Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 12 Nisan 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

İSMAİL TEZER

Hasan Yalçın: Zübeyir Ağabey yap demez, yapardı

*Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1950 Makedonya Köprülü vilayeti Valandova kazası Kızıldoğan köyü doğumluyum. 1961 Haziran’ında ilkokulu bitirdikten bir hafta sonra İstanbul’a göçmen olarak geldik.

Hayata berber çıraklığı ile başlayıp çok değişik işlerde çalıştım. 21 Şubat’ta neşriyata başlayan Yeni Asya gazetesine 27 Şubat 1970’de girerek 7 sene çalıştım. Gıda maddeleri bayii-distribütör olarak faaliyet gösteren bir şirketten 6 sene önce emekli oldum. Şu an ambalaj malzemeleri ticareti ile meşgulüm. Evli ve üç çocuk babasıyım.

*Risâle-i Nur’la tanışmanız nasıl oldu?

1965 Kasım-Aralık aylarında, abdest, namaz, Kur’ân, ilmihal bilgileri olmak üzere Aksaray Valide Sultan Camii müezzinlerinden ders alarak dinî meselelerle alâkadar olmaya başlamıştım. O zamana kadar abdest almayı dahi bilmiyordum.

Alâkama sebep ise, kahvehanede tanıştığım Valide Sultan Camii müezzinlerinden mevlid, ezan, kamet, ilahî dersleri alan bir hafızın Risâle-i Nur’dan (çok bilgisi olmamasına rağmen) medhederek bahsetmesi olmuştu.

1967 senesinde İttihad gazetesi neşriyata başlayınca, her hafta almaya başladım. Bidayette maksadım İslâmî neşriyata destek olmaktı. Onun için alıyordum. Okudukça Risâle-i Nur’a iştiyakım ve arzum arttı. O zamana kadar meşhur vaizleri takip ediyor, duyduğum tarikat sohbetlerine iştirak ediyordum. İttihad bende Risâle-i Nur’u okumak ve derslere katılmak arzusu uyandırdı. Bahsettiğim hafızın “Süleymaniye’de medreseleri var” sözünü hatırlayarak Selahaddin Vatansever ile birlikte kimseye bir şey sormadan aylarca Süleymaniye sokaklarında medrese aradık. O günlerde aldığım bir davetle, aradığımızı çok yakınımızda bulduk. O zamandan beri Risâle-i Nur’u okuyarak ve derslere iştirak ederek istifade etmeye gayret ediyorum.

*Zübeyir Ağabeyle görüşmeniz nasıl oldu?

1967’de neşriyata başlayan İttihad gazetesini okuyarak Risâle-i Nur’a alâkam artmış ve dersleri aramaya başlamıştım. 1968 Temmuz veya Ağustos ayında, aylardır katılmak için aradığım Risâle-i Nur derslerine bir Pazartesi günü davet edildim.

Derse gelebileceğini tahmin ettiğim arkadaşları davet ettim. Hep beraber ilk derse iştirak ettik. Derse gelen Risâle-i Nur talebesi ağabeylerden, ders yapılan yerlerin adreslerini alarak her akşam ayrı bir semtteki derse gitmeye başladık. Adresini aldığım Süleymaniye Kirazlı Mescit Sk. No: 46’daki medreseye Pazar günü sabah kahvaltısını yapıp gittim.

İçeri girdiğimde sabah kahvaltısı yapıyorlardı. Davet ettiler, ben kahvaltı yapalı iki saat kadar olmuştu. Yemeğe oturdum. Un çorbası yiyorlardı. Çorba bana çok lezzetli geldi, fakat farkında olmadan fazla kaçırdım herhalde. Ben ayıp olmasın diye doymadan kalktım. Akşama kadar oturdum. Akşam eve gelince anneme acele un çorbası yapmasını söyledim. Yaptı ama medresedeki lezzeti alamadım. Her Pazar sabahı kalkınca doğru medreseye gidip akşama kadar kalmaya başladım. Dershanede kalan ağabeyler, sonradan anlatıyorlar: İlk gittiğim gün ben sofradan doymadan kalktığımı zannederken; daha sonraları bana kapıyı açana “Kim geldi?” diye sorduklarında “O çok yiyen çocuk geldi” diyorlarmış. Aylarca öyle devam etti gidip gelmelerim.

Merhum Zübeyir Ağabeyi nadir olarak aşağı kata indiğinde görürdüm. İlk gördüğümde adımı, işimi, memleketimi vs. sormuştu. Sonra her gördüğümde, bana ismen hitap edip hâl hatır sorar, vaziyete göre değişen uzun veya kısa şekildeki sohbetlerinde Nurları okumamızı tavsiye eder, Üstaddan hatıralar naklederdi.

Derslerden sonra yatmak için davet edildiğimde derhal kabul edip gittikçe artan sıklıkta yatılı kalmaya başladım. Zübeyir Ağabey, bazen sabah namazına inerdi. Sabah dersini hiç kımıldamadan dikkatle dinlemesi çok dikkatimi çekerdi. Bize de dersleri dikkatle dinlememizi tavsiye eder, yeni gelenlere örnek olmamızı isterdi.

Zübeyir Ağabey hakkında bildiklerimin çoğu, medresede kalan ağabeylerden dinlediklerimdir. Odasına çıkıp ziyaret etmeyi çok arzu etmeme ve bunun için yanmama rağmen, davet edilmedikçe üst kata çıkmayı edeben uygun bulmuyordum.

1969 ilkbaharından 1970 sonbaharına kadar Süleymaniye’de devamlı kaldım. Arada bir eve çamaşır değiştirmeye giderdim. Dolayısıyla Zübeyir Ağabeyi daha sık görmek nasip oluyordu. Üstadımıza ve Risâle-i Nur’a hürmet ve bağlılığı hayranlık uyandıracak şekilde bir ifade tarzı vardı.

1969’da Yılmaz Günaydın ile beraber yaptığımız bir ziyarette Yılmaz’a nerede oturduğunu sordu. O da evlerinin Sarıyer’de olduğunu, kendisinin iş icabı Bayrampaşa’da kaldığını söyleyince, Zübeyir Ağabey “Kardeşim, boğaz, Sarıyer ehl-i dünya yeri. Oralarda mutlaka Risâle-i Nur okunması icab eder. Orada ders yapın” dedikten sonra Yılmaz’a bir pastahane tarif edip, kendisinin bir defa gidip tanıştığını söylediği sahibinin dindar birisi olduğunu, derse davet etmemizi söyledi.

Ahmed Emin Dernekli, “Zübeyir Ağabeyin dediği derse ben de katılayım” diye arzu etmişti. Zira o zamanki gençler olarak, Zübeyir Ağabeyin verdiği bir iş veya vazifede yer almak için can atardık. Bizim için bir iftihar vesilesiydi çünkü. Ders günü Ahmed kardeşi çağırmak için aradığım yazıhaneden telefona Birinci Ağabey çıktı, fakat azarına uğradım. Telefonu kapatınca hatamı anladım. Daha sonra karşılaştığımızda, “Kardeşim, telefonda dersten bahsedilir mi? Telefonlar dinleniyor” demişti.

Zübeyir Ağabeyin tavsiyesi üzerine Yılmaz’la biz her Çarşamba Bayrampaşa’dan Büyükdere’ye Yılmaz’ın ağabeyinin evine gidip ders yapmaya başladık ve iki sene devam ettik. 12 Mart 1971 muhtırası üzerine derslere ara verdik. Daha sonra orada dershane açıldı, hizmet ve cemaat gelişti.

1969 sonlarında bir gün eve gitmek için Süleymaniye’deki dershaneden çıkarken Zübeyir Ağabeyle karşılaştık. Bana nereye gittiğimi sordu. Eve gittiğimi söyleyince “Beni Fındıkzade’ye götürür müsün?” dedi. Beraberce yola çıktık. O günlerde işsizdim. Yılmaz Günaydın’dan aldığım borçla hem kendimin, hem de annemin harçlık ihtiyacını karşılıyordum. Maddî ihtiyacımdan dolayı “İyi maaşlı bir işim olsa şöyle hizmet ederim, böyle hizmet ederim” diye boyuna hayaller kuruyordum. Bütün hizmet hayallerim hep para merkezli idi. 46 numaralı medrese ile arası iki dakikalık yol olan Vezneciler minibüs durağına 45 dakikada vardık. Zübeyir Ağabey, on adım yürüyüp sonra durarak dakikalarca bir şeyler anlatıyordu. Risâle-i Nur’dan nakiller, Üstaddan hatıralarla süslü olan derslerinin hülâsası: “Bizim hizmetimiz, zaman, mekân ve imkânla mukayyet değildir. Hizmet niyeti ve azmi olduktan sonra her şart ve mekânda hizmet edilebilir” şeklinde idi. Minibüste ve Fındıkzade’deki dershaneye kadar bu minval üzere ders ve nasihatlarına devam etti.

Yine o günlerde bir Kadir Gecesi medresedeyken alt kata indi. Saat 23.00 civarı idi. Derste 7-8 toplum polisi vardı. Onları muhatap alarak sahur yemeğine kadar ayakta, o uzun kış gecesinde, tedbir merkezli, yine Nurlardan nakiller ve Üstadımızdan, kendinden ve diğer ağabeylerden hatıralarla azamî faaliyet içerisinde azami tedbir göstermenin önemini anlatmıştı.

*Zübeyir Ağabeyin o zamanlar sizlerle, yani gençlerle münasebetleri nasıldı?

Onun bir yönüne dikkat çekmek için şu hatıramı anlatayım: Ara sıra dershanede kalan ağabey ve kardeşlerle güreşirdik. İlk defa hepimiz birbirimizle uzun uzun güreşmiştik. Sonrasında kapı zili çaldı, ben mutfak kapısından demir kapıya bakınca mutfaktaki ağabey “Kimmiş o?” diye bana sordu. “Buzlu camdan tanınmıyor, sakallı biri gelmiş” dedim ve kapıyı açmaya yürüdüm. Açınca, karşıma Zübeyir Ağabey çıktı. Gülerek bana “Hasan kardeş, berberler beni görmesin, bir aydır çok hastayım, tıraş olamadım” dedi. Sonra gözlerimin içine bakarak, güreş ettiğimiz arka odayı gösterip “Burada bu sabah kimse güreşmedi değil mi? Herhalde üst kattaki çocuklar çok gürültü etti” dedi. Herkesle en çok güreşen bendim ve bana soruyordu. Cevap vermeyince tekrar tekrar sormaya başladı. Kendimi ne kadar sıktıysam da tutamadım ve yüzümü kapatıp gülerek mutfağa kaçtım. Gülmem geçince çıktım. Dershanede kalanların hepsi toplanmış Zübeyir Ağabeyi dinliyorlardı. Yine çok güzel şeyler anlatıyordu. O hasta halinde biz onu çok rahatsız ettiğimiz halde tecâhül-ü arifane ile rahatsızlığını kibarca, nezahet ve şefkatle ifade etmişti. O halde başka birisi olsa idi, bizi nasıl azarlardı Allah bilir.

Zübeyir Ağabey, normal zamanda böyle müşfik ve yumuşak huylu iken hizmete zarar telâkki ettiği zamanlarda ise kükremiş bir aslana benzerdi. Misal olarak: MTTB mensuplarından Işık Mühendislik Okulu talebesi ve Talebe Derneği Başkanı Semih Topçu isimli bir arkadaş, silâhlı bir çatışmada öldürülen Mehmed Cantekin isimli kişinin vefatından mes’ul tutularak tevkif edilmiş ve mahkemesi devam ediyordu. Cinayeti mücadeleciler, Marksistler Semih Topçu’nun üzerine yıkmak istiyorlardı. Semih Topçu, ara sıra derslere gelen bir arkadaştı. Cumartesi dersinde, Semih’e destek vermek için, Pazartesi günü yapılacak olan mahkemeye gitmemiz söylendi. Gittik, duruşma bitince çıktık. Ben ilk çıkanlardandım.

Adliye kapısının önünde Zübeyir Ağabeyi görünce yanına gittim. Mücadeleciler, Adliye kapısının tam karşısındaki duvar dibine dörtlü sıralar halinde dizilmişler, slogan atıyorlardı. Zübeyir Ağabey, Mehmet Kutlular, Abdülvahid Mutkan—Fırıncı Ağabey var mıydı hatırlamıyorum—ağabeylere hitaben müthiş bir öfke ile bağırıyordu. Slogan atan mücadele birliği mensuplarını göstererek “Bunların arasına Nur Talebelerini, iman hizmetkârlarını nasıl getiriyorsunuz?” diye bağırıyordu. Ben mücadelecilerin, ağabeyimize müdahale etmelerinden ve bir hadise çıkarmalarından çok endişelendim. Merhum Av. Bekir Berk Ağabey, hatırlamadığım sözlerle cevap vermek istedi. Zübeyir Ağabey sözünü keserek “Siz avukatsınız, bütün dindarların mahkemelerine iştirak edebilirsiniz” dedi. Diğer ağabeyleri göstererek de “Ben bunlara söylüyorum” dedi. O sırada Necmeddin Şahiner Ağabey değişik yerlerden Zübeyir Ağabeyin resmini çekiyordu. Zübeyir Ağabey resminin çekildiğini görünce bir anda sağ elini havaya kaldırıp atıldı.Tokat mı atmak istedi, yoksa fotoğraf makinesini mi kapmak istedi anlaşılamadı. Necmeddin Ağabey omuzundan resim çektiği kardeşle kenara çekilince, Zübeyir Ağabey sağ eli uzanmış vaziyette dengesini kaybedip yere düştü. Yardımımızla ayağa kalkınca “Eyvah, yüzüğüm Üstadımın hediyesi idi” diye mahzun oldu. Çok zayıfladığı için, elini savurunca yüzük, parmağından fırlamış. Ağabeyimizin öyle düşmesine müthiş bir şekilde içim burkulmuştu. Yüzüğü bulup kendisini sevindirmek ümidiyle çok aradım, fakat bulamadım. Adliye’den Çemberlitaş’a, oradan Av. Bekir Ağabeyin yazıhanesine 2,5 saatte geldik. Biraz yürüyüp duruyor, bir şeyler anlatıyordu. Ben yazıhanenin önünden ayrılıp başka yere gittim. Ağabeyler hep beraber yazıhaneye girdiler, orada ne kadar devam etti bilmiyorum.

İfade etmek istediğim; şahsî rahatsızlığı için bizi şefkatle, direkt tenkit etmeden, üstü kapalı ikaz ederken; anarşik hadiselere, bilhassa ölümlü vak’alara karşı Nur talebelerinin uzak durmasını ders verip—devlete de bence mesaj veriyor—mahkemeye iştirakin bile hata olduğunu anlatıyor, ağabeyleri şiddetle azarlıyordu. Bize şefkat, ağabeylere tekdir...

*Size ne gibi tavsiyeleri olurdu?

Kendisi bize devamlı not tutmamızı tavsiye eder, “Sadırda kalmaz, satırda kalır” derdi. Derslerde, hususî veya umumî sohbet ve konuşmalarımda diğer kardeşlere Zübeyir Ağabeyin bu tavsiyesini devamlı anlatırken, kendim tenbellik edip hafızama güvenerek hiç not almadım. “Yatakta iken aklınıza bir şey gelince üşenmeyin, kalkın, ışığı yakın ve yazın, sabah hatırlamayabilirsiniz” derdi. Fakat maalesef diğer kitaplarda anlatılanların dışında bir şey hatırlamıyorum. Derslerde, sohbet esnasında bazen hatırıma gelenleri anlatıyorum. Ama sual üzerine veya yazmaya kalkınca hatırlayamıyorum.

Zübeyir Ağabey, tevkif edilir endişesiyle namaza, derslere ve Risâle-i Nur okumasına, ailesi mani olan genç kardeşlere “Bu konuda ebeveyninize hürmet içinde itaatsizlik edin. Allah, anne-babaya hürmeti emrediyor. Hürmette kusur etmeyin. ‘Peki anneciğim, peki babacığım’ deyin, ama itaat etmeyin; namazınıza ve Risâle-i Nur’u okumaya devam edin” derdi.

“Yapılacak iş varsa biz ‘Yap’ demeyiz, yaparız” derdi. “Her zaman ben mi yapacağım? Evet her zaman ben yapacağım. Eğer bir iş, bir hizmet varsa, her zaman ben yapacağım. ‘Ben yaparsam bu hizmet olacak, ben yapmazsam kalacak’ diye düşünüp hareket edin” derdi.

Başka bir tesbiti de şu idi: “Risâle-i Nur’u beş sayfa okuyan imanını kuvvetlendirir, on sayfa okuyan kendini muhafaza eder, on beş sayfa okuyan şevke ve gayrete gelir, yirmi sayfa okuyan hizmet eder.”

*Zübeyir Ağabeyin meziyetleriyle ilgili neler söylemek istersiniz?

Nurtaşı yıkılmazdan önce rahmetli Tahiri Mutlu Ağabey derse gelmişti. Mehmed Fırıncı Ağabey, Tahiri Ağabeyi cemaate tanıtıp, meziyet ve faziletlerini anlatırken, “Üstadımız ‘Tahiri çavuşunuzdur, hürmet edin’ derdi” demişti. Bunun üzerine Tahiri Ağabey kaşlarını kaldırıp halıya bakarak “Beli kardeşim, evet Üstadımız öyle derdi. Fakat genç kumandanlar, ihtiyar çavuşlara hürmet ederler. Bizim kumandanımız, Zübeyir’dir” demişti.

Bir de ağabeylerden biri anlatmıştı: Zübeyir Ağabey, Afyon Mahkemesinde “Bediüzzaman Said Nursî gibi bir dâhînin şakirdi olmak liyakatini kendimde göremiyorum. Eğer kabul buyururlarsa, iftiharla ‘Evet, Risâle-i Nur şakirdiyim’ derim” dediğinde, Üstad Hazretleri bulunduğu yerden ayağa kalkmış ve “Bin talebe yerine kabul ediyorum” demiş.

Müdafaa deyince, yine bir anekdot olarak aktarayım: Üstad Hazretleri, Şuâlar’da bulunan Zübeyir Ağabeyin Afyon Mahkemesi Müdafaasını tashih ederken, Zübeyir Ağabeyin “Eğer komünistler mürekkep ve kâğıdı yok etmek imkânını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedaî olup, hakikat hazinesi olan Risâle-i Nur’un neşri için, mümkün olsa derimizi kâğıt, kanımızı mürekkep yaptıracağız” ifadesi gelince, “Evet, evet, evet. Binler defa evet!” cümlesini de kendisi ilâve etmiş.

*Zübeyir Ağabeyin, Üstada sadakatinin had safhada olduğunu biliyoruz. Bununla ilgili bir hatıranız var mı?

Bununla ilgili pek çok hatıra anlatılabilir. Kitaplarda da var bunlar zaten. Ama bakın ben şunu anlatmakla yetineyim: Bir ağabey, Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra konuşurken, onun çay demlerken üç parmağı ile çayı alıp demliğe koyduğunu söyleyince, Tahiri Ağabey “Kardeşim, Üstad öyle yapardı. Onun için demek, Zübeyir de öyle yapıyormuş” demişti. Yani çay demlerken bile Üstadımızı taklit ederdi. Gerisini artık siz düşünün.

Rabbim onun sadakat, cesaret, feragat ve fedakârlığını, hizmet aşk ve azmini hepimize nasip etsin, bizleri de şefaatine nail eylesin. (Âmin)

İSMAİL TEZER

12.04.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (07.04.2008) - Onun dünyası, Üstad ve Risâle-i Nur’du

  (06.04.2008) - Zübeyir Ağabey, çok iyi bir eğitimciydi

  (04.04.2008) - Zübeyir Ağabey, gençlerle yakından ilgilenirdi

  (02.04.2008) - Teknoloji perakendeciliği daha da büyür

  (31.03.2008) - Zülfü Livaneli: Türkiye, büyük bir tuzağın içinde

  (29.03.2008) - İnsanların geçim kaygısı ‘varoş’ kültürünü besliyor

  (28.03.2008) - Kosova Türkiye'den eğitim desteği bekliyor

  (24.03.2008) - Bediüzzaman 21. yüzyılın âlimi

  (23.03.2008) - Mustafa Sungur: Allah gayretimizi arttırsın, istikamette muhafaza etsin

  (19.03.2008) - Avrupa Birliği, Türkiye’siz küresel bir güç olamaz

 

Bütün haberler


 Son Dakika Haberleri