Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sivil Toplum

Özgürleşme sivil iradeyle mümkün olur

Sivil Toplum dergisine konuşan Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, demokratikleşmedeki badirelerimizin büyük bir kısmının sivil irade zaafından kaynaklandığına dikkat çekti.

* Siyaset ve sivil toplum kuramsal ve pratik olarak birbiriyle nasıl ilişkilendirilebilir?

Türkiye toplumunda özellikle de Tanzimat’tan sonra devlet, modernleştirme iradesinin de teşvikiyle toplumu tanzim etme tutkusunu iyice yoğunlaştırmış ve topluma neredeyse hiç özerk alan bırakmamıştır. Cumhuriyet Türkiye’si bu eğilimin zirvesidir. Cumhuriyet dönemi, sivil toplumun yok edildiği bir dönemdir. Yakın yıllara kadar Türkiye’de neredeyse bütünüyle devletin kurguladığı bir toplum vardı. Devlet eliyle modernleştirme çabası sağlıklı bir sivil toplum için daha müsait bir toplumsal-kültürel zemini büyük ölçüde tahrip etmiştir. Toplum—sosyolojik anlamda söylüyorum—inisiyatif kullanma yetisini kaybetmiştir. Ve hâlâ aynı tıkanıklık devam ediyor. Türkiye’de olup biten siyasî kavganın özü, toplumu kontrol etme tekelini elinden kaybetmeme mücadelesinden başka bir şey değildir. Şöyle de diyebiliriz; devlet epeyce bir süredir, toplumun kendi elinin altından kaymaya başladığını görmenin telâşı ve aceleciliğiyle hareket etmektedir.

* Türkiye’de, devlet ve toplum kültürü ile sivil toplumun ilişkisinin tarihi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de, demokratikleşme sürecini devlet başlatmış değil, zaten var olan bir süreci frenlemeye çalışıyor devamlı surette… Bugünkü Türkiye’nin resmî iddiası nedir? Osmanlı’ya göre çok daha çağdaş-ileri olduğunu iddia ediyor. Peki bugün Türkiye’de Kürt Teâli Cemiyeti diye bir cemiyet kurabilir misiniz? Meşrutiyet dönemi Türkiye’sinde kurulabiliyordu. İlk işçi örgütlenmeleri, sendikalar, komünist hareketler de o dönemde başlamıştır. Bunların hepsi Cumhuriyet’le birlikte baskı altına alınmış, büyük ölçüde yok edilmiştir. Toplumun kendiliğinden oluşturduğu kurumsal yapılar zayıflatılmış ve bu gayret 1930’larda zirve noktasına ulaşmıştır. Son kırıntılar da otuzlu yıllarda bitirilmiştir. Zaten 1924’te vakıfların, tekkelerin, zaviyelerin kapatılması, vakıfların devletleştirilmesi, eğitimin resmîleştirilmesi çok önemli ölçüde sivil olabilecek bütün odakları ortadan kaldırdığı gibi, geri kalan son birkaç kurumu da otuzlu yıllarda ortadan kaldırmıştır. 1946’dan sonra peyderpey ulusal ve uluslar arası şartların zorlamasıyla Türkiye demokratikleşmeye başladı. Ama ondan sonra da devlet sürekli askerî müdahalelerle bu gelişmeyi kontrol etmeye çalıştı.

* Devlet seçkininin en temel vasıfları nelerdir?

Demokratikleşmenin Türkiye’de olması için her şeyden önce devletin ideolojik saplantıdan vazgeçmesi gerekir. Zaten ulusal devletlerin tabiatında var olan merkezîleştirme, yönlendirme, tanzim etme tutkusunu zirvesine çıkaran, katmerli hâle getiren bir ilâve faktör olarak işlev görüyor ideolojiler. Başka bir ifadeyle, Türkiye’de devlet sadece kontrol etmek istemiyor, ayrıca bunu kendi tesis ettiği belli bir ideolojik kalıp doğrultusunda gerçekleştirmek, toplumun gidiş yönünü de belirlemek istiyor. Toplumu bu değişmez kalıbın içine sığdırmaya çalışıyor. O bakımdan Türkiye’nin demokratikleşebilmesi, toplumun özerkleşebilmesi için Kemalizmin ve milliyetçiliğin ehlîleştirilmesi lâzım. Yani, devletin güç kullanmasını meşrûlaştırıcı araçlar olmak yerine, siyasî yarışmanın veya toplumsal çoğulculuğun kendiliğinden bir unsuru hâline gelirlerse işimiz önemli ölçüde kolaylaşır. Yoksa, seçkinci devlet ideolojisinin insan haklarıyla ve sivil toplumla ya da toplumun herhangi bir talebiyle bağdaşmasının mümkün olmadığı açık.

* Sivil toplumu geliştirelim derken neyi kastettiğinizi açıklığa kavuşturabilir miyiz?

Sivil toplumu illâ politik olarak anlamazsak işimiz biraz kolaylaşır. Sadece politik alanla ilişkili toplumsal örgütlenmeler ve faaliyetler sivil toplum adına önemseniyor Türkiye’de. Bu aslında sivil toplumu bir biçimde devlete daha da bağımlı hâle getiren bir şey. Şimdi sivil toplum asıl politik olmayan ilgilerin daha baskın olduğu bir örgütlenme yapısıdır. Bu toplumun kendi ayakları üstünde durmasını, devletten bağımsız hareket etmesini daha da kolaylaştıracaktır. O bakımdan çok enteresan bir paradoks var burada. Bir taraftan biz sivil toplum olarak politikayı, kamusal alanı sahiplenmeliyiz ve onu devletin tasallutundan kurtarmalıyız. Ama öte yandan da bizim yegâne ilgimiz politik olmamalıdır; meselâ, iktisadî olmalıdır, sosyal olmalıdır, hayrî faaliyetler olmalıdır, bizatihi değerli olan etkinliklerimiz olmalıdır. İllâ politik olanları değil, kendimiz için değerli olan şeyleri ne kadar çok yapabilirsek, kendi kurumlarımızı hayatta tutabilecek mekanizmaları ve kurumları iktidardan bağımsız olarak ne kadar kontrol edebilirsek o ölçüde sivil ve özerk olabiliriz. Ancak böyle olursak devletin “höt” demesiyle kolayca geri adım atmayan bir toplumsal bilinç geliştirebiliriz. Şimdi bu bilince çok ihtiyacımız var. Demokratikleşme çabalarımızın sıkça akamete uğramasının, devletin “Orada dur bakalım!, Haddini bil” demesiyle birlikte hemen geri adım atmamızın sebebi bu bilincin eksikliğidir.

* Sizce Türkiye özgürleşebilir mi?

Çok önemli buluyorum sivil iradeyi. Çünkü demokratikleşmedeki badirelerimizin büyük bir kısmı bu irade zaafından kaynaklanıyor. Sivil toplumla ilgili, siyasal kültürle ilgili sorunlar var, silahlı kuvvetlerin ve devletin seçkinlerinin kendi görevini algılama biçiminin problemli olmasından kaynaklanan sorunlar var. Silâhlı kuvvetlerin görevlerini algılama biçimine etki eden ve onu destekleyen kültürel faktörler yanında silâhlı kuvvetlerin kendi içindeki eğitim sisteminin kesinlikle yeni baştan ve sivil irade tarafından ayarlanması, düzenlenmesi gerekir. O eğitimden çıkan insanlar Türkiye’de silahlı kuvvetler personeli olmaya devam ettikleri sürece de Türkiye’nin rahat nefes alması ve biraz daha demokratikleşmesi son derece zor. Subaylarda şöyle bir psikoloji mevcut: “En vatansever biziz!” Askerler görevlerini, “Biz sadece anayasanın bize verdiği görev olan ülkemize saldırı olursa—o da siyasî makamlar bize görev verildiği zaman—harekete geçeriz” şeklinde değil de, ideolojik olarak algılıyorlar. Kendilerini devletin ideolojik karakterinin sürekliliğini sağlamanın güvencesi olarak görüyorlar. Kendilerini toplumun hizmetindeki bir araç olarak değil, bir cemaat gibi, ayrıcalıklı ideolojik donanımı olan, misyon sahibi bir cemaat gibi gören bir anlayışla karşı karşıyayız. Böyle devam ettiği sürece demokrasi dâvâsında işimiz zordur.

(Sivil Toplum Dergisi, Sayı: 4)

07.04.2008


Avukatlar Günü ve Bekir Berk

5 Nisan Avukatlar günü… Bu yazıyı okuduğunuzda üzerinden iki gün geçmiş olmakla birlikte bütün avukatların, hukuk fakültesi mezunlarının, bu özel gününü kutluyorum.

Kısa olarak 5 Nisan’ın geçmişine bakacak olursak; başka tarih ve düşünceler olmakla birlikte ağırlık kazanan görüş “5 Nisan 1878’de yapılan İstanbul Barosunun ilk Genel Kurulu” yıldönümlerinin Avukatlar Günü olarak kutlanması şeklinde olmuş. Önce İzmir Barosunun sonra da TBB’nin aldığı kararla bugün kutlanmaya başlanıyor.

Adil yargılama oluşması için hâkim, savcı ve avukat üçlüsünün vazgeçilmez bir biçimde görevlerinin sınırlarını, yetkilerini bilmeleri ve uygulamaları gerekiyor. Eski bir sözde ‘savcı, hakim olup karar verecek olduktan sonra hükümden bir umut beklemeye gerek yok’ der. Adaletin tam tecelli edebilmesi, geri dönülemez veya tazmin edilemez hatalara düşülmemesi için temel ilke savunma hakkının tam ve eksiksiz kullanılabilmesinin sağlanmasıdır.

Bu hakkın kullanılmasının başında ise “Aksi ispat edilene kadar herkesin suçsuz” olması gelir. Yani eskilerin deyimi ile “Beraat-i zimmet asıldır.” Bunun sağlanması için “sanık veya sanıkların” haklarını bilmeleri ve haklarını kendi yerlerini bilecek, koruyacak, savunacak, geliştirecek temsilcilere, vekillere daha açık ifadeyle avukatlara ihtiyaçları vardır.

Burada savunma için esas olan gerçeğin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanmasıdır. Aksi halde adalet her ne pahasına olursa olsun, mahkemede dâvânın kazanılması değildir. Sanık-mağdur-suçlu psikolojisinin hangi safhasında olursa olsun, avukat arayan kişilerin ülkemizde ilk sordukları şeylerden biri de yüksek yerlerde tanıdıkları olup, olmadığıdır. Avukatın bu bağlantısı olduğuna ikna olunması halinde hukuk bilgisi veya daha önce benzer dâvâlardaki başarısı göz ardı edilen bir durum sergilendiği ne yazık ki yaşadığımız ahlâk erozyonunun bir yansımasıdır.

Savunma hakkının kullanılabilmesi için imkânları olmayan sanıklara devlet tarafından avukat verilmesinin bir fiyasko olarak devam etmekte olduğunu da görmek gerekiyor. Bu ne kadar doğru bir iş ise de, avukatlık ücretlerini ödemeyip veya geç ödeyerek işi avukatların üzerinden finanse ettirmek o kadar abestir.

Savunma hakkını avukatların sırtına, hakimlerin cüzdanına, savcıların vicdanına bırakmadan, adaletin mülkün (devletin, toplumun, vatanın) temeli olduğunun farkına vararak, mesleklerinin onurunu yazılı olmayan kurallar bütünü ile birlikte yüceltmelidir.

Avukatlık Gününü kutlayıp, “Nurun Avukatı” olarak anılan Bekir Berk’i rahmetle anmamak olmaz. Bekir Berk ile ilgili olarak duyduğumda içimin titrediğini hissettiğim bir konu dinlemiştim büyüklerimden. “DP Milletvekili Dr. Tahsin Tola aracılığıyla durumdan haberdar olan genç Avukat Bekir Berk, Ankara’ya geldiğinde Bediüzzaman Said Nursî’nin Gençlik Rehberi isimli eserini bastırıp dağıttıkları için tutuklanan Risâle-i Nur talebelerine önce şunu sordu: Dâvânızı mı savunayım, sizi mi? Sizi savunursam hemen çıkarsınız. Dâvânızı savunursam dâvâ uzayabilir, hatta sonu mahkûmiyet olabilir. Cevap açıktı: Hep birlikte “Dâvâmızı savunun! Biz kıyamete kadar cezaevinde kalmaya razıyız, yeter ki dâvâmız kurtulsun!” dediler.

Bu zaman şahıs zamanı değil, şahsı manevî zamanıdır. Bu anlamda Bekir Berk’in örnek hukuk ve dâvâ adamlığını teşvik ederek gelecek nesillere aktaracak bir ödül veya benzeri bir değerin verilmesi için hukuk alanında faaliyet gösteren STK’larımız çalışabilir.

Emin Talha KARAMUSA

07.04.2008


En küçük sivil, itaatsiz

ŞIRNAK'IN Cizre ilçesinde son yılların en ilginç “demokratik hak arayışı” yapıldı. Eylemi yapan, 10 yaşındaki Mahmut Tuzan. Vali Kamil Acun İlköğretim Okulu’nun 3. sınıfında sınıf başkanı olan Mahmut, öğretmeni tarafından “görevden” alınınca eğitim tarihinde görülmemiş bir “sivil itaatsizlik” eylemi yaparak başkanlık görevini geri almayı başardı. Öğretmeni, Mahmut’u “arkadaşlarını rahatsız ettiği, görevini kötüye kullandığı” gerekçeleriyle görevden aldı. Küçük Mahmut, önce bir afiş hazırlayıp, Cizre’deki ev ve işyerlerinin camlarına, duvarlarına yapıştırdı. Afişe fotoğrafını koyan, “2007-2008 eğitim ve öğretim yılının ilk döneminde sınıf başkanı iken haksız yere görevden alındım. Sınıf başkanlığına tekrar seçilmem için kampanya başlatıyorum” yazan Mahmut Tuzan, SMS göndererek ya da telefon ederek baskı yapmaları için okul müdürünün cep numarasını da duyurdu. Cizreliler Mahmut’un bu çağrısına hemen uyup, okul müdürüyle yardımcısının telefonlarını SMS yağmuruna tuttu.

Okulun müdür yardımcısı Yücel Turgut, öğrencilerinin böyle bir kampanya başlatmasını ‘okul içi demokrasinin gelişmesi ve öğrencilere demokrasi fikrini aşılaması açısından uygun bulduklarını belirtiyor. Okul yönetimi kampanyanın büyümesi karşısında Mahmut’a sınıf başkanlığını iade etmek zorunda kaldı. Fakat Mahmut’a bir de şart koşmuşlar, bir daha arkadaşlarını rahatsız edecek bir harekette bulunmayacak. Mahmut da bu demokrasi mücadelesinden başarıyla çıkmaktan mutlu: “Ben haksız yere başkanlıktan alındım ve bu durumda başkanlığa dönmek için kampanya başlattım ve tekrar başkanlığa döndüm. Beni destekleyen herkese teşekkür ederim.”

STK eğitimi Trabzon’da

SİVİL Toplum Geliştirme Merkezi (STGM) STK yöneticilerine Kurumsal Kapasite Geliştirme Eğitimi verecek. 8-11 Mayıs 2008 tarihleri arasında düzenlenecek programa Trabzon, Giresun, Gümüşhane, Rize ve Artvin illerindeki STK aktivistleri katılabilecek. Program STK’ların stratejik planlama ve yönetim konusunda bilgi ve becerilerini arttırmayı hedefliyor. Eğitim başvuru formlarına ve başvuru şartlarına www.stgm.org/egitim linkinden ulaşılabilir.

07.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

 Son Dakika Haberleri