman’a göre, hayatta görünen sonsuz kolaylığı ve ucuzluğu vahdete, yani Yaratıcının bir olmasına borçluyuz.11 Aksi takdirde vahdetten kesrete gidilse idi, yani bu kâinata bir Allah yerine çok eller karışmış olsa idi, bu görünen kolaylık ve ucuzluk olmayacaktı; düzen esastan bozulacaktı.

Nasıl ki, vahdet sırrı ile hayat maddeleri bir kökten, bir merkezden ve bir kanun ile verilen bir ağaç, hayatını kolaylıkla sürdürmekte, rahatlıkla binler meyve vermekte, idâresi ve teşkilâtı bir meyve kadar kolay olmaktadır. Eğer, her bir meyveye lâzım olan hayatî maddeler başka yerlerden ve başka kaynaklardan verilse idi, her bir meyve bir ağaç kadar müşkülâtlı olacak, bir tek çekirdek bir ağaç kadar zor olacaktı. İşte, bir Allah’ın kudretiyle sayısız varlıkların vücuda gelmesi, şirkte ve çok elde tek bir şeyin vücuda gelmesinden çok daha kolay bulunmaktadır.12 Görüldüğü gibi, küfür ve dalâlet yolu akıl ve mantık bakımından da oldukça zor ve müşkülâtlı; îmân, ubûdiyet ve hidâyet yolu ise gayet kolay ve şüphe götürmez derecede açıktır.13

(Risâle-i Nur’da Esma-i Hüsna)

Dipnotlar:

1- Mecmuatü’l-Ahzab, 2: 238

2- Kamer Sûresi: 17, 22, 32, 40

3- Duhan Sûresi: 28

4- A’lâ Sûresi: 8

5- Leyl Sûresi: 7

6- A.g.s., 10

7- Keşfü’l-Hafâ, c. 1, s. 414

8- Sözler, s. 250

9- Lem’alar, s. 252

10- A.g.e., s. 251

11- A.g.e., s. 251-252

12- A.g.e., s. 252; Mektubat, s. 238

13- Lem’alar, s. 82

23.12.2007


Esas hasta benmişim

Bir gün Cüneyd-i Bağdadî’nin gözlerinde ağrı meydana geldi. Tabip çağırdılar. Hıristiyan bir tabip geldi.

Tabip Hazret-i Cüneyd’i muayene etti ve:

“Gözlerinize su değdirmeyeceksiniz.” dedi.

Cüneyd-i Bağdadî:

“Su değdirmesem nasıl abdest alırım?” deyince, tabip:

“Gözleriniz size lâzım ise su değdirmeyeceksiniz.” dedi.

Cüneyd-i Bağdadî abdest almaktan geri kalmadı. Gözlerini sadece abdest suyundan korumadı; diğer sulardan korudu.

Bir gün namazdan sonra bir miktar uyumuştu. Uyandığında gözlerinde hiç ağrı kalmadığını hissetti. O anda bir ses duydu. Ses:

“Ya Cüneyd! Sen ibadeti sağlığına tercih ettin, biz de senden o ağrıyı aldık.” diyordu.

Bir zaman sonra Hıristiyan tabip tekrar geldi. Hazret-i Cüneyd’in gözlerini tamamen iyileşmiş bulunca:

“Aferin! Sözümü dinlemişsin!” dedi.

Hazret-i Cüneyd:

“Abdestin dışında gözlerime su değdirmedim. Ama abdest suyundan da esirgemedim” dedi.

Tabip şaşırmıştı. Hayretinden:

“Nasıl olur? Bu gözlere su değince ağrının şiddetlenmesi lazımdı!” dedi. Ardından:

“Her halde iman gücü dedikleri şey bu olsa gerek!” diye iç geçirdi.

Biraz düşündükten sonra:

“Esas ağrıyan göz sizinki değil benim gözlerim imiş. Hakikatleri göremeyen benmişim!” dedi. Ardından Hıristiyan tabip Cüneyd-i Bağdadî’nin elini öptü ve iman etti.

Süleyman KÖSMENE

23.12.2007

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri