"Gerçekten" haber verir 21 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

Hasan Hüseyin KEMAL

Demokrasiyi kabul etmek laikler için yenilgi

GİRİŞ

Türkiye, sancılı bir tartışma dönemini daha geçiriyor. Bu sancıları demokratik sistemin yerleşmesi açısından tabiî bulanların yanında, gelecekle ilgili felâket senaryoları yazanlar da var. Biz de güncel sorunlar yerine Türkiye’nin bakış açısındaki temel sorunları konuşmak istedik. Türkiye’deki tartışmaları yakından takip eden yazar Etyen Mahçupyan’la sistemin kabızlık hallerini konuştuk. Mahçupyan “Birinci meclis meşrûtiyet geleneklerinin devamı olan bir meclisti. Her kesimden insanın olduğu, aydın dünyasını içine alan bir dünyaydı. Böyle bir yapıdan sonra tek parti dönemi müthiş bir sınırlamadır. Cumhuriyet rejimi toplumun tartışmasına rıza göstermedi. Toplumun beklentileri o kadar gelişmişti ki cumhuriyet bir bastırma ve sınırlama tarafı içermeye başladı” diyor.

*Türkiye’de, siyaset alanının dar olduğu fikrine katılıyor musunuz?

Bunun kadim bir geçmişi var. Osmanlı’da asker kelimesi yönetici için kullanılan bir kelimeydi. Yöneticiler devlet memurlarıydı. Devlete intisap eden insanların farklı bir dünyaya geçtiğini görüyoruz. Toplum kendi cemaatinin sorunlarıyla yerel adaletsizliklerle ilgileniyordu. Bu da siyasetin tamamen devlete ait olduğunu gösteriyor. Yüzyıllarca bu toplum siyaseti devlete bırakmaya razı olarak yaşadı.

*Ya şimdi?

Toplum hızla siyaseti kendisi belirlemeye hazır hale geldi. İnsanlar artık kendilerini demokratik ülkelerdeki insanlarla mukayese ediyor. Genç nesil dünyayla bağlantılı yetişiyor. Toplum daha fazla demokrasi talep ediyor. Toplumun siyasete müdahil olma isteğine bürokratik yapı karşı çıkıyor. Siyasetçilerin sıradan, gündelik hayatla ilgili tali konular üzerinde karar vermesi isteniyor. Buna mukabil ana meselelerin hepsi siyasetin dışına devletin içine çekildi. Siyasî partiler yıllarca Kürt sorunu, dindarların sorunu, Alevilerin sorunu, gayri müslimlerin sorunu üzerine konuşamadılar. Başörtüsü sorununun temsilcisi olduğu iddia edilen AKP beş yıl boyunca bunu ağzına bile alamadı. Siyaset bu kadar daraltıldığında öbür sorunların çözümleri boşlukta kalıyor. Bu sorunlarla ilgili hergün bir asker ve yargıç konuşamayacağından görevi bazı medya organları devralıyor. Bu medyanın toplumu talepkâr olmamaya ikna etmesi bekleniyor.

*Tarihçi Sevan Nişanyan, Neşe Düzel’e verdiği röportajda batılılaşmanın taşıyıcısı olduğu iddia edilen M. Kemal yönetiminin batılılaşmayı durdurduğunu söyledi. Siz cumhuriyet dönemini nasıl yorumluyorsunuz?

Demokratikleşme babından baktığımızda Osmanlı Devleti’nin demokratikleşmeden çok hoşnut olduğunu söyleyemeyiz. Birinci Meşrûtiyet ilân edildikten sonra ancak bir sene sürdü. Tanzimat’tan sonra meşrûtiyetin ilânı için halk yaklaşık otuz sene beklemek zorunda kaldı. Daha sonra toplumun talebi giderek artan bir ivme kazandı. Cumhuriyete geldiğimizde toplumun demokrasi kavramı üzerinde tartıştığını görüyoruz. Cumhuriyetin ilânından önceki 1920 Meclisi’nin tutanaklarına baktığınızda özgürlük, eşitlik, demokrasi üzerine oldukça kaliteli tartışmalar yaşandığını görürsünüz.

*Yani Birinci Meclisteki tartışmaların daha sağlıklı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Kesinlikle, kesinlikle! Birinci meclis meşrûtiyet geleneklerinin devamı olan bir meclisti. Her kesimden insanın olduğu bir aydın dünyasını içine alan bir dünyaydı. Böyle bir yapıdan sonra tek parti dönemi müthiş bir sınırlamadır. Cumhuriyet rejimi toplumun tartışmasına rıza göstermedi. Toplumun beklentileri o kadar gelişmişti ki cumhuriyet bir bastırma ve sınırlama tarafı içermeye başladı.

*Cumhuriyet dönemi şartlarının bastırma ve sınırlama gerektirdiğini savunanlar var...

Bugünkü beklentilerimizle geçmişe bakamayız. O döneme gidip birinci meclisin tartışmalara baktığınızda cumhuriyet sürecinin tek partiye doğru gittiği, M. Kemal’in kimi davranışının son derece istibdatı çağrıştırdığı, antidemokratik bir sürece yönelindiği konuşuluyor. Biz bunu 2008’in dünyasından söylemiyoruz 1920’lerde yaşamış aydınlar söylüyor. Birinci meclisin tartışma konusu çoğunlukla meşruiyet üzerineydi: Liderin meşruiyeti, meclisin meşruiyeti, devletin meşruiyet alanı... Bu ileri bir tartışmadır. Biz bugün o insanların yaptığı tartışmayı yeniden yapmaktayız.

*Yani Cumhuriyet dönemiyle dondurulmuş seksen yıllık tartışmayı yeniden mi başlatıyoruz?

Evet, böyle birşey yapıyoruz. Cumhuriyet dönemi tartışmalar uluslar arası despotik yönetim anlayışının yardımıyla dondurulabildi. 1945’ten sonra gelen uluslar arası açılımdan Türkiye nasibini direne direne aldı. Bugün bile bir yandan AB’ye girmeye çalışıyorlar diğer taraftan kâğıt üzerindeki reformlar hayata geçirilemiyor. Devlet direnmekle kalmıyor bunu engellemek için darbe yapmaya kalkanlar oluyor. Avrupada toplumla devlet arasındaki mesafe yakın olduğundan siyasî partiler üzerinden değişim sağlamak mümkün oluyor. Türkiye’de siyasî partiler üzerinden değişim sağlayamadığınız gibi partiler kapatılıyor. Siyasî partileri sistemden çıkardığınızda devletle toplum arasında büyük bir boşluk oluşuyor. Bu yapıda demokrasiyi sağlamak zorlaşıyor ve zamana yayılmak mecburiyetinde kalıyor.

*Herhalde burada bir de siyasî parti eleştirisi yapmak gerekiyor?

Türkiye’de, devletin ana meseleler üzerinde söz sahibi olma konusundaki gizli kabul, ister istemez siyasî partileri bir tür popülizan, rant dağıtan kapıya dönüştürüyor. Siyasî partiler sadece ayakta kalarak başarılı olan kurumlara dönüyor. Gerçek siyaseti önermeyen, tartışmayan kurumlar bunlar. Siyasî partiler yıllarca askere sormadan birşey yapamadılar. Bu anlamda bizdeki partilere siyasî parti demek mümkün değil. Batılı anlamda siyasî parti toplumsal talebin tartışılmasını sağlayan aracı mekanizmalar demek. Kürt sorunu, dindarların sorunu, Alevilerin sorunu, gayri müslimlerin sorununun mecliste dillendirilmediğini düşünün. Bu şizofrenik bir durum. Toplum bu sorunları acı çekerek yaşayacak, ama milletin meclisi bunu hiç konuşmayacak. Bunun ne kadar devam edebilirliği var.

*Sizce?

Bunlar ancak kapalı toplum yapısında devam edebilir. Onlar için maalesef ki 1980’den itibaren yavaş yavaş dünya açık topluma kaydı. Türkiye’deki AB sürecinin şeffaflaşmayı güçlendirmesi artık bunun devam etme şansını ortadan kaldırdı. Daha önce dışlanmış insanların kendi partilerini kurmaları doğaldı. Esas problem partiymiş gibi davranan, laik kesimin gerçek bir parti kurup kuramayacağı. Esas problem siyasete müdahil olamayan laik kesimin siyasetten de anlamadığı için asker ve yargı üzerinden güdülen siyasete rıza göstermeleri. Bu Türkiye’de tartışmayı baltalayan birşey.

*Laik kesim siyasetten anlamıyor olsa bunca sene ülkeyi nasıl yönetebilirdi?

Laik kesim cumhuriyetten başlayarak hangi reformda, hangi çıkan kanunda kendi iç mekanizmalarını çalıştırarak toplumsal tartışma yapmıştır? Hepsini yönetici kodu altında sivil-asker bürokrasi yaptı. CHP’nin il başkanları aynı zamanda valiydi. Yani idarî kadroyla devlet kadrosu çakışmaktaydı. M. Kemal hayattayken milletvekillerini tek tek kendi seçti. Bu huy, parti başkanlarına tevarüs etti. Bu duruma bakarak laik kesimin katkısından, paylaşma hissinden, tartışma kültüründen bahsetmek mümkün değil. Biz devlet eksenli bir partinin devletimsi hareketinden bahsediyoruz. CHP laik kesimi temsil etmekten ziyade “Laik devleti” temsil ediyor. Laik kesime başkalarını öcü göstererek oy alıyor. Siyasî partiden ziyade devletin uzantısı...

*Laik kesimdeki noksanlık veya eksiklik ne?

Türkiye’nin batılılaşma anlayışı maalesef pozitivist ve yüzeyseldir. Yaşam biçimlerinin değişmesi batılılaşmanın sınırlarını çizdi. Ancak Batı ülkelerinin kurumsal yapıları, idarî kararlarının alınış yöntemi, demokrasi, eşitlik, özgürlük anlayışları tartışılmadı. Bu konuda tek bir entelektüel tartışma olmadı. Laiklik üzerine bile olmadı. Cumhuriyet meşruiyetini laiklik üzerinden yapınca laik olan insanlar kendini devlete yakın hissettiler ve cemaatleştiler. Türkiye’de çoğunluğu oluşturan Sünnî cemaatle laik cemaat arasındaki insanî ilişkiler çok çok cüz’i kaldı.

*Biraz daha açar mısınız?

Laik kesimde bir araştırma yapsanız dindar bir ailenin günlük hayatı hakkında ne kadar cahil olduklarını görürsünüz. Onların nelere gülüp ağladıklarını bilmezler. Laik kesim dindarları o kadar tanımadı ki kendi kafasındaki din anlayışı üzerinden onları irticayla bütünleştiren bir tablo çizdi.

*Peki laik kesim içinde farklı düşünen insanlar yok mu?

Laik kesim, kendi içlerinde bazı şeyleri çok rahat konuşuyorlar. Onlar içinde bazı kavramları kutsallaştıranlar tartışılmaz kılanların sayısının az olduğunu düşünüyorum. Laik kesim ‘öteki’yle birlikte yaşamayı öğrenmiş değiller. Bundan ürküyorlar. Tabi bunun yanında ekonomik rant sistemi yıllarca laik kesime akmış. Şimdi bu rant kapılarını istedikleri gibi kullanamıyorlar. Onlar için AKP hükümeti, farklı iş dünyasının lehine olan kararların çıkmasını engelleyememek demek. O yüzden laik kesim tartışması sadece kültürel, ideolojik bir tartışma değil ayrıca rant tartışması. Laik kesim demokrasiyi kabul ettiği anda azınlık olduğunu da kabul etmek durumunda. Bugüne kadar ideolojik olarak ülkeyi yöneten laikler için bu bir yenilgi. Türkiye’de gerçek demokrasiyi savunmak ‘sen’in değil ‘öteki’nin taleplerinin daha görünür kılınması demek. Buna hazır laik bir parti yok. AKP’den daha özgürlükçü bir parti olmalısın ki Müslümanların oyunu alabilesin. Bence bundan sonra siyasî bir ayrışma olacak ve demokratlar bir safta toplanacaklar.

*Türkiye, değişik kesimlerin ortak hayat kurması noktasına ne zaman gelecek?

Şu anda dış konjonktür biz istesek de istemesek de bizi toplum yapmaya yöneltiyor. Bence laik kesimin sıradan insanlarıyla dindar kesimin sıradan insanları arasında bir yakınlaşma, kız alıp verme, iş kurma var. Bunun ortaya çıkaracağı yeni orta sınıf Türkiye’nin sağduyusunu meydana getirecek. Bunun için bir nesle daha ihtiyacımız var diye düşünüyorum. Eğer uluslar arası konjonktür denk gelirse yeni nesil farklı bir bakışın temsilcisi haline gelecekler. Bazı insanlar hiç değişmeyecek, yaşlanacaklar. Benim kuşağım bazı şeyleri yaşamadan, anlamadan belki ölüp gidecek. Yeni nesil kendi aralarında ve dünyayla yeni ilişkiler kuracaklar. Yeni nesil yeni bir Türkiye kuracak!

*Bu noktada ‘devri sabık’ tartışmaları aklıma geliyor. Sizce Türkiye bunu yapacak mı?

Devri sabık konjonktürle ilgili bir olay. İkincisi bir sonraki adımı nasıl kurmak istediğinizle bağlantılı. Türkiye’nin kurumsal yapısı değişime hazırsa ‘devri sabık’ yapabilirsiniz. Devri sabık doğrudan orduyu karşınıza almayı gerektiriyorsa bu abuk bir şeydir. Hiçbir toplum kurumsal olarak orduyu karşısına alamaz. Onun için kurumların iç potansiyeli ve dinamiği önemlidir. Öte yandan toplumsal talep varsa bu eninde sonunda tartışılacak demektir.

*Son dönemde üst düzey komutanların adalet önünü çıkarılmasının ‘devri sabık’la bir ilişkisi olabilir mi?

Ordunun şöyle bir tereddüdü ve isteği var. Ordu, bu tür karalamaları taşımak istemez. Bunları temizlemek ister. Ordu aynı zamanda siyaset ve toplum üzerindeki etkisinin de sınırlandırılmasını istemez. Diğer taraftan bu gözaltılar devri sabık yaratmaya doğru gidecek, herkes tek tek ortaya çıkarılacaksa bunun nerede duracağı bilinemez. Ordu bundan tedirgin olur ve belli sınır içinde tutulmasını ister. Aynı şeyi siyaset ve toplum tarafı da isterse bu orda kalır. Ben Türkiye’de durumun böyle olacağını düşünüyorum. Ordunun bir hamlede demokratik ülkeler düzeyine geçeceğini zannetmiyorum. Bu gelişmelerin bu yönde bir adım olacağını ve sonraki adımları kolaylaştıracağını düşünüyorum.

*Toplumun tepkisi nasıl olur?

Türkiye toplumu cevval ve dinamik bir toplum. Kendine yıllarca yalan söylenmiş bir toplum. Bunu şu anda biliyoruz. Bütün resmî tarih, okulda okuduklarımız bize gerçeği söylemiyor, palavra şeyler. Bildiklerimizin o kadar büyük bir miktarı yanlış ki, bunlarla karşılaşmak istemiyoruz. Bunun hangi birini yeni baştan öğreneceksiniz? Dolayısıyla yarını kurmak toplum için daha önemli. Yarını kurmak adına geçmişi unutmaya razı. Eğer siyasetçiler yarını kurma garantisini topluma gösterirlerse, toplum ‘devri sabık’la uğraşmaktansa belli insanların deşifre, afişe olmalarını görmek isteyecektir.

*Devletin temizlenmesi için kurumlarında yardım etmesi gerektiğini söylediniz. Ancak ordu içindeki soruşturmaların belli bir yerde durdurulması isteği olduğunu da belirttiniz. Bu durum birbirine ters değil mi?

Ordu mecburen bazı şeyleri isteme noktasına geliyor. Hiçbir şeyi değiştirmeden devam etmek mümkün olmadığından, ordu içinde neyi ne kadar değiştirmek gerektiği tartışılıyor. Hangi yönde değişim gösterirseniz ona uygun subaylar en tepeye çıkacak demektir. Bunlar aynı zamanda kariyer planlarıyla da alâkalı. Askerler dünyaya bakıyor, NATO’nun üyelik kriterleri neredeyse AB kriterleriyle aynı. Şu an NATO’ya müracaat etseydik askerin sivil üzerindeki yaptırımı dolayısıyla alınmayabilirdik.

*Ama Ergenekon çetesinin temizlenmesini Amerikancı, yani NATO’cu kanat yaptı diyenler var? Yani ordu içinde başlı başına bir temizlik olmadığını iddia edenler...

Bunun nasıl bir operasyon olduğunu bir sonraki olayda daha net görebiliriz. Bu söylenildiği gibi ordunun iç çekişmesinden kaynaklanıyor da olabilir. Ben olaylara taraf olmaktan ziyade hukuk çerçevesinde değerlendiririm. Darbe yapmak isteyen askerler varsa bunlar ister NATO’cu, ister Ergenekoncu olsun hapse atılması gerekir. Bunun bu açıdan doğru bir temizlik hareketi olduğunu düşünüyorum. İnsanları Amerikaya karşı olduğu için ordudan atamazsınız, bu bir suç değildir. Ancak suç teşkil eden teşebbüsleri varsa o başka...

*Türkiye, her şeyin birbiri içine geçtiği kaotik ortamdan nasıl kurtulabilir?

Ne tarafta olursanız olun, hangi düşünceyi savunursanız savunun; ancak samimî ve ahlâklı olun. Temel mesele budur.

Hasan Hüseyin KEMAL

21.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (18.07.2008) - Herkes kendi memleketine yatırım yaparsa, işsizlik problemi çözülür

  (15.07.2008) - Avrupa'ya ne zaman gitsem, daima Bediüzzaman'ın müjdesini görüyorum

  (14.07.2008) - İslâmî şuuru Risâle-i Nur'la kazandım

  (13.07.2008) - Ziya Şark Sofrası dünyaya açılıyor

  (02.07.2008) - Hedefimiz Karadeniz’e 10 milyon turist çekmek

  (30.06.2008) - Başörtüsünü siyasî simge olarak göstermek büyük hata

  (26.06.2008) - Yasak travma meydana getirdi

  (23.06.2008) - Kemalistler asıl demokrasiden korkuyor

  (16.06.2008) - Ulusalcılar hukuk tanımıyor

  (12.06.2008) - Önce ekmek diyenler hürriyetlerini kaybeder

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır