"Gerçekten" haber verir 30 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Basından Seçmeler

Türk basınının sicil kaydı

Bir televizyon programında Türk basınının sabıka kaydının iyi olmadığından bu nedenle de siyasete karşı tam bir dayanışma sergileyemediğinden bahsetmiştim.

Ayrıca aynı nedenle basın özgürlüğü söyleminin inandırıcı bulunmadığını ifade etmeye gayret etmiştim. Merak edenler oldu. Kısa hatırlatmalar yapmakta fayda görüyorum. Sadece bir fikir verebilmek için...

13 Eylül 2001’de birkaç gün önce Ergenekon davasından tutuklanan Adil Serdar Saçan, Yeni Şafak Gazetesi binasına baskın düzenledi. Mesut Yılmaz ve kardeşi Turgut Yılmaz ile iyi ilişkiler içinde olduğu söylenen Saçan, gazete binasında resmen terör estirdi. Medya, küçük jestlerle Yeni Şafak’ın yanındaymış gibi yaptı. Bugünlerde basın özgürlüğünden dem vuranlardan bir kısmı ise bu baskının hedeflerinden birinin Tayyip Erdoğan olduğunu da düşünerek yapılanı takdir bile etti.

*

Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular, 10 Ekim 1999 tarihinde bir mevlit münasebetiyle katıldığı programda depremi İlahi ikaz olarak nitelendirdiği için 28 Şubat’ın medyatik kılıçları çekildi ve Kutlular ceza alana kadar ısrarlı yayınlar yapıldı. Beyan ettiği düşünceye itiraz etmek başka bir konuydu; bir gazete sahibini adeta ibret-i alem olsun dercesine cezalandırmak bambaşka bir şey...

*

Onca eleştiriye aldırış edilmeden ve adeta Parlamento üzerinde baskı kurularak RTÜK Yasası çıkarıldı. Meslek içinden yükselen itirazlara da kulak verilmedi. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, 7 Şubat 2003’te günah çıkardı ve şöyle dedi: “Medyaya büyük sermayeler giriyor ve bunlar politikada fazlasıyla etkili oluyor. Bu durum beni rahatsız ediyor. RTÜK Yasası benim hükümetim tarafından çıkarıldı ama her şeye gücümüz yetmiyordu.”

*

27 Nisan 1998’de PKK terör örgütünün 2 numaralı ismi Şemdin Sakık’ın sözde ifadelerine dayanılarak köşe yazarları Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand’ın işine son verildi. Basın tarihine andıç hadisesi diye geçen olayda gazeteciler meslektaşları tarafından linç edildi. Bir süre sonra Sakık’ın ifadelerine, gazetecilerle ilgili cümlelerin sonradan eklendiği anlaşıldı. Bunun üzerine ‘aramızdaki hainleri tanıyalım’ diyen Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, Hürriyet gazetesinde şunları kaydetti: “Bazı arkadaşlarımıza iftira edenlere yardımda bulunmuş gibi olduk. Böyle adi bir tertibin içinde devletin bulunabileceğini nereden bilebilirdik?”

*

11 Haziran 97’de Genelkurmay Başkanlığı basına brifing verdi. Herkes kuzu kuzu oturdu, dersini aldı. Oradan çıkar çıkmaz da “İrticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağı” sözünü manşet yaptı gazete yöneticileri. Batı Çalışma Grubu’na övgüler yağdırıldı, ‘yeşil sermaye’ palavrasına çanak tutuldu. O dönem başlayan akreditasyon uygulaması karşısında hiç kimse ‘halkın bilgi edinme hakkı’ndan ve özgür medyadan bahsedemedi.

*

Nokta Dergisi art arda çok önemli haberlere imza attı. İki darbe teşebbüsü olduğunu belgeleriyle yazdı. Büyük medya grupları kulakları üzerine yatmayı tercih etti. Sivil toplum maskesi altında darbe planı yapıldığı yazıldığında da dudak büktüler. Sonunda polis 13 Nisan 2007 günü dergiye baskın düzenledi ve dergi kapanmak zorunda kaldı.

*

Daha saymama gerek var mı? Yer kalmadı ki sayayım; bir kitaba sığacak kadar çok örnek var. Medya Kronik adlı bir internet sitesi, bir üniversitenin bünyesinde faaliyet gösteriyordu da büyük medya grupları durumdan rahatsız olup bu siteyi kapattırdı. Bir büyük gazetenin ombudsmanı, görevinin gereğini yaparak bir haberi eleştirdi ve kapının önüne konuldu; yayın ilkeleri de askıda kaldı, meslek dayanışması da. Akit Gazetesi’ne 300 bilmem kaç general dava açtı da hiç kimseden gık çıkmadı. Yeni Asya çizeri halen bir karikatüründen dolayı süründürülüyor da hiç kimse basın özgürlüğünden bahsetmiyor... Milli Gazete’nin yazarları hapis cezaları alıyor, neredeyse haber yapılmıyor. Bir medyanın sabıkası bu kadar kötü olursa basın özgürlüğü konusunda inandırıcı olabilir mi? Neyse! Önemli olan yeni sayfalar açabilmek...

Zaman, 29 Eylül 2008

Ekrem Dumanlı

30.09.2008


Yalnızlığın ilâcı cemaatler

Yıllar önceydi. Taşradaki aile işlerini bırakıp İstanbul’a taşınmış bir arkadaşımız “bu şehri seviyorum ama burada yazın bile üşüdüğü hissine kapılıyor insan” demişti de, gülüşmüştük!

Oysa ciddiydi.

Ama bunu Güneyli olmasına bağlayıp konuyu kapatıvermiştik. Bir başka “üşüme”den söz edebileceğini aklımıza bile getirmemiştik.

Büyük ailenin sıcaklığından; birbirini tanıyan, yardımına koşan eş dost çevresinden çıkıp metropollere özgü “kim kime dum duma” ortamına geçişin basbayağı bir “iklim” değişikliği olabileceğini düşünmemiştik.

***

Çok sonra anladım o arkadaşımı!

Artık inanıyorum ki, mevsim ne olursa olsun insan üşüyebiliyor.

Önce ruhunda başlıyor bu his, sonra bedenini sarıyor.

Toplumsal-bireysel iklime bağlı bir üşüme bu!

Hastane kuyruklarında yanında akrabası, dostu olmadan bekleyip duranları saran titremenin kaynağı o...

Akşamın bir vakti apartman dairelerinde bir başına oturanların üzerlerine bir hırka alma ihtiyacı hissetmeleri ondan...

“Derdimi kime açsam anlamayacak” diye düşünmeye başlayan ve aile ortamında veya sevdiklerinin arasında bile yalnızlık çekenleri ürperten şey o...

Kimisini “cemaat battaniyesi”nin altına girmeye iten, kimisini metropol eğlencelerinin anonim kalabalığında kaybolmaya sevk eden üşüme yani... Şimdi neden bu konuyu açtım biliyor musunuz?

Anlatayım.

***

Malum, dünyanın her yerinde medya irili ufaklı “bilimsel araştırma”ları haber yapmaya bayılır. Araştırma tartışılır nitelikteymiş, ciddiye alınmayacak kadar küçük çaplıymış, araştırmayı yapan üniversite ve ekip dış kapının dış mandalıymış...

Bunlar medyayı pek ilgilendirmez.

Medya için araştırma sonuçlarının okuru gıdıklayacak nitelikte olup olmadığı önemlidir.

O yüzden bu tür haberlere pek takılmam; okurların da öyle uzun boylu takılıp kalmasını istemem.

Ama dün öyle bir araştırma haberiyle karşılaştım ki, sözünü etmeden geçmem imkansız!

***

Kanada Toronto Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma bu!

Denekleri iki gruba ayırıyorlar.

İlk gruptakilerden sosyal açıdan dışlandıkları olayları hatırlamaları isteniyor. İkinci gruptakilerden ise sosyal çevreden kabul gördükleri anları zihinlerinde yeniden canlandırmaları isteniyor. Sonra her iki gruptakilere bu tecrübelerini yaşadıkları sırada bulundukları ortamın oda sıcaklığı soruluyor. Birinci gruptakiler hep serin bir ortam hatırlıyor!

Aynı araştırmaya bağlı bir başka çalışmada bilgisayarda bir top oyunu oynanıyor. Oyunda deneklerin bazılarına çok top atılıyor, bazılarına ise az top atılarak devre dışı bırakılıyor.

Oyundan sonra sıcak veya soğuk ne içmek istedikleri soruluyor deneklere.

Devre dışı bırakılanlar (bilgisayarın bile “adam yerine koymadığı” denilebilir mi?) istisnasız sıcak çorba veya kahve istiyor.

Araştırmayı sürdüren ekip “kendini yalnız ve dışlanmış hissetmenin insanı gerçekten üşüttüğü” sonucuna varmış!

Tamam!

Sıradan bir lisansüstü araştırması bu! Kabul!

Ama söyleyin; çıkan sonuç hafife alınacak türden mi?

Sabah, 29 Eylül 2008

Haşmet Babaoğlu

30.09.2008


Asker yerel seçim startını verdi mi?

“İhtilal dönemlerinde kullanılabilecek metotları sivil yönetim döneminde kullanarak bir siyasi kadroyu tasfiye etmeye çalışırsanız, bunun ne kabul edilebilir ne de anlaşılabilir hiçbir tarafı yoktur.

Türkiye’de statüko yani mevcut durumu korumak isteyenler, siyaseti kendi istek ve amaçlarına göre yeniden şekillendirmek arzusundadırlar. Statüko, bu amacını gerçekleştirmek için her kuralı çiğnemekten, her usulsüzlüğe başvurmaktan da çekinmemektedir. Bu ülkede siyasete şekillendirecek olan milletten ve onun iradesinden başka hiçbir şey olamaz.”

Bu sözleri kim söylemişti hatırladınız mı?

Mesut Yılmaz desem.

Mayıs 2001 ‘de grup toplantısında Yılmaz’a bu1 sürpriz sivil çıkışı yaptıran, Jandarma’nın doğrudan ANAP’lı bakanları hedef alan Beyaz Enerji Operasyonu’ydu. Ankara’nın ortasında Enerji Bakanlığı’nda yolsuzluğu neden Jandarma yürüttü o günlerde bu çok tartışıldı. Bir de operasyonun zamanlamasının özel bir anlamı olup olmadığı.

Çünkü operasyon olurken Türkiye AB’ye Katılım Ortaklığı Belgesi’ni tartışıyordu. İlk kez Kürtçe yayından, MGK’nın sivilleşmesinden bahsediliyordu. Ve Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Mesut Yılmaz o günlerde bu reformların ülkedeki en yüksek sesli savunucusuydu.

Yılmaz bu yolda bir süre daha yürüdü. “Ulusal güvenlik sendromu” tartışmasını açtı. “AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer,” dedi.

Ama ‘böyle bir ANAP’a karşı yürütülen Beyaz Enerji Operasyonu partinin zaten bozuk olan imajını yerle bir etti. 2002’deki seçimlerde ANAP baraj altında kaldı. Ortada sahiden bir yolsuzluk vardı. Mahkeme daha sonra bürokratlar hakkında mahkûmiyet kararları verdi.

O günlerde Mesut Yılmaz operasyonun arkasında Rusya ile Mavi Akım Projesi’ne karşı çıkan ABD’nin olduğunu bile ileri sürdü.

O operasyonu yürüten, gazetelere isminin açıklanmasını istemeden açıklamalar yapan askerlerin bazılarıyla daha sonra daha yakından da tanıştık. Onlardan biri dönemin Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi Başkanı Kurmay Yarbay Aziz Ergen’di. Bu adı “ABD’lilerden çuval olayının intikamını alan komutan olarak” da daha sonra yeniden duyduk. Ve son olarak da Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan isimler arasında.

Kuvva-i Milliye Derneği’nde yöneticilik yapan Ergen, soruşturmada serbest bırakıldı ama adı Ergenekon İddianamesi’ne tutuklu bazı Ergenekoncularla yaptığı şahin telefon konuşmalarıyla takıldı.

Bunu aklınızın bir kenarında tutun.

Şimdi asıl konuya geliyoruz.

Önce Taraf’ın 13 ağustos günkü “Ordunun seçimlere müdahale planı” manşetini yeniden hatırlayalım. Manşet, 2004 yılı yerel seçimleri öncesinde Jandarma içinde daha önce yine varlığını Tarafın belgelerle duyurduğu ve askerî yetkililerce varlığı henüz yalanlanmayan Cumhuriyet Çalışma Grubu’nun AKP’yi yıpratmak için harekete geçtiğini anlatıyordu.

O zaman pek üzerinde konuşulamadı.

Halbuki o manşetteki iddia ve belgeler bugün yaşadığımız siyasi gelişmeleri de Ergenekon’un bir sapmadan çok kurulu bir sistem, ‘birkaç kötü adamın işi olmaktan’ çok kurumsal bir refleks olarak anlamı üzerinde bize çok şey söylüyordu.

Şimdi Ergenekon tutuklusu olan Şener Eruygur’un Jandarma Komutanlığı dönemine denk düşen, ‘askerin seçim hazırlığının temelinde AKP’nin artık laiklik ve dinsel temelli argümanlarla geriletilemeyeceği’ tespiti yer alıyor. Çözüm olarak ise şöyle deniyordu:

“Laiklik argümanları yerine Recep Tayyipf Erdoğan ve hükümetin kamuoyunda küçük düşürülmesi için ise; gayri milli politikalarının, üniter yapımızı tehdit eden uygulamalarının, gayri ahlaki tutum ve davranışlarının kullanılması maksada daha uygundur.”

Reçetedeki son maddeye dikkat.

Türkçesi “AKP’yi laiklik elden gidiyor diye değil, yolsuzluklarını teşhir ederek yıpratabiliriz.”

Türkiye gibi siyasetin finansmanın hâlâ karanlıkta kaldığı bir ülke için zavallı siyasetin her daim vurulabileceği en zayıf nokta yolsuzluklar. Askerler bunu geç keşfetmiş. Ellerinin altında Jandarma gibi dünyada eşi benzeri olmayan bir kolluk gücü varken istedikleri yerde istedikleri belgelere ulaşmaları da zor olmasa gerek.

Fiiliyata dökülen öneriler için ne kadar ince çalışıldığı ve hiyerarşi içinde kalınmaya gösteriler dikkati ise aynı haberin başka ayrıntıları ele veriyor.

Mesela Samsun Belediye seçimleriyle ilgili basında da çıkan, ‘Konu’ bölümünde “AKP’nin Samsun İlindeki Faaliyetleri” yazan Aralık 2003 tarihli, ... sayılı, imzalı rapor. Özetle AKP’nin Samsun’da ilin sosyal demokrat belediye başkanını transfer ederek seçimleri kazanmaya yakın olmasından duyulan kaygı ifade ediliyor. Ve sonra da şöyle deniyor:

“Söz konusu faaliyetlerle ilgili olarak yayımlanan emirler çerçevesinde mücadele edilmekte, faaliyetlerin tespit ve teyit edilmesi çalışmaları sürdürülmektedir.” Yine yazışmalardan anlaşılıyor ki önüne”AKP’nin Samsun İlindeki Faaliyetleri” konulu bir belge gelen her pozisyondan subayın yaptığı tek şey, bir üs yazıyla üstüne bildirmek oluyor. Kimse şaşırmıyor, kimse rutin dışına çıkmıyor, kimse hiyerarşiyi bozmuyor. Belli ki böyle bir şey ilk kez görülmüyor.

Raporu Kara Kuvvetleri Komutanı önüne götüren imza, dönemin EDOK Komutanı Tümgeneral Ahmet Turmuş’a ait. “AKP’nin kadrolaştığı” söylenen raporda imzası olan Turmuş şimdi AKP’li Milli Savunma Bakanı’nın muvazzaf Müsteşarı.

Her şey bu kadar rutin olunca, insan bu rutinin şimdi de sürüyor olmasından endişe ediyor ve ister istemez şu soru akıllara geliyor. Jandarma yaklaşan yerel seçim hazırlıklarına da başladı mı? Yoksa AKP’yi en zayıf noktasından vuran bu kadar ayrıntılı, belgeli yolsuzluk dosyaları böylesine ciddi ve kurumsal bir çalışmanın eseri mi?

Taraf, 29 Eylül 2008

Yıldıray Oğur

30.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır