"Gerçekten" haber verir 26 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Görüş

Bir mübarek sefer olsa da gitsek

İLK HEYECAN

Kutsal topraklar genç yaşta ziyaret edilmeli idi, kalbimiz üzerinde kalınlaşan dünya sevgisi biraz olsun genç yaşta erimeli idi. Genç yaşta dönmeli idi Kabe'nin etrafını, genç yaşta koşulmalı idi Safa ile Merve arasında, Nebi’nin sevgisi ile bütün zerratımız genç yaşta kuşatılmalı idi, Uhud, Hendek, Hudeybiye, Bedir genç yaşta görülmeli idi, Hacerül Esved genç yaşta öpülmeli idi. Hülasa kutsal yerleri ziyaret etmek aşkı ve Nebi’nin hasreti, bizi tahrik etti ve hayallerimizi genç yaşta kuvveden fiiliyata geçirmemize sebep oldu.

Birkaç sene öncesi Ahmed kardeşimiz hislerimize tercüman olarak umre ziyareti yapmamız gerektiğini söylediğinde tamam dedik böylece arkadaşlar arasında bir umre muhabbeti başladı bu muhabbet 2008 Temmuz'unda pasaport hazırlıkları ile son buldu. Çünkü 20 arkadaş kararlaştırmıştık Umre’ye gidiyorduk.

Daveti “umre okuma programına” diye yaptığımızdan dolayı ne okuması diye gelen sorulara kardeşlerimizden bir tanesinin cevabı manidardı. Evet okuma programına gidiyoruz. Ne mi okuyacağız, Kur’ân’ı, Cevşen’ i, Risâle-i Nur’u, Kabe'yi, Yeşil Kubbe'yi, Mina'yı, Cennetül Baki'yi, Hacerül Esved'i, Uhud’u, Hendek'i satır satır okuyacağız demişti.

Koşuşturmalar, telefonlaşmalar neticesinde nihayet mübarek beldeye uçuş tarihimiz İstanbuldan 1 Temmuz olarak belli oldu.

Onur ağabeyimiz Geyve, Ahmed ağabeyimiz Gemlik, Abdullah ağabeyimiz Ordu, Ali Osman ağabeyimiz İzmir-Tire, Cihan ağabeyimiz Kazan, Furkan ağabeyimiz Ereğli, Halil ağabeyimiz Trabzon, Mustafa ağabeyimiz Denizli, Harun ağabeyimiz Ankara, İsa ağabeyimiz, Şehmuz ağebeyimiz hepsi ya okuma programlarını bitirmişler yahut bu kutsal yerler için izinlerini kullanıp bizlere eşlik etmişlerdi.

İçimiz kıpır kıpırdı işlemlerimizi hallederken Mekke’yi, Medine’yi kutsal yerleri görmek heyecanı sarmıştı içimizi. Farklı farklı memleketlerden gelindiği için İstanbul’da bir buluşma noktası belirlemiştik buluşma noktamız da İstanbul Fatih Camisi'nin avlusu idi…

Pazartesi Allah Rasulu’nün dünyaya teşrif ettiği gündü ve bir pazartesi öğlesinde Fatih Camisi avlusunun sıcaktan kavrulmuş mermerleri yirmi damla su görmüştü üzerini ferahlatan, Fatih Camisi avlusuna bir bir damlamıştık, yanyana geldik heyecanımız bir gölet oldu ve hep beraber uçacağımız alana doğru şelale gibi aktık. Hepimizin sırtında manevi çuvallar vardı içlerinde Ne-bi'ye sunacak kucaklar dolusu selamlar olan, kimi gözyaşı ile emanet etti selamını, kimi tebessümle, kimi heyecanla, kimi hicapla nev nev selamlarımız vardı Nebi'ye götürecek….

Ağabeylerimiz, kardeşlerimiz kutsal toprakların hürmetine kendilerine duâlar etmemizi istemişlerdi. Yaşça büyüğümüz, şefkatli ağabeylerimizden Ali ağabeyimiz o yerlerin hürmetine bizlerden duâ istemişti. Hele Ankara terminalinden gece vakti ısmarlaştığımız kalabalığın içinden sıyrılıp cebime mahcubiyetle konulan küçük mektubu Medine semalarında açtığımda Uhud dağı kadar manalı selamlar okuyordum…

Küçük Hüseyin, Allah Rasulüne olan özlemini ve selamını yazıyla şu şekilde ifade ediyordu:

Ya Rasulallah bu sene yanınıza gelmeyi çok arzu ediyordum yalnız gelemedim daha doğrusu Umre için yanınıza gelineceğini duyduktan sonra biriktirdiğim harçlıklar yeterli olmadı gerçi böyle bir mazeret sunmaktan utanıyorum ama inşallah er ya da geç geleceğim.

Belki oralara gelmeye şimdilik lâyık değilim, Ya Rasulallah, Ashabın gibi sana sevgim olsaydı belki oralarda olacaktım, her neyse, ne diyeceğimi bilemiyorum, ama seni çok özlüyorum, Ya Rasulallah…

Benim peygamberim şefaatine her mü'min gibi ihtiyacım var. Duâ ediyorum, Rabbim senin hürmetine bana hayırlı edep, hayırlı ilim, hayırlı sadakat, hayırlı anlayış, hayırlı hizmetler nasib etsin.

Beni en kısa zamanda ravzana çağır Ya Rasulallah…

Aciz bir kul, Nebiye hasret bir ümmet.

Küçük Hüseyin

Evet ayaklarımız yerden çoktan kesilmişti uçağımız Medine semalarında uçarken hicabından kanatlarını büzüştürüyordu ve o mahcubiyetle yere doğru hız aldı uçak yere yaklaştıkça başımız göğe değiyordu vücud azalarımızın ritmi önceki ritimlerine kıyasen daha lahutî idi, küçücük camlara yüzlerce kafa sığışmıştı, sedalar geliyordu, işte ışık hüzmeleri Ravzadan yükselen, işte bir koku 1400 sene öncesinden gelen, bu güzel fısıltıların ardından saygıyla yere değen uçağımızın kapıları açıldı. Eski altı aylık heyecanlara mukabil hızı kesilen heyecanımız hızlı gelmenin etkisi ile sendelenmişti. Heyecanla inmeye çalıştığımız merdivenler gözümüzde büyüdü, yüzümüze sıcak esintiler 'hoş geldiniz' meshi yapıyordu. Çeşitli işlemler neticesinde otelimize geldik eşyalarımızı apar topar yerleştirdikten sonra hışımla dışarıya fırladık. Gözümüz bir nur arıyordu Medine sokaklarında. Adres sormadan Nebi'yi bulmak mümkün. İnsanların gittiği yönü takip ediyorduk. Aman Ya Rabbi herkes Nebi'ye gidiyordu. Medine sokakları asırlar öncesinden gelen gül kokusu ile asildi ama bitmek bilmiyorlardı. Nihayet bir ışık çalındı gözümüze, biraz koşuşturmadan sonra minareler beliriverdi, konuşamıyorduk. Hızlı adımlar neticesinde nihayet ve nihayet Rabbime Şükürler olsun işte Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra), işte Ravza işte bu sıcak memlekete insanları yağdıran renk…

NEBİYE HÜRMET ESİNTİLERİ

“Sakın terk-i edebden kuy-i mahbubu hüdadır bu

Nazargah-ı ilahidir , makamı Mustafadır bu”

Mescid-i Nebevi’ye girerken ailemizden ağabeylerimizden öğrendiğimiz hürmet tarzlarının en güzeliyle girmeye dikkat ediyorduk. Mescidin her yeri mü'minlerin nadide hürmetleri ile doluydu. Kimisi, belli ki günlerdir Nebi'nin sevgisinden mescidden ayrılamamış, kimisi kare kare beynine mescidi resmediyor unutmamak için, kimi de kalbine nakşederken muhabbetini Nebi'nin; elinde tesbihiyle uyuya kalmış. Mermerlere tatlı yorgunluğun arkasından kendini bırakmış insanlar, sütunlara dayanmış sırtlar, rahlede uyuyan başlar kendini tutamayan yüksek sedalı duâlar, ağlamalar…

Lisanı hâliyle diyordu bu insanlar; 1400 senedir ayrı kaldığımız Nebi'den ayrılamıyoruz. İşte nur havuzunda gark olmaya çalışan on binlerce kişi; simaları farklı, renkleri farklı, dilleri farklı ama mescidde hürmetle boyun eğmelerinin, gözyaşlarının, duâlarının, tazarrularının, yakarışlarının rengi, dili, siması aynı, hepsinin kalbi “şefaat ya Rasulallah (asm)” mânâsında buluştuğu, mazi kokan mescidin manevi atmosferinden anlaşılıyor. Bu mescid bir ittifak salonu diye haykırasınız geliyorken Hucurat Sûresindeki Nebi'ye saygı âyetleri yine sukûnetle boyun eğdiriyor insana...

Tarifi mümkün mânevî hazlar, duyguların yetersiz kaldığı hadiseler, anlaşılmaya başlayan binlerce anlamlı bakışlar, sayısız sadâlar dolu mescid-i Nebi... —DEVAM EDECEK—

SAİD M. NURSÖZ / MEKKE-MEDİNE

26.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır