Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Haziran 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Enstitü

 

BİR MEDENİYET DİLİ OLARAK RİSÂLE-İ NUR

KÖPRÜ’nün 102. sayısı çıktı! -

İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan sosyal ve tabiî bir varlık olan dil, milleti meydana getiren maddî ve manevî unsurların en başında yer alır. Tabiatı gereği toplu halde yaşamaya ihtiyaç duyan insan, içinde yaşadığı toplumla aynı değerleri oluşturmak, paylaşmak ve bu değerleri nesilden nesile aktarmak için dile ihtiyaç duyar.

Bir milletin sahip olduğu maddî ve manevî birikimlerinin tamamı olarak kabul edebileceğimiz kültürün de doğması ve gelişmesi dile bağlıdır. Dilin maddî ve manevî değerleri nesillerden nesillere aktaran “kültür taşıyıcılığı” görevi de düşünüldüğünde, bir milletin varlığının devam etmesindeki önemli rolü ortaya çıkar. Bir milletin yaşadığı kültür ve medeniyet buhranı, fikir ve edebiyat sahalarında çöküş yaşaması o milletin dilinin bozulmasıyla yakından ilgilidir.

Dünyada pek az dile nasip olabilecek “imparatorluk dili” nitelemesini hak eden Türkçenin zenginliğini edebî eserlerimizde görmek mümkündür. Bununla birlikte, İslâm ile müşerref olmamızdan bu yana zenginleşerek günümüze kadar gelen dilimizin bazı kırılma noktalarıyla bu zenginliğini yitirmeye başladığını kabul etmek ve bunun üzerinde hassasiyetle durmak gerekir. Geldiğimiz noktada dilimizin zedelendiğini, edebiyatımızın kısırlaştığını, ruhumuzun ve dünya görüşümüzün yansıdığı temel eserlerimizi yeni nesillerin anlayamadığını, eski ile yeni arasındaki köprülerin yıkıldığını görmek ve bu durumun sebeplerini tesbit etmek ve tedbirler almak, gelecek nesillerle aramızda sağlam bağlar kurabilmek adına gereklidir.

Dil ile ilgili tartışmalar Tanzimat’la birlikte başlamış olsa da 1928 Harf İnkılâbı’nı ve devamındaki “öztürkçecilik” hareketinin dil ve kültürümüz üzerindeki etkisini ayrıca tartışmak gerekir. Tarihî, dinî ve kültürel değerlerimize yabancılaşmanın hız kazandığı böyle bir dönemde telif edilen Risâle-i Nur’un dili bu yönüyle bile bize birçok ipucu sunacaktır. Bununla birlikte Risâle-i Nur’un dili, ihtiva ettiği anlam ve ifade ettiği değerler bakımından da incelenmeye değerdir. Kabul etmek gerekir ki, “Risâle-i Nur” gibi eserler belli bir “ruh ve karakter”i temsil ederler. Bu eserlerin dikkatle incelenmesi o milletin karakterini ifade eden dili hakkında sağlam ipuçları verir. Bu tür eserlerin yeni nesillerce anlaşılamaması gibi bir problem ise bu ruh ve karakterin yok olduğunun veya yok olmaya başladığının önemli bir göstergesi sayılabilir ki bu da başlı başına büyük bir probleme işaret etmektedir.

Bugün İslâmî bir dil kurabilme ve yeni bir söyleyiş biçimi geliştirebilme ihtiyacı her alanda kendini göstermektedir. Bu sebeple Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde düşüncesini kuran ve bu geçiş sırasında dil, kültür ve medeniyetle ilgili bütün kırılmalara şahit olan Bediüzzaman’ın dili bu noktada bir anahtar kabul edilebilir. Risâle-i Nur’un Kur’ânî ve Nebevî terminolojiyi konuşma diline aktarması onun dilini incelemeye değer kılan bir başka husustur.

Risâle-i Nur’un dili üzerindeki tartışmalarda, “Risâle-i Nur’un dili ‘edebî dil’ bakımından mı değerlendirilmelidir; yoksa alfabe değişikliği, öztürkçecilik gibi hareketler neticesinde ortaya çıkan ‘Yeni Türkçe’ açısından mı incelenmelidir?” soruları cevap bekleyen hususlardır. Bu bakış açısıyla Risâle-i Nur’un editöryal bir incelemeden ziyade, bu dilin bir dünya görüşünü kuran yönü de incelenmeyi beklemektedir.

Bu hususlar göz önünde bulundurarak hazırlanan Köprü’nün 102. sayısında konu “dil, din, kültür, medeniyet, millet, edebiyat, belâgat, üslup, mânâ, harf inkılâbı, öztürkçecilik, Risâle-i Nur dili” gibi ana kavramlar etrafında tartışılıyor ve şu sorulara cevaplar aranıyor:

Dil nedir? Dil ve kültür arasındaki ilişki nedir? Yaşadığımız kültür ve medeniyet değişiminin dil ve kültür üzerinde etkileri nasıl olmuştur? Risâle-i Nur’daki dil hangi kültürün ve dünya görüşünün ifadesidir? Bu dilin beslendiği kaynaklar nelerdir? Risâle-i Nur’da hakim olan dilin temel özellikleri nelerdir? Bediüzzaman’ın dilini çağdaşlarından hangi yönleriyle ayırmak gerekir? Günümüz Türkçesi ile karşılaştırıldığında bu dilin farklılığı nedir? Edebi açıdan düşünüldüğünde bu dilin kıymeti nedir? Bu dil dinî duyguların ve ilmî hakikatlerin ve kavramların ifadesi için yeterli midir? Risâle-i Nur’un kavram haritası nasıl çizilebilir? Risâle-i Nur’un üslûp özellikleri nelerdir? Risâle-i Nur’un haşiyelenmesi ve sadeleştirilmesi yönündeki tartışmaları nasıl değerlendirmek gerekir? Risâle-i Nur’un dili Türkçeyi nasıl ve hangi yönde etkilemiştir?

13.06.2008


 

SORU-CEVAP

Soru: Kâinatın altı günde yaratılması ne demektir?

KUR’ÂN’DA birden fazla âyet, göklerin ve yerin altı günde yaratıldığını haber veriyor. Meselâ Hud Sûresi yedinci âyeti şöyle diyor: “Arşı su üzerindeyken, hanginiz daha güzel işler yapacaksınız diye sizi imtihan etmek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur.”(Hud Sûresi: 7) Bir diğer âyet şöyle buyuruyor: “Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerinde hükmünü icra eden Allah’tır. O gündüzü peşi sıra kovalayan gece ile örter. O güneşi, ayı ve yıldızları da emrine boyun eğmiş olarak yarattı. İyi bilin ki, yaratmak da O'na aittir, yarattıklarının tedbir ve idaresi de. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir.” (A’râf Sûresi: 54; keza benzer âyetler için bakınız: Hadid Sûresi: 4; Furkan Sûresi: 59)

Şu âyetler altı günlük zaman dilimini daha da detaylandırarak, semanın iki zamanda, dünyanın da dört zamanda yaratılışlarının tamamlandığını bildiriyor: “De ki: Yeryüzünü iki günde yaratan Allah’ı inkâr edip de başkalarını O’na denk mi tutuyorsunuz? O âlemlerin Rabbidir. O yerin üstünde sabit dağlar yerleştirdi. Onda bereketler yarattı. Rızık arayanların azıklarını eşit olarak dağıtmak üzere iki günde takdir etti ki, yerin yaratılışını böylece dört günde tamamladı. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin!’ dedi. İkisi de: ‘İsteyerek geldik.’ dediler. Yedi göğün yaratılmasını da iki günde tamamladı ve her bir semaya, ona ait emirleri bildirdi. Dünya semasını da Biz, kandillerle süsleyip koruyucu kıldık. Bu, kudreti her şeye galip olan ve ilmi her şeyi kuşatan Allah’ın takdiridir.” (Fussilet Sûresi: 9, 10, 11)

Bize göre gün, dünyanın kendi ekseni etrafında döndüğü sürenin adıdır. Bizim kullandığımız bu gün ile Allah’ın kitabında ifade buyrulan gün tabiri arasında fark vardır. İşin aslı zamanın izafî olduğu bilinen bir gerçektir. Şu âyetlere dikkat edelim: “Rabbinin katında bir gün, sizin hesabınıza göre bin yıl gibidir.” (Hac Sûresi: 47) “Melekler ve Cebrail, elli bin sene uzunluğunda bir gün olan kıyamet gününde, Allah’ın emrini almak üzere Arşa yükselirler.” (Mearic Sûresi: 2) “Bütün işler, sizin gününüzle bin sene kadar uzun olan bir günde O’na arz olunur.” (Secde Sûresi: 5)

Âyetlerden de anlaşılacağı gibi, bizim gün saydığımız zaman birimiyle, Allah’ın katındaki gün aynı süre değildir. Bazı müfessirlere göre bin yıl, elli bin yıl gibi ifadeler birer kinayedir. Sürenin uzunluğunu bizim anlayacağımız dilde anlatmak içindir.

Bediüzzaman Said Nursî’ye göre Kur’ân’ın yaratılışı altı günle izah etmesi, insan dünyasının ve hayvan âleminin altı günde yaşayacağına işaret ediyor. (Sözler, s. 150) Keza, Dokuzuncu Sözde Bediüzzaman, ikinci sabah namazı ile birlikte altı vakte ulaşan günlük namazların her birinin, en geniş dairede altı gün yaratılıştan birini hatırlattığını, ondaki büyük inkılâpları gözler önüne serdiğini ve her bir zaman diliminde gerçekleştirilen yepyeni yaratılışla ilgili olarak Allah’a şükretmek ve Allah’ın azametini ve kibriyasını bilmek için her bir zaman dilimine denk düşecek şekilde bir namazın emredildiğini bildiriyor. (Sözler, s. 46)

Bediüzzaman’ın bu yorumu üzerinde biraz duracak olursak: Sabah namazının, kâinatın ve yerkürenin altı gün yaratılışından birinci gününü hatırlattığını; öğle namazının ikinci gününü, yani yeryüzünde insanın yaratıldığı günü; ikindi namazının üçüncü günü, yani insanlığın Son Nebîsinin (asm) geldiği günü; akşam namazının dördüncü günü, yani yerkürenin ve kâinatın kıyamet öncesi harap olduğu günü; yatsı namazının beşinci günü, yani yerkürenin ve kâinatın bütünüyle kapandığı kıyametin kopuşu sonrası günü; ikinci sabah namazının ise haşir sabahı olan altıncı günü hatırlattığını anlamak mümkün.

Şu an kâinatın 13.7 milyar yıl yaşında olduğu tahmin ediliyor. Bu açıdan, kâinatın Bing Bang ile ilk yaratılışından kıyamete, haşrin sabahına kadar olacak olan yaratılışın altı günün her bir günü aslında milyarca yıla karşılık gelmektedir.

13.06.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Kutlu Doğum Haftası Pdf

Bütün haberler

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır