"Gerçekten" haber verir 31 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah'ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz—kâfirler isterse hoşlanmasınlar.

Tevbe Sûresi: 32

31.07.2008


Çocuklar, ölüm karşısında yalnız Cennet fikriyle teselli edilebilir

Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefâtlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nâzik vücudlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukàvemetsiz mizâc-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup, mesrurâne yaşayabilirler.

Meselâ, Cennet fikriyle der: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü; Cennetin bir kuşu oldu, Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.” Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukàvemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek, gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letâifini dahi öyle ağlattıracak; ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı.

Sözler, 10. Söz, Mukaddime, s. 92

***

Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa, elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylâz bir hayatla yaşayacak. Çünkü, her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki, hayatı ve aklı o biçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:

“Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyf eder, gezer. Ve validem öldü, fakat rahmet-i İlâhiyeye gitti, yine beni Cenette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi göreceğim” diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.

Şualar, s. 203

***

Hem meleklere imanın saadet-i dünyeviyeye medar cüz’î bir nümunesi şudur ki:

İlmihalden iman dersini alan bir mâsum çocuğun, yanında ağlayan ve mâsum bir kardeşinin vefatı için vâveylâ eden diğer bir çocuğa, “Ağlama, şükreyle. Senin kardeşin meleklerle beraber Cennete gitti. Orada gezer, bizden daha iyi keyfedecek, melekler gibi uçacak, her yeri seyredebilir” deyip, feryat edenin ağlamasını tebessüme ve sevince çevirmesidir.

Ben de aynen bu ağlayan çocuk gibi, bu hazin kışta ve elîm bir vaziyetimde gayet elîm iki vefat haberini aldım. Biri, hem âli mekteplerde birinciliği kazanan, hem Risâle-i Nur’un hakikatlerini neşreden biraderzâdem merhum Fuad; ikincisi, hacca gidip sekerat içinde tavaf ederken, tavaf içinde vefat eden Âlime Hanım namındaki merhume hemşirem... Bu iki akrabamın ölümleri, İhtiyar Risâlesinde yazılan merhum Abdurrahman’ın vefatı gibi beni ağlatırken, imanın nuruyla o mâsum Fuad, o saliha Hanım insanlar yerinde meleklere, hûrilere arkadaş olduklarını ve bu dünyanın tehlike ve günahlarından kurtulduklarını mânen, kalben gördüm. O şiddetli hüzün yerinde büyük bir sevinç hissedip hem onları, hem Fuad’ın pederi kardeşim Abdülmecid’i, hem kendimi tebrik ederek Erhamürrahimîne teşekkür ettim.

Şuâlar, s. 233

nev-i beşer: İnsanoğlu.

kuvve-i mâneviye: Mânevî güç, moral.

mizâc-ı ruh: Ruh mîzâcı.mesrurâne: Sevinçli bir şekilde.

zîr ü zeber: Altüst, karmakarışık.

letâif: Latifeler, duygular.

saadet-i dünyeviye: Dünya mutluluğu.

biraderzâde: Kardeş çocuğu, yeğen.

hemşire: Kız kardeş.

Erhamürrahimîn: Merhametlilerin en merhametlisi olan Allah.

31.07.2008


Tatil bizlere neleri hatırlatır?

Bediüzzaman kırk yılda dört kelime ile dört kelâm öğrendiğini söyler.1 Bu dört kelimeden birisi “nazar”dır. Yani bakış açısı.

Okullar yaz tatiline çoktan başladı. Öğrenciler karnelerini aldılar. Ders kitaplarını bir tarafa bıraktılar. Belki de arşivlendi. Peki, şimdi ne yapıyorlar dersiniz?

Yaz tatili süreci, okuma-yazma faaliyetlerine ara verme süreci mi olacak? Bazılarına göre zamanı boşa harcama dönemi. Ya da dinlenme zamanı. Öyle ya öğrenciler yorucu bir maratondan çıktılar. Medyaya baktığınızda insanlar dünyaya çağrılmaktadır. İnsanların önlerine bir sürü alternatif eğlence programları sunulmaktadır.

Bediüzzaman Said Nursî, bir mektubunda2 bu tehlikeye dikkatimizi çekmekte ve şöyle seslenmektedir: “Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maîşet meşgalesi hengâmı ve şuhûr-u selâsenin çok sevaplı ibâdet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle, gayet kuvvetli bir metânet ve vazife-i nûriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risâle-i Nûr’un hizmeti zararına bir atâlet, bir fütur ve tevakkuf başlar.”

Bu yaz mevsimi öğrenciler ve memurlar için gaflet zamanı, daha çok tarımla ilgilenenler için de geçimini elde etmek yolunda çalışmak vaktidir. Çok sevaplı olan üç aylar başladı. Regaib ve Mi’râc Kandilini geçirdik. Önümüzde Berat kandili geliyor. Arkasından Ramazanla birlikte sevapların katlanacağı günler geliyor. İçerisinde bin aydan daha hayırlı Kadir Gecesi var. Kısaca söylemek gerekirse, mânevî kazançların kat kat arttığı bir mevsimi yaşıyoruz. Bunların dışında yaşadığımız günlük siyasî olaylar da meraklılar için oldukça fazla. Bunlara kendimizi kaptırırsak kurtarmak zordur. Elimizi versek kolumuzu kurtarabilir miyiz? Üzerimize düşmeyen boş işlerle uğraşırsak Risâle-i Nur hizmeti zararına bir tembellik, bir durgunluk başlayacağı ihtimalden uzak değildir.

Üstad, bu konuda nur talebelerinin ilgilendikleri vazifenin yeryüzündeki büyük meselelerden daha büyük olduğunu şu sözleriyle ifade eder: “Aziz kardeşlerim, siz katî biliniz ki, Risâle-i Nur ve şâkirtlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesâilden daha büyüktür. Onun için, dünyevî merakâver meselelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. “

Dünyevî, boş şeylere harcayacak ne kadar sermayemiz var ki? Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var.” Bu dairelerde elbette vazifelerimiz vardır. Ancak vazifeler ters orantılıdır. Yani küçük dairede büyük, büyük dairede küçük vazifeler bulunur.

“Herbir dairede, herbir insanın bir nevî vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür.

“...bilhassa Müslümanların başına öyle bir hadise ve öyle bir dâvâ açılmış ki, her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvâyı kazanmak için bilâtereddüt sarf edecek.

“...herkesin, iman mukabilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?”3

İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekili Risale-i Nur’dur.4

Bize göre tatil, akraba ve arkadaş ziyaretleri, dinlenme, tarihî yerleri gezme, okul zamanı yapamadığımız farklı faaliyetleri yapma, kâinat kitabını tefekkür, okuma programlarına katılmakla çok güzel değerlendirilebilir. Yaz tatili bu faaliyetler yönünden iyi bir fırsattır.

Bu yaz tatili farklı olsun. Farkı hep birlikte yaşayalım. Gelin yaz tatilini okuma mevsimi yapalım. Nasıl mı? Kendimize özel bir program yapalım. Yaz okullarına veya okuma programlarına katılalım. Yaz tatili boyunca Risâle-i Nur Külliyatını bitirmeye niyet edelim. Her güne kaç sahife düşüyorsa o kadar okumaya çalışalım. Günlük okumalarımızı akrabalarımızla ve bize yakın arkadaşlarımızla da yapabiliriz. Böylece onları da bu kervana katmış oluruz. Bu sizin bütün gününüzü almaz. Artan zamanınız da olacaktır. Siz niyetinizde samimi olursanız Allah da size yardım edecektir.

Her tatil bizim için bir altın fırsattır. Her fırsat bizim için değerlidir. Yakaladığımız bu fırsatları iyi değerlendirelim. Fırsatları ertelemeyelim. Çünkü fırsatlar her zaman kapımızı çalmaz.

Anneler, babalar! Sizler de bu fırsatların çocuklarınıza gelmesine yardımcı olun. Eğlenerek öğrensinler. Kapılarınızı çalan fırsatlara kapatmayın. Sonra fırsatlar kaçmasın. Kendinize zaman ayırın. Biliyorsunuz, son pişmanlık fayda vermez.

Bize sunulan zaman, içinde bulunduğumuz andır. Geçmiş elimizden uçup gitti, gelecek zamana ise hükmedemiyoruz. Ya gelir, ya gelmez. Öyleyse, şimdi okuyun, kabirde okuyamazsınız!...

Dipnotlar:

1- Mesnevî-i Nuriye ,s. 45

2- Emirdağ Lâhikası, s. 41

3- Şuâlar, s. 184-185

4- A.g.e.

Ahmet ÖZDEMİR

31.07.2008


Ramazana hazırlıklı olalım

Hisli bir akşam vakti… Biraz sonra akşam ezanı okunacak. Yalnız, içimde tarifsiz bir his var… Bu tanıdık gelen bir duygu, mânevî bir haz… Öyle bir duygu ki, kalbimde lezzeti kalmış da, sanki ruhum şu an o lezzeti aramakta… Hayırdır inşaallah… Ezan vaktine saniyeler kala anlıyorum… Beni saran bu mânevî havanın ne olduğunu fark ediyorum. İşte şimdi de Ankara’da ezan vakti: Allahu Ekber Allahu Ekber… Allahu Ekber Allahu Ekber…

Ezan ile beraber artıyor bu duygular. Bir esintiyi hissediyor yüreğim… Çok uzak değil… Yakın bir zamanda yaşadığım mânevî bir esintiyi… Sanki tatlı, ılık bir rüzgâr… Bir esinti… Bir Ramazan esintisi yaşatıyor o akşam ezanı bana... Ramazanda bizi saran o atmosferi hissediyorum o akşam. Tarifsiz duygu, mânevî lezzet… Hepimizin yaşadığı ve kalbimizde tadı kalan, doyamadan uğurladığımız Ramazan-ı Şerifi, tekrar yaşıyorum…

Bir özlem miydi bu? Bir hatıra mı? Geçici bir hatıra olması mümkün değil. Zamanımızın en kıymetli hatıralarını barındırıyordu bu ay. Başka bir şey daha vardı... Bir mahcubiyet... Bu mahcubiyet, Ramazan’ı bir aylık yaşayıp, diğer zamanlar ülfet içinde yaşayanlar adına idi. Enelerden oluşmuş “Biz” adına idi. Zira Ramazan’ı yaşamıştık biz. Peki Ramazanlaşabilmiş miydik? Ondan öğrendiğimiz ne çok davranış vardı. Hâlâ o güzel davranışları uyguluyor muyduk?

Hani her gün Kur’ân-ı Kerîm okurduk. Her an niyazda bulunurduk… Gıybetten, yalandan, edep dışı davranışlardan uzak durmaya daha çok gayret ederdik. Yardımlaşma, saygı, cömertlik bizim en belirgin özelliklerimizdendi. Ramazan’ın güzelliğini sevdiklerimizle doyasıya yaşardık. Ramazan’ın bereketini yoksullarla paylaşırdık. Doyumsuz mânevî haller içinde kaybolurduk…

Şimdi de hâlâ o güzel halleri yapabiliyor muyuz? Tamam , “O, Ramazan Ay’ı…” diye düşünebilirsiniz. Biliyoruz ki o “manevî hava” sadece Ramazan’da mevcut. Demek istediğim; Ramazan ayındaki öğrendiklerimizi diğer aylara yaymak. Her günü Ramazan gibi yaşamak. Hiç değilse bu niyet içinde bulunmak...

“Ramazan gider, bu güzel davranışlar, bir dahaki Ramazan’a kadar biter” gibi bir davranış içinde olan insanlar yok değil. Ülfet ve gaflet devreye girince; Ramazan, geçmişte bırakılmış bir anı olarak kalabiliyor. Gaflet, bu güzel fiilleri de unutturabiliyor.

Ramazan, kalbimize bal şerbetini içirip; bizi bizle bıraktı. Tadı kalbimizde kalan mânevî lezzeti ile de bir iz bıraktı. Biz, ondan öğrendiklerimizi neden “geçmiş zamanda” bırakıyoruz ki? Ramazan-ı Şerif bir misafir idi. Bu “Ayların Sultanı” misafirimizden öğrendiklerimizi niçin sürekli bir hale getirmeyelim ki? Hayatımızın her ânını ebedî meyveler kazanarak geçirebiliriz. Niyet ve gayret bizden, muvaffakiyet Allah’tan….

Öyleyse şimdiden bir hazırlık yapma zamanı. Peygamber Efendimiz’in (asm) Sünnet-i Seniyyesine uyarak, Bismillah diyelim (inşaallah). Hem Receb ve Şaban ayının havasını daha iyi soluklarız. Öyleyse Recep ayı duâsıyla başlayıp; Kadir gecesi duâsıyla af dileyelim Rabbimizden.

Recep ayı duâsı: “Allah’ım! Recep ve Şaban ayında bize bereketini ihsan eyle ve bizi Ramazan ayına kavuştur”. Kadir gecesi duâsı: “Allah’ım! Sen affedicisin, affetmeyi seversin. Beni affeyle.” Kadir gecesi duâsını vird edinip, her an okuyabiliriz.

Bir misafirimize karşı eli boş, üstü başı dağınık olarak “Hoşgeldin” demeyiz, değil mi? Mutlaka güzel ve tertipli oluruz. İkramımızı da sunarız. Öyleyse bir ay bizlerle kalacak olan Ramazan-ı Şerif’e karşı mânen hazırlıklı ve tertipli olalım. Çünkü Rabbimize ve kendisine Kur’ân indirilen Kutlu Peygamberimiz’e (asm) karşı bir hazırlıktır bu. Bir edeptir, bir hürmettir, şükrandır bu…

Fatma ALTUNER

31.07.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır