"Gerçekten" haber verir 01 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ramazan

Modern kadın uyanıyor mu?

*“İNGİLTERE'NİN tanınmış üniversitelerinden Cambridge, yaptığı araştırmada ‘Kadınlar full-time çalışınca aile ortadan kalkıyor’ sonucuna ulaştı. Son 30 yılı inceleyen sosyoloji profesörlerinden Jacqueline Scot, ‘Kadınlar artık iş ve ev yükünü taşıyamıyor. Bu yüzden ailesini düşünen kadınlar yarım gün çalışmayı tercih ediyor. Kariyeri tercih edenler ise ailelerinde büyük sorunlar yaşıyor’ tesbitinde bulundu.” (Sabah, 7.8.2008)

Aslında, kadınların çalışma hayatında yaşadıkları ve ister istemez aile hayatlarına da yansıttıkları sıkıntıların çözümü, fıtratlarının sesini dinlemekte saklı.

Fıtrat dini İslâm, kadını, “müdîr-i dâhilî”, yani “evinin idarecisi” ve “anne” yapmakla, ona lâyık olduğu hürmeti göstermiştir. Yine Bediüzzaman “Şer’-i İslâm onları rahmeten dâvet eder eski yuvalarına. Hürmetleri orada; rahatları evlerde, hayat-ı âilede” (Sözler, s. 668) sözleriyle buna dikkat çekmiştir.

İslâmın bu prensiplerinin, kadın yaratılışına uygun olduğunun bir ispatı da, iki yıl önce bir gazetede yer alan haber idi. “Kocam çalışsın, ben evimin kadını olayım” başlığıyla yayınlanan haberde, “İngiltere’de yapılan bir araştırma, iyi bir eğitim alıp iş hayatına atılan kadınların, parlak bir kariyer yerine, evinde oturup sakin bir hayat sürmenin hayalini kurduğunu ortaya çıkardı” deniliyordu. Devamında ise şu tesbitler yer alıyordu:

“İngiltere’de 30 yaşlarında, çalışan 1500 kadınla yapılan bir anket, kadınların büyük bir bölümünün iş hayatından sıkıldığını gösterdi. Kadın dergisi New Woman’ın anketine katılanların yüzde 61’i, mutlu bir evlilik yapmanın, sakin bir kasabaya yerleşerek evinin kadını olmanın hayalini kuruyor. Üçte ikisinden fazlası ‘Parayı erkek kazanmalı’ diyor. Kadınların önemli bir bölümü ise, kariyerin o kadar da önemli olmadığını düşünüyor. Ulusal Aile ve Ebeveyn Enstitüsü’nden Vicki Shotbot bu araştırmayı ‘modern kadının uyanışı’ olarak görüyor. Shotbot’a göre bu uyanışın sebebi, kadınların artık istedikleri her şeyi elde edemeyeceklerini anlamış olması.” (Vatan, 11.3.2005)

Gerçekten de modern kadın uyanıyor muydu?

Bediüzzaman daha 1910’larda “Beşer, hususan medeniyet fenlerinin ikazâtıyla uyanmış, intibaha gelmiş, insaniyetin mahiyetini anlamış” (Hutbe-i Şamiye, s. 30) diyordu.

Neden olmasın?

İSMAİL TEZER

01.09.2008


Ramazan’da çocuk olmak

Çocuk dünyanın her yerinde saflığın, masumiyetin ve şirinliğin sembolüdür. İster siyah olsun ister beyaz, ister Kızılderili olsun ister sarı benizli, çocuk hep sevimli ve sempatiktir. “Her çocuk İslâm fıtratı üzerine” doğduğundan, çocuklar Müslüman olarak dünyaya gelirler. Daha sonra anne ve babası tarafından inancı şekillendirilir.

Rabbimize sonsuz şükürler olun ki bizler Müslüman bir anne ve babadan ve bir İslâm ülkesinden dünyaya gelmişiz. Doğduğumuz zaman bir kulağımıza ezan, bir kulağımıza kamet okunmuş. Yani Ezan-ı Muhammedî’ye doğuştan âşinayız. Annelerimizin söylediği ninniler, ilâhilerden ve dinî ezgilerden motifler taşıyordu. Gözümüzü açıp çevremize baktığımız zaman, sakalı nurlanmış dedelerimizi namaz kılarken, nur yüzlü ninelerimizi tesbih çekerken gördük. Çok küçük yaşlarda, Allah adı hafızalarımıza kazındı. Belki birçoğumuz konuşmaya başlarken ilk telâffuz ettiğimiz kelime, “Allah” olmuştur. Zamanla ailelerdeki dinî duyarlılık bir miktar azalmış ve İslâmî yaşantı eskisi kadar göze çarpmaz olmuş olsa da, yine de Müslüman anne babaya ve İslâm ülkesine sahip olmanın avantajları devam etmektedir. Cuma günlerinde, kandil gecelerinde, Ramazan aylarında ve dinî bayramlarda bunu daha iyi anlıyoruz. Bu mübarek gün ve gecelerde yapılan ibadetlere çocukların da iştirak etmesi, onları daha bir sevimli kılmaktadır.

Biz de bu yazı dizisinde, içinde bulunduğumuz Ramazan ayının mânâ ve mahiyetine münasip olarak, çocukların bu aydaki sevimli hallerinden, sevinçlerinden, ibadetlerinden bahsedeceğiz. Masum yüzlerindeki ibadet sevinçlerini, temiz kalplerindeki iman pırıltılarını, küçük ruhlarındaki büyük asaletlerini görmeye ve anlamaya çalışacağız. Kimi gün kendi çocukluğumuza dönecek, tatlı hatıralarımızı yâd edecek, kimi gün bugünkü çocukların arasına katılıp onların Ramazan ve bayram sevinçlerini paylaşmaya çalışacağız.

Bütün çocukların ve çocuk ruhlu büyüklerin Ramazanını tebrik ediyorum.

ABDİL YILDIRIM

01.09.2008


Ramazan ayında, oruç tutmanın sevabı ne kadardır?

Ramazan ayında oruç tutmanın sevabına had ve hesap yoktur, sınır yoktur, kayıt yoktur. Allah’ın rahmeti, feyzi, bereketi, sevabı, hayrı, bizim umduğumuz ve beklediğimiz ölçüde değil; Allah’ın sonsuz lütfu ölçüsünde ebediyen elimizden ve gönlümüzden tutacaktır. .

Peygamber Efendimiz (asm) bildiriyor ki: Allah ü Zülcelâl Hazretleri şöyle buyurdu: “İnsanoğlunun her işi kendisi içindir. Ancak oruç değil. Oruç benim içindir. Ve onun mükâfâtını Ben veririm.”

*Ramazan ayında oruç tutanlar Cennete hangi kapıdan girecekler?

Peygamber Efendimiz (asm) müjdeliyor ki, Ramazan ayında oruç tutanlar Cennete şeref kapısından girecekler.

Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor:

“Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Bu kapıdan Kıyâmet Gününde yalnız oruçlular girer. Onlarla birlikte başka kimse giremez. “Nerede oruç tutanlar?” diye çağırılır ve oruç tutanlar oradan Cennete girdirilir. Sonuncusu da girdi mi, artık kapı kapanır ve o kapıdan kimse giremez.”

SÜLEYMAN KÖSMENE

01.09.2008


Sahabeleri, Kur’ân da senâ ediyor

Sahabelerin önemi İslâm tarihinde çok büyüktür. Sahabeler, Allah’ın son elçisi Hz. Muhammed’i (asm) peygamber olarak ilk kabul eden ve “Resûlullah'ın (asm) insanlığa getirdiği Kur’ân’ı nasıl en iyi şekilde anlar ve Allah’ın rızasını kazanırız?” düşüncesiyle Müslüman olmuş kimselerdir. Müslümanlığı seçerken de, yaşarken de bir çok sıkıntılara maruz kalmış ama dinlerinden asla dönmemişlerdir. Hz. Muhammed’e (asm) olan sevgileri ve bağlılıklarını ise “Anam babam sana feda olsun Ya Resulallah!” diyerek dile getirmişlerdir.

Sahabeler, dünyayı ahiretin tarlası olarak ve iki günleri denkse kendilerini zararda gören mü’minlerdir. Sahabeler; Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine vermiş olduğu bütün kabiliyet ve duygularla O'nun rızasını kazanmayı hedef ittihaz eden iman ve İslâm hakikatlarını yaşayarak anlatan, insanlığı ebedî kurtuluşa çağıran, ümmetin seçkinleridir.

Sahabeler bu gibi özelliklerinden dolayı Kur’ân-ı Kerim’de şu şekilde övülmüşlerdir: “İslâm’da önceliği olan Muhacir ve Ensar ile onları güzellikle takip ederek örnek alanlar ve onları hayırla yâd edenlere gelince; Allah onlardan razıdır, onlar da Allah’tan. Allah, onlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan Cennetler hazırlamıştır. Bu ise en büyük kurtuluştur” (Tevbe Sûresi: 100)

Ahirzamanda sahabe mesleğini icrâ eden Nur talebeleri için de sahabeler ayrı bir önem arz eder. Sahabeler içinde Peygamber Efendimiz (asm) tarafından hayattayken Cennetle müjdelenenlerin yanı sıra onun övgüsüne mazhar olanlar da vardır.

Bütün sahabelerin hayatlarını öğrenmeye muvaffak olmak zordur. Fakat Peygamber Efendimizin (asm) övgüsüne mazhar olmuş, ayrıca Cennetle müjdelenen sahabelerin hayatlarından kendimize dersler çıkararak Peygamber Efendimizin (asm) doğru yolu bulan ümmetinin efradından olabiliriz.

Bu köşemizde İnşaallah, sahabelerin faziletlerinden bahsedeceğiz.

FATMA ÖZER

01.09.2008


Bunları Ramazan'a verin!

Vaktiyle adamın birisi her şeyin en güzelini bir yana ayırır, “Hanım bunu Ramazan'a sakla” dermiş. Gel zaman git zaman Ramazan ayı gelmiş, güzel güzel yemekler pişmeye, iftar sofraları dolup taşmaya başlamış.

Günlerden bir gün kapıya bir dilenci gelmiş ve Allah için bir yardım istemiş.

Kadın:

“Adın ne senin?” demiş.

“Ramazan”

“Ramazan mı? Dur öyle ise...”

Evde ne kadar ayrılmış güzel yiyecek, içecekler varsa kaplara doldurmuş.

“Al git bunları, bizim bey sana saklıyordu” demiş.

ZÜBEYİR ERGENEKON

01.09.2008


RAMAZAN TAKVİMİ

Bismillah! Bugün Ramazan'ın BİRİ

Şeytanlar bağlandı, nefis bağlandı

Âleme nur, kalplere huzur geldi

Hoş geldin, ey on bir ayın sultanı!

CELÂL YALÇIN

01.09.2008


GÜNÜN DUÂSI

Allah’ım! Mübârek Ramazan ayını hakkımızda hayırlı eyle! Bu ayda maddî-mânevî kazançlarımıza bereket ver! Bu ayda bizi emrettiğin gibi oruca, namaza, zekâta, sadakaya, hayır ve hasenâta, tövbeye ve istiğfara muvaffak kıl! Bu ayda bizi Cehennemden sildiğin, Cennetine yazdığın kullarından eyle! Bizi, günahlarını bağışladığın kullarının arasına ilhak et! Bizi râzı olduğun hayır ve hasenâtı yapmaya muvaffak kıl! Bizi tövbe-i nasûha ulaştır! Bizi yüksek ibâdet lezzetine ulaştır! Bizi Sana yakın kıl! Bize merhamet eyle! Bize mağfiret eyle! Günahlarımızı bağışla! Bizi affet! Bizi gazap ettiklerinin yolundan uzak tut! Bizi rahmetine al! Bize acı! Duâlarımızı geri çevirme! Âmîn...

01.09.2008


Artık biz de “eski Ramazanları” yazabiliriz

Bu sene de; rahmet, mağfiret ve bereket ayı Ramazana vasıl olduk Elhamdülillah. Geçen sene beraber olduğumuz birçok kimse bu Ramazanda aramızda değil. Allah onlara rahmet eylesin.

Bu seneki Ramazanda bazı tevafuklar var. Meselâ, kimse birbirine “Bugün Ramazan'ın kaçı?” demeyecek. Çünkü bu sene Milâdî Eylül ayının birinci günü ile Hicrî Ramazan ayının birinci günü beraber başladı.

Bu sene kış ve sonbahar Ramazanları bitiyor, artık yavaş yavaş yaz Ramazanlarına adım atmaya başlıyoruz. Ve Allah nasip eder de ömür verirse, gelecek seneden itibaren ikinci yaz Ramazan'ımızı yaşayacağız. İki kış Ramazanın'ı yaşadık, onlar mazi oldu.

Tabiî bu mazi olmanın yanında biz de yaşlanmaya başladık. Çocukluk ve gençlik yıllarında okuduğumuz, dinlediğimiz “eski Ramazanları” artık bizde yazabiliriz herhalde.

Dokuz-on yaşında iken tamamını tutup, düzenli oruç ibadetimize başladığımız yılın üzerinden 45 sene geçmiş. Eee, bu kadar geçen sene de, bize, yaşadığımız “eski Ramazanları” yazmaya, hak verir diye düşündük.

Ramazan-ı şerifiniz mübarek olsun diyorum. Allah nasip ederse, Ramazan boyunca, devamlı olmasa da, yaşadığımız ve şimdi mazi olmuş eski Ramazanları sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

OSMAN ZENGİN

01.09.2008


Gemilerde oruç

Deniz ortasında oruç tutmak biraz farklıdır. Zira geminin rotasına göre günler uzar veya kısalır. İftar ve sahur vakitlerini hesaplamak ayrıca astronomik seyir bilgilerini gerektirir. Hoş, güneşin doğuş ve batışını görerek hesap kitap yapmadan da oruç tutulabilir, lâkin aşçının yemek saatini bilerek yemeği hazırlaması daha güzel olacaktır.

Batıya doğru gidildikçe günler uzar genellikle, bir gün 25 saati bulur. Yani o gün akşam saat sekizde iftar etmiş iseniz ertesi gün dokuzda iftar etmek zorunda kalırsınız. Doğuya doğru giderken bu sefer zaman tersine çalışır. Bir gün 23 saat olmaktadır. Yani ertesi gün bir saat önceden orucunuzu bozabilirsiniz.

Eğer limanda değilsek saatleri kendimiz hesaplamak zorunda kalırız. Bazı limanlarda, ki bu limanlar gayrimüslim ülke limanları ise yine aynı hesabı yapmak gerekir. Müslüman ülke limanlarında sorun olmaz, zira iftar ve sahur saatleri televizyonlardan verilir. Zaten ezan sesleri ve bizdeki gibi minarelerin ışıkları iftar ve sahur saatlerinin belirlenmesinde kolaylık sağlar.

Zamanı ikinci kaptan hesaplar. İftar ve sahur saatlerinin belirlenmesi için sivil alacakaranlık zamanı esas alınır. Bu saat bütün notik almanaklarda gün gün belirlenmiştir. Hesaplama için sadece bulunduğumuz mevkiinin ayarlaması gerekir.

Yani mahallî zamanı bulmak zorundayız. Bu durum aynen illere göre imsakiye çıkarmaya benzer. Her ilde farklı zamanlarda oruç bozulmakta, güneşin doğuş ve batışı farklı saatlere denk gelmektedir.

İkinci kaptan olduğum zamanlarda işi garantiye almak için daima beş dakika geç olarak saatleri bildirirdim. Zira küçük bir hesaplama hatası orucun iâdesini gerektirebilir. Yani yeniden o gün için oruç tutmak zorunda kalmayalım diye böyle orucu kısa da olsa uzatırdım.

Allah’tan bütün günahlarımızı affetmesini niyaz ederim.

VEHBİ HORASANLI

01.09.2008


HADİS İKLİMİ

“Allah katında arkadaşların en hayırlısı,

arkadaşlarına en hayırlı olandır. Komşuların en hayırlısı da komşusuna en hayırlı olandır.” (Tirmizî,

Birr: 28)

Dertlerimizi çekinmeksizin anlatabildiğimiz, sırlarımızı rahatça paylaşabildiğimiz, iyi ve kötü günde yardımımıza koşmaktan korkmayan arkadaşlara sahip olmak ne büyük saadettir. Aynı şekilde bizim de bu özellikleri taşıyarak candan bir arkadaş olabilmemiz ne büyük haslettir. İşte bu yüzden en hayırlılardan olma müjdesinin peşinden koşuyor ve umutla bekleşiyoruz.

En hayırlı olmak öyle kolay değil! Hayır kelimesinin hakkını vererek, en iyiler arasına geçmek, her babayiğidin harcı değil. Doğrularıyla yanlışlarıyla insanız biz. Gayemiz en iyisine ulaşmak. Yılmadan usanmadan, iyiler kervanına, önden giden atlılara katılmak.

Biliyoruz, hâl u tavırlarımıza güzellik, zerâfet ve anlayış hâkim olduğu sürece katılabiliriz o en hayırlılar kervanına. Hem ahlâkça, hem İslâmca olgunluğa ererek o ince çizgiyi aşıp, önden giden atlılara yetişebiliriz. Böylece sevilen, saygı gören insanlar oluruz. Dünyadan manevî tat ve lezzet alan, Allah’ın sevgili kullarına dâhil oluruz.

Umutsuzluk çukuruna düşmekten, eş dost, konu komşu sayesinde kurtuluruz. Onlarla olan her biri samimâne ve içten ilişkilerimiz, bizi huzursuzluğun girdaplarından, zulmetin karanlıklarından kurtarıp, huzur kapılarını bize aralayacaktır. Onların kucaklarına kendimizi attığımızda ne kadar rahatladığımızı hissedecek ve bize verilen bu hayır nimetleri için Allah'a şükredeceğiz.

En hayırlılardan olmak duâsıyla...

SALİHA SULTAN

01.09.2008


Ebediyet duygusu

Âhiret olmalı mıdır? Evet, olmalıdır. Çünkü, nimeti nimet yapan, o nimetin ebedî oluşudur. Üç gün sonra kendisinden ayrılacağımız bir nimetin lezzetini, ondan ayrılma düşüncesi yok eder. Zihni, o nimete kavuşmaktan çok ayrılma düşüncesi doldurur. Bu da lezzetten çok elem verir. Nimet, devam etmezse nimet olmaktan çıkar ve hüzün veren bir araç haline gelir. Nimete kavuşmanın lezzetini, ondan ayrılmanın elemi bastırır, nimeti külfet haline döndürür. Eğer ebediyet düşüncesi olmazsa, bütün nimetler nıkmet (=nimetsizlik) haline döner. Hayat ve hayatın içindeki her şey, anlamını yitirir.

Her şeye kıymet kazandıran, onun ebedî olarak var olması düşüncesidir. Bu durum, ister gerçekten böyle olsun, isterse hayalî bir sûrette olsun fark etmez. Dünya hayatı içinde yaşanılan beraberlikler, vehmî de olsa, ebediyet kavramı içinde yer almaktadır. Onun için, hiç ayrılmayacakmış gibi ona bağlılık gösterilmektedir. Yoksa bir daha kavuşmamak üzere ayrılacağı bir şeye insan neden bel bağlasın? Neden onu sevsin? Hesap verme duygusu olmayacaksa, helâl haram kavramlarına neden riayet etsin? Demek ki, ebediyet duygusu her şeyin hamurunda vardır.

ALİ SARIKAYA

01.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır