"Gerçekten" haber verir 24 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

 

Ergenekon sadece ‘terör örgütü’ değildir

Ergenekon soruşturması kuşkusuz asrın soruşturması. Demokrasilerde imtiyazlı tanrılara yer yoktur düşüncesinin adaletli meyvesi. Şu da bir gerçektir ki, adli soruşturmalardan hiçbir zaman herkesin memnun olması veya sitayişle bahsetmesi mümkün değildir. Zira tabiatı gereği birilerinin daha soruşturma aşamasında canı yanar. Hâlbuki böyle hayati soruşturmalar için fevkalâde tabiidir bu durum.

Tüm Avrupa çapında en kompleks ve en habis gölge devlet yapılanması Türkiye’dedir. PKK terör örgütünün menfur emelleri açık olduğu için yıllarca sistematik bir şekilde gelişen ve bünyeye nüfuz eden bu derinlikler, teşhis edilmelerindeki ve gayelerindeki zorluk sebebiyle PKK’dan daha tehlikelidir. Zira NATO’nun örtülü harekât konseptine göre kurulup, kuruluş gayesinin dışında faaliyet gösteren bu illegal yapılar, sadece Türkiye’de mevcut askerî vesayet rejimi sayesinde yıllar boyu güçlerine güç kattılar. İtalya’da generaller, başbakanlar, siyasiler gözaltına alındı, mahkûm oldular. Ama bizdeki gibi ideoloji çığlıkları veya laiklik ağıtları yakılmadı.

SORUŞTURMA

HÜKÜMETTEN BAĞIMSIZ

Soruşturmanın siyasi olduğunu öne sürenler adli mekanizmayı bilmeyenlerdir. Soruşturmanın AKP ile veya başbakan ile ilgisi olamaz. Zira 2004 yılında yapılan TCK ve CMK değişiklikleriyle bizzat Adalet Bakanı artık Cumhuriyet Savcıları karşısında normal bir vatandaş mesabesinde olup, savcılara talimat verme veya onları etkileme gibi bir etkiye ve yetkiye sahip değildir. Bu itibarla soruşturmayı siyasi iktidara tahmil etmek demek hukuku bilmek istememek demektir.

Eğer savcılar üzerinde siyasi iktidarın bir etkisi veya yetkisi olsaydı belki de mutabakat veya toplumu germemek pahasına bu soruşturma bu derecelere gelemezdi. Şemdinli’de siyasi iktidarın sadece ve sadece görevini yapan ama ülkenin imtiyazlı tanrılarının hışmına uğrayan bir Savcının arkasında duramadığını ve böylece o savcıyı feda ettiğini unutmayalım.

Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, eğer savcılar Başbakana veya Adalet Bakanına bağlı olsaydı, yani siyasi iktidar etkisi kabul edilseydi, bu soruşturmada bu gözaltılar asla yapılamazdı.

Gözaltı, delillere göre değil emarelere göre yapılır. Bir kısım avukatların ve akademisyenlerin hukukçu kimlikleriyle kargaşa yaratmak amacıyla ‘delillerin gözaltına almaya yeterli olup olmadıkları’ üzerinde konuşmaları tamamen şaşırtıcı. Zira CMK 91/2 açıktır: “Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlıdır” demektedir. Yani gözaltı için delil değil emareler söz konusudur. Bu tedbirin zorunlu olup olmadığını ise soruşturmanın ciddiyet ve özelliklerinin tek aktörü savcı takdir eder. Savcılık mekanizmasının işleyişini ve CMK’yı bilmeden yapılan açıklamalar maalesef soruşturmaya da savcılara da ciddi zarar vermektedir.

KEMALİST İDEOLOJİ

SORUŞTURMAYA ENGEL OLMAMALI

Ergenekon savcılarının ve bu soruşturmanın en büyük zorluğu da, Türk derin devlet yapılanmasının ve illegal çeteleşmenin resmi ideoloji içinde yuvalanmış olmasıdır. Bu görünüm, bu tür yapılarda, bulunduğu ülkenin imtiyazlı zırhından istifade taktiğidir. Zira bu, milleti düşman addeden kaos avcıları tarafından bu yapıların üzerine gidenler, şimdi olduğu gibi derhal Atatürkçülük düşmanı ve laiklik düşmanı ilân edilir, maddi ve manevi bir linçe tabi tutulurlar. Suç işleyen devlet adamlarını cezalandırmayan devletler çökmeye mahkûmdurlar.

SAVCILAR ASKERÎ İSTİHBARAT

ARŞİVLERİNE YÖNELMELİ

Bizde dev askerî istihbarat servislerimizi kontrol eden hiçbir siyasi, mülki ve adli makam yoktur. Böyle denetimsiz bir yelpaze elbette ki zan altındadır. Ne başbakanların ve ne de cumhurbaşkanlarının askerî istihbarat ve hassaten özel kuvvetler komutanlığının faaliyetleri hakkında bir etkisi, yefkisi ve bilgisi bulunmamaktadır. ABD başkanı tüm istihbarat servislerine hâkimdir ki milletine her konuda hesap verir. AB ülkeleri başbakanları da keza aynı şekildedir. Askerî istihbarat servisinin ve özel kuvvetler komutanlığının ne işle meşgul olduğunu bilmeyen sivil idarecilerin olduğu bir ülkede hukuktan ve demokrasiden elbette bahsedilemez. Bizim genelkurmayımız neyle uğraşıyor? lahika planlarıyla toplumu hizaya getirme hedefiyle meşgul. İşin ilginci Ergenekon’un toplum biçimlendirme planı ile ‘Lahika-1’ tamamen örtüşüyor. Bizde askerî istihbarat, sadece toplum kontrolü demektir. Bundan öte bir mânâsı yoktur. Halbuki askerî istihbarat, savaş, taktik, askerî operasyonel ve stratejik istihbarat yapmakla görevli. Askerî istihbaratı ve ÖKK’yı kontrol altına almadığınız sürece daha çok lahikalar ve darbe hazırlıkları göreceğiz.

Şu an Askerî Ceza Kanunu’na göre değil TCK’ya göre soruşturma mevcut. Demek ki bu fiiller askerî değil. O zaman illegal yapılarla bağlantısı varsa bu soruşturma ekseninde görevdeki generaller dahi sivil savcılarca doğrudan soruşturulur ve gözaltına alınabilir.

Ve kimse unutmasın ki, genelkurmay bünyesindeki darbeciler, sadece Ergenekoncular veya VKGB çizgisindekiler ya da Kuvayı Milliye eksenindekiler değildir. Derin yapıya angaje olmayıp darbeci açılıma taraftar olanlar da mevcuttur. Ergenekon soruşturması da elbette ki 86 kişi ile sınırlı kalmayacaktır. 86 kişiyle ve sadece emekli generallerle sınırlı bir iddianame ve soruşturma demek, Türk gölge devlet yapılanmasının tarihindeki en ağır imtihanını başarıyla geçmesi demektir.

SADECE EMEKLİLER Mİ?

Ergenekon ve türevleri gibi illegal yapılanmalar, herkes bilmeli ki, emeklilerden oluşan örgütlenmeler değildir. Birim amirlerinin ve koordinatörlerinin askerî istihbarat servisi elemanı olduğu, ona bağlı çalışan personelin ise “vatansever” sivillerden oluştuğu, hücreler şeklinde örgütlenen bu gölge yapılar, “vatanı dış tehditlere karşı savunmak”tan ziyade ideolojik bakışla “dış tehdit”le eşleştirdikleri bir “iç tehdit”i hedef alan, iç ve dış tehdit unsurlarına aynı gerilla usullerini tatbik eden, muvazzaf ve emekli kadroları bulunan ve içinde bulunduğu devletin askerî istihbaratının bilgi ve kontrolünde çalışan, muhtemel bir iç savaş planlamasını veya beklentisini amaçlayan oluşumlardı.

Ülke bünyesinde resmi birim ve kişilere dayanmayan illegal yapılanmaların yıllarca çok etkin bir aktör olarak toplumu manipüle etmesi mümkün değildir. Eğer resmi birim ve kişiler üzerinde bir operasyona imza atılmazsa Ergenekon soruşturması, eldeki ve sokaktaki sadece bu kişilerle akim kalmaya mahkûm. Zira aynı yapı bir haftada tekrar teşkil edilir. Teşkiline de mahal yok, zaten hayatta kalmaya devam edecek ve ağır bir imtihandan başarıyla çıkacaktır.

Taraf, 23.7.2008

Gültekin Avcı

24.07.2008


 

Bülbülderesi’nde beş yıl geçirdim

Hayır, delirmedim. Bu benim mesleğim. Sanat tarihi okudum ben. Öğrencilik yıllarımda her yaz, aylarca arkeolojik kazılarda bulundum. Senelerce Bülbülderesi’nin dibinde oturdum. O inanılmaz mezarlığı, tıpkı bir SİT alanında kazı yapar gibi, incitmeden, küçücük bir taşı bile yerinden oynatmadan, santim santim, karış karış inceledim. Yıllarımı o mezarlığın servilerinin gölgesinde geçirdim. Çünkü dünyada tektir Bülbülderesi. Hiçbir başka mezarlığa benzemez. Gidin, görün, şaşıracaksınız. Kendinizi bir başka gezegende sanacaksınız.

TARİHİN MİSTİK KÖŞESİ

Hiçbir mezarın yönü, kıbleyi göstermez. Hiçbiri Fatiha istemez. Hemen hemen bütün mezar taşları fotoğraflıdır. O mezarlar çokça esrarlı ve derinden efkarlıdır. İçlerinde dinler tarihinin en büyük sırlarından birisi saklıdır. Bülbülderesi, bu toprakların Kutsal Kase’sidir. Bülbülderesi, bu ülkenin 300 yıllık gizli şeceresidir. Bülbülderesi, hele içinde bir yarım saatinizi geçirin, kendiniz de göreceksiniz, tarihin en mistik köşesidir. Anlatayım, anlatmalıyım. Orada geçirdiğim yılların hesabını çıkartmalıyım. Dinleyin... Üsküdar vapur iskelesine sırtınızı verin. Mihrimah Sultan Camii’nin içinden geçin. Kanaat Lokantası’nın hizasından, Selman-i Pak Caddesi’nin sağından devam edin. Karşınıza dik bir yokuş çıkacak. Adı Selanikliler Sokağı. İşte bu yokuşun hemen başında sizi bir mezarlık karşılayacak. Özel bir güvenlik şirketi tarafından korunan bir mezarlık.

BAMBAŞKA BİR DÜNYA

Kapısından girdiğinizde önünüze bambaşka bir dünya açılacak. Yürüyün ileri. Fotoğraflı mezar taşlarının önce önlerine, resimlerine, sonra arkalarına bakın. Karşınıza şöyle cümleler çıkacak: “Sakladım, söylemedim derdimi. Gizli tuttum. İçime attım. Sustum, uyuttum.” Mezarlığın tam ortasında Atatürk’ün hocası Şemsi Efendi’nin mezarı karşılayacak sizi. Ya da torunu Ilgaz Zorlu’nun yazdığı gibi, gerçek ismiyle Şimon Zivi. Merdivenlerden yukarı çakarken iyice şaşıracaksınız. Mezarların hiçbiri kıbleye bakmıyor. Küçük bir mezarlık Bülbülderesi. Ama gidin bir yoklayın içindeki onlarca çeşmenin hepsinden gürül gürül sular akıyor. Çünkü sahipleri bu mezarlığa çok iyi bakıyor. Özel güvenlik tutacak, bütün çeşmelerini çalışır halde koruyacak ve hiçbir santimetrekaresini boşa harcamayacak kadar iyi. Azra Erhat orada yatıyor. İpekçi Ailesi’nin birçok ferdi orada. Kapancı Ailesi, Dilber’ler, Mısırlı Ailesi, Atatür Ailesi. Soyadları men ya da man ekiyle biten onlarca mezar taşı sıra sıra, yan yana. Topçumen, Özerman, Yalman, Antmen, Kermen, Darman, Ekemen... Mezarlığın duvarını takip eden 10 metrekarelik alanda tanıdık - bilindik, besmeleli mezar taşları var. Mezarlık görevlisine sorduğunuzda, “O kısımlar belediyeye ait” diyorlar.

MÜTHİŞ BİR SIR GİZLİ

Ben ‘belediyeye ait olmayan’ öteki kısımlarından bahsediyorum. Biliyorum, müthiş bir sır gizli orada. Sizi de gidip kendi gözlerinizle görmeye davet ediyorum. Eğer yolunuz düşer, izin alıp girebilirseniz, sonra bir de bir Musevi mezarlığını dolaşın. Bülbülderesi’ndekilerin aynısı, üçgen şekilli - fotoğraflı Musevi mezarlar taşlarını görün, kıyaslayın, daha da şaşırın. Bu Sabetay Sevi ve Sabetaycılık meselesi çok uzun bir meseledir. İşin özüyse, Üsküdar’daki Bülbülderesi’nden geçmektedir. Birileri, bir şekilde bu işe Mustafa Kemal’i de dahil etmek istemektedir.

GERÇEK DIŞI BİR İDDİA

Kanal 1 ekranındaki Teke Tek’e katılan Yalçın Küçük de işte bunu işaret etmektedir. Bu işin sonu, bu Cumhuriyet’i kuran bütün kuşağı yargılamaya kadar gider. Yalçın Küçük de bunu dile getirmektedir. Çünkü birileri, güya Gazi’nin, İsrail’li bir gazeteciye bir röportajında, Sabetay Sevi’nin soyundan geldiğini söylediğini iddia etmektedir. Hatta bir Sabetayist duayı kendi ağzından, ezberden okuduğu bile söylenmektedir.

Artık kaçınılmaz, önümüzdeki günlerde sıra bunları tartışmaya gelecektir. Bu ülke kendi tarihiyle barışmadıkça, bu konu kapanmayacak. 300 yıllık o kara kutu açılmadıkça, bu konu daha çok su kaldıracak. Sabetaycılık, üzerinde 100 tane doktora tezi yapılabilecek genişlikte ve önemde bir tarihi gerçektir. Bakalım o ilk teze imza atmayı hangi yürekli öğrenci, hangi cesur üniversite başarabilecektir. Göreceğiz...

Vatan, 23.7.2008

Memet Güler

24.07.2008


 

Nihayet yakalamak istediler... Ve yakaladılar

ON üç yıl boyunca, kendi topraklarında kaçak olarak yaşamını sürdürdü... Hatta son dönemde, beyaz uzun bir sakal bırakarak ve sahte bir kimlik taşıyarak, başkentte rahatça dolaştı, özel bir klinikte serbestçe çalıştı...

Bunca zaman kimse onu bulamadı... Veya daha doğrusu bulmak için ciddi bir istek ve çaba göstermedi.

Ve nihayet önceki akşam, “dünyanın en çok aranan adamı” bulundu ve tutuklandı. Peki, bu nasıl oldu? Bu kadar yıl “kaçak” dolaşan ve “Bosna Kasabı” lakabıyla tanınan Radovan Karadziç yakayı nasıl ele verdi?

Bunun zamanlaması çok anlamlı.

Açıkçası, şimdiye kadar “çok arandığı” söylenen 63 yaşındaki “savaş suçlusu”, istenseydi pekâlâ ele geçirilebilirdi. Başta (yani kendisinin ortadan kaybolduğu 1995’ten itibaren) müttefik kuvvetler ürkek davrandılar. Çünkü gerek Karadziç, gerekse onun yandaşı (ve suç ortağı) General Ratko Mladiç NATO güçlerinin kendilerini yakmaya kalkışması halinde, milliyetçi Sırpların onlara karşı savaşacakları tehdidinde bulunuyordu...

SİYASİ İRADE OLUNCA...

Bu arada, Belgrad’daki merkezi Sırp hükümeti de aynı şekilde isteksiz davrandı. Çünkü o dönemde yönetimde bulunanlar, halkın bir kesiminin gözünde kahraman olan Karadziç’in üstüne gitmeleri halinde, bir iç savaşın çıkabileceğinden korktular. Kaldı ki, yönetimin çeşitli kademelerinde, kaçak suçlulara sempati besleyen “milliyetçi” unsurlar da bulunuyordu...

İşte Batılıların “nemelazımcılığı” veya acizliği, Sırp yöneticilerinin isteksizliği veya çaresizliği, yıllar boyunca dünyanın en çok aranan kaçağının kâh Bosna’da, kâh Karadağ’da, kâh da Belgrad’ın göbeğinde hayatını sürdürmesine imkân verdi... Şimdi Sırp makamlarının Karadziç’i yakalamayı başarması şunu gösteriyor:

1) Belgrad’da son seçimlerden sonra işbaşına geçen yeni yönetim farklı bir tutum içinde. Cumhurbaşkanı Boris Tadiç ve koalisyon hükümeti, savaş suçlusu olarak arananları ele geçirme konusunda kararlı. Nitekim yeni hükümet işe, istihbarat servisinde köklü bir kadro değişikliği yaparak başladı. Yeniler kısa zamanda harekete geçtiler ve Karadziç’in izlerini tespit ettiler...

2) Yeni hükümet son zamanlarda içine düştüğü yalnızlıktan kurtulmak ve özellikle AB ile bütünleşmek istiyor. AB ise, Sırbistan’ın aday olabilmesi için, Karadziç’in -ve de Mladiç’in- yakalanıp Lahey Adalet Divanı’na teslim edilmesini şart koşuyor. Yeni hükümet bunun bilincinde ve bunun gereklerini yapma kararında...

Kısacası, iç ve dış dinamikler, Karadziç’in yakalanması için şimdiye kadar belki mevcut olmayan motivasyonu ve dolayısıyla siyasi iradeyi sağlamış oldu.

DRAMIN ARDINDAN...

Kuşkusuz Belgrad’ın bu yeni tavrı, uluslararası itibarını yeniden kazanması ve AB ile yakınlaşması şanslarını artırıyor.

Ama özellikle Bosnalı Müslümanlar ve Hırvatlar için, bu olayın önemi, kendi topraklarında Sırp hâkimiyetini kurmak için amansız bir etnik temizliğe girişen, 200 bin kişinin ölümüne, 1 milyondan fazla insanın evlerinden kaçmasına sebep olan, gaddar bir savaş suçlusunun nihayet yakalanıp adalete teslim edilmesidir. Bu, ölenleri geri getirmeyecek, çekilen acıları unutturmayacaktır. Ancak bu büyük insanlık dramının sorumlusunun adaletin önünde hesap vermesi ve gereken cezayı görmesi, en azından kamu vicdanını rahatlatacaktır.

Belki bu, Bosna’daki çeşitli dinsel ve etnik gruplara, tarih boyunca olduğu gibi, bundan sonra da yan yana uyum içinde yaşama umudunu ve cesaretini verecektir.

Milliyet, 23.7.2008

Sami Kohen

24.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır