Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

ÂYET-İ KERİME MEÂLİ

Öyleyse azap gelmeden önce Rabbinize dönün ve Ona teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz.

Zümer Sûresi: 54

12.03.2008


HADİS-İ ŞERİF MEÂLİ

Başkalarının iyilik ve ihsanda âdil davranmasını istediğiniz gibi, siz de hediye vermede çocuklarınız arasında âdil davranınız.

Câmiü's-Sağîr, c: 1, no: 658

12.03.2008


Meşrutiyet, hakikî adalet ve meşveretten ibarettir

Ey paşalar, zabitler!

Hapsimi iktiza eden cinayetlerin icmâli:

Medar-ı iftiharım olan mehasinim, şimdi günah sayılıyor. Artık nasıl itizar edeyim, mütehayyirim.

Mukaddeme olarak söylüyorum: Mert olan cinayete tenezzül etmez. Şayet isnad olunsa cezadan korkmaz. Hem de haksız yere idam olunsam, iki şehid sevabını kazanırım. Şayet hapiste kalsam, böyle hürriyeti lâfızdan ibaret bulunan gaddar bir hükûmetin en rahat mevkii hapishane olsa gerektir. Mazlumiyetle ölmek, zâlimiyetle yaşamaktan daha hayırlıdır. Bunu da derim ki:

Siyaseti dinsizliğe âlet yapan bazı adamlar, kabahatini setr için başkasını irtica ile ve dinini siyasete âlet yapmakla itham ederler. Şimdiki hafiyeler eskisinden beterdirler. Bunların sadakatine nasıl itimad olunur? Adalet onların sözlerine nasıl bina olunur?

Hem de cerbeze ile, insan adalet yaparken zulme düşüyor. Zirâ insan kusursuz olmaz. Fakat uzun zamanda ve efrad-ı kesîre içinde ve tahallül-ü mehasinle tâdil olunan müteferrik kusurları cerbeze ile cem edip bir zaman-ı vahidde bir şahs-ı vahidden sudurunu tevehhüm ederek şedid cezaya müstehak görür. Halbuki bu tarz, bir zulm-ü şedîddir.

Şimdi gelelim on bir buçuk cinayetlerimin tâdâdına:

Birinci Cinayet: Geçen sene bidayet-i Hürriyette elli-altmış telgraf umum şark aşiretlerine Sadâret vasıtasıyla çektim. Meâli şu idi:

“Meşrutiyet ve kanun-u esasî işittiğiniz mesele ise, hakikî adalet ve meşveret-i şer’iyeden ibarettir; hüsn-ü telâkki ediniz. Muhafazasına çalışınız. Zira dünyevî saadetimiz Meşrutiyettedir. Ve istibdattan herkesten ziyade biz zarardîdeyiz.”

Her yerden bu telgrafların cevabı, müspet ve güzel olarak geldi. Demek vilâyat-ı şarkiyeyi tenbih ettim, gafil bırakmadım. Tâ yeni bir istibdat onların gafletinden istifade etmesin. Neme lâzım demediğimden cinayet işledim ki, bu mahkemeye girdim.

Divan-ı Harb-i Örfî, s. 20-22

Lügatçe:

mütehayyir: Hayrete düşen, şaşıran.

efrad-ı kesîre: Çok kişiler.

tahallül-ü mehasin: Güzel hallerin bozulması.

müteferrik: Ayrı ayrı.

zaman-ı vahid: Tek bir zaman.

şahs-ı vahid: Tek bir şahıs.

sudur: Meydana çıkma.

zulm-ü şedîd: Şiddetli zulüm.

bidayet-i Hürriyet: Hürriyetin başlangıcı; (1908) Hürriyet’in (II. Meşrutiyet) ilân edildiği zaman.

Sadâret: Sadrâzamlık.

meşveret-i şer’iye: Dine, şeriata uygun olarak yapılan meşveret.

hüsn-ü telâkki: İyi anlayış, iyi kabul ediş, güzel telâkki etmek.

istibdat: Baskı.

zarardîde: Zarar görmüş.

vilâyat-ı şarkiye: Doğu illeri.

12.03.2008


Rızık nedir?

Rızık, Allah’ın herkese nasip ettiği, hayatının devamını sağlayan nimetler olarak tarif edilmektedir. Nimetler, hayatın hizmetinde ve hayatın devamını sağlamak için çalışmaktadırlar. Rızkın hizmet edip devamını sağladığı hayatı da iki kısma ayırmak gerekmektedir. Biri maddî hayat, diğeri de mânevî hayattır. Her ikisinin de kendine has, kendine özgü beslenme şekilleri vardır. Maddî hayatın beslenme şekilleri ve sebepleri maddî olduğu gibi, mânevî hayatın beslenme şekilleri de kendi şartlarına göre, kendi standartlarına özeldir.

Maddî vücut, hayatın şu âlemde görünen evi ve elbisesi gibidir. Vücut, hücre denen yapı taşlarından yapılmaktadır. Bu yapı taşları, yaşlandıklarında, hizmetini tamamladıklarında, nöbet görevini yerine getirdiklerinde yenileri ile değiştirilmektedir. Bu hücreler, vazifelerine devam ettikleri müddetçe beslenmeye ihtiyaçları vardır. Yerine yenilerinin gelmesi için de beslenmeye ihtiyaç vardır. Yani bu hücreleri bir devletin memur kadrosu gibi düşünürsek, onların hem geçimini sağlamak, hem de emekli olduklarında veya öldüklerinde, yenilerinin alınmasına benzemektedir. Bunların yapılması için sürekli bir gelirin olması lâzımdır. Hem ihtiyaçları giderilsin, hem yenileri temin edilsin.

Allah, insana iştihalı bir mide vermiştir. Bütün midelerden, “Rezzak” ismine, yani Allah’ın rızık verici ismine yükselen bir duâ ve istek vardır. Allah’ın Rezzak ismi bütün varlıklara rızık vermektedir. Rezzak ismi güneş gibidir. Güneş, kurallarına uygun şekilde karşısında duran her şeyi nasıl aydınlatıyorsa, Rezzak ismi de usûlüne uygun şekilde rızık isteyenleri aç bırakmayacaktır. Kurallarına uygunluktan maksat, rızka muhtaç varlıkların içinde bulunduğu şartlar ve rızkı arama biçimleridir. Rızkı arayanların sahip oldukları güç ve kuvvet, rızkın gelmesi konusunda önemli bir faktördür.

Rızık, rızka muhtaç olanların, rızıklarını arayabilecekleri güçleri ile ters orantılıdır. Âcizlik arttıkça rızkın gelişi kolaylaşmakta, acizlik azaldıkça da zorlaşmaktadır. Anne karnındaki bir yavrunun rızkı, hiçbir çabaya gerek kalmadan doğrudan kendisine ulaşmaktadır. Rezzak isminin onun hakkındaki tecellisi böyledir. Yeni doğmuş bir yavrunun rızkı, hiç ummadığı bir yerden, ummadığı tarzda kendisine ulaşmaktadır. Ancak, ağzını kıpırdatıp emmesi gerekmektedir. Yavru büyüdükçe, rızkına ulaşması belli çabalar istemektedir. Kendi gayretine, anne babasının çabaları da eklenmektedir. Çünkü, kendi imkânları ile rızkını temin etmesi mümkün olmadığı için, Allah’ın rahmeti, anne babasının şefkatini ona bir hizmetkâr olarak göndermektedir. Şefkat de ona bir rızk olarak gelmektedir. Biraz daha büyüyüp kendi işini kendisi görecek hale geldiğinde, anne babası da geriye çekilmekte, kendi gücüyle rızkını aramak mecburiyeti doğmaktadır. Kendisi küçük ve aciz iken ayağına gelen rızk, şimdi kişiyi kendi ayağına gelmeye zorlamaktadır. Küçük ve aciz iken rızkı kendisini arıyordu, büyüyüp güçlendikçe kendisi rızkını aramak zorunda kalmaktadır.

Rızık taahhüt altında mıdır?

“Yeryüzünde yürüyen ve kendi rızkını yüklenemeyen nice canlının ve sizin rızkınızı Allah verir.”1

“Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.”2

Şu âyet meâllerinden anlaşıldığına göre, rızk Allah’ın taahhüdü ve garantisi altındadır. Açlıktan ölmek yoktur. Halbuki, dünyanın birçok yerinde, birçok insan açlıktan ölmektedir. Hem rızk garanti altında bulunsun hem de açlıktan ölümler olsun, bu bir çelişki değil midir?

Allah’ın rızkı garanti etmesi ve taahhüt altına alması doğrudur. Yukarıda açıklandığı gibi rızka muhtaç kullarının âcizlik döneminde rızıklarını ayağına kadar göndermektedir. Hiçbir çabaya gerek kalmadan bunu yapmaktadır. Doğmamış çocuğun rızkını anne karnında anne aracılığı ile göndermektedir.

İkinci kısım garantiyi ise, rızkı kullanacak olanların vücutlarında depolamak sûretiyle yapmaktadır. Bugün tıbbın bildirdiğine göre, vücutta iç yağı tarzında rızık depolanmaktadır. Ayrıca her hücrenin içinde ikinci bir depolama yapılmaktadır. Bu iki ambarda depolanan rızık, en az kırk gün o kimseye yetecek durumdadır. Bazen bu durum yetmiş güne kadar da çıkmaktadır. Bu kadar süre içinde bir defa olsun bir yiyecek bulmak her zaman mümkündür.3

Allah’ın taahhüt edip garanti altına aldığı rızık bunlardır. Bunun dışındaki rızık elde etme işi, birçok sebebe bağlıdır. Kul çalışacak, işlerini iyi yapacak, Allah’ın hikmeti de yanında olacak, arkasından bol rızık gelecek veya gelmeyecek. Buradaki kazanç imtihana tabidir. Azlığından veya çokluğundan dolayı sabır ve şükür ile imtihana tâbi tutulacaktır. Onun için bu kısım garanti dışıdır. Kazandıklarından ve kazanma biçimlerinden imtihana ve sorguya çekileceklerdir. Şu da bir gerçektir, Allah hiçbir emeği karşılıksız bırakmaz. Emek kimden gelirse gelsin, ister inanandan ister inanmayandan, fark etmez, Allah emeğin karşılığını verecektir.

Maddî rızkın yanında bir de mânevî rızık vardır. Bu mânâda, varlıklara verilen her şey bir rızıktır. Hayatından hissiyâtına, duygularına kadar her şey rızıktır. Hayat bir mide gibidir. Göz, kulak, akıl gibi ellerle o midenin beslenmesi gerekmektedir. İslâmiyet ve iman ile o hayatı bir bütün haline getirmiştir. Bu sayede insan, bütün kâinatla barışık hale gelmiştir. Allah’ın isimlerinin tecellîleri sayısınca dostluklar ve arkadaşlıklar kurulmuştur. Çünkü her şey onun emri ve izni ile hareket etmektedir. Bu zincirin bir halkası da kendisidir.

Bunların bir kısmı belli çağa kadar yine garanti altına alınmıştır. Ergenlik çağından önce vefat eden insanların, hiçbir sorumluluğa, sorgulamaya tabi tutulmadan Allah’ın rahmetine ve Cennetine kavuşmaları onlar için bir garantidir. Ergenlik döneminden sonraki kısım ise, imtihana tabi olduğu için orada garanti yoktur. Burada kulun davranışlarından ve tercihlerinden hesaba çekilmesi söz konusudur.

Garanti kapsamı dışındaki rızkın kefili şükürdür. Kullar şükretmeye devam ettiği sürece, nimetler de gelmeye devam edecektir. Maddî ve mânevî her türlü nimetin artmasını sağlayan iksir, şükürdür. Şükredenlere, Allah’ın va’di var, nimetlerini artıracaktır.4 Bu va’d geneldir, maddî ve mânevî rızıkları kapsamaktadır. İman, ne kadar sağlam ve bilerek yapılırsa, manevî olarak, elde edilecek netice de o kadar artacaktır. Duygulara ve hissiyata kadar uzanan bir imanı yok etmek elbette kolay değildir. Malın, zekât ve sadakalarının verilmiş olması, onun şükrünü yerine getirme anlamına gelmektedir. Bunların tersi olan şükürsüzlük ise, nimetlerin azalmasına ve fakirleşmeye sebeptir. Zekât, o malın içindeki kul hakkıdır. Kul hakkı yiyenler iflah olmazlar.

Varlıkların merkezinde hayat vardır. Hayatın merkezinde de rızık vardır. Onun için her varlık, aşk derecesinde rızkın peşinde koşmaktadır. Meşrû dairede kalarak rızkı aramak, rızkı verene karşı bir şükürdür ve önemli bir ibadet kabul edilmektedir. Rızkın merkezinde de şükür vardır.

Dipnotlar:

1- Ankebut Sûresi, 29:60.

2- Zâriyat Sûresi, 51:58.

3- Nursî, Bediuzzaman Said, Lem’alar, s. 67

4- İbrahim Sûresi 72/7

Ali Sarıkaya

12.03.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri