"Gerçekten" haber verir 06 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.
 

Aile

Masaj yapılan bebek daha uyanık oluyor

ÇOCUĞU ile ilişkileri kopuk annelerin dünyaya getirdikleri bebeklerin büyüme geriliği gösterdiği, belli bir süre masaj yapılan bebeklerin ise daha aktif ve uyanık oldukları belirtildi.

Bursa Dörtçelik Çocuk Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Uz. Dr. İsmail Özcan, son yıllarda bebeklerde masajın tedavi amaçlı kullanımı üzerine araştırmalar yapıldığını hatırlattı. Tensel temasın ve masajın hayat kalitesini arttırdığını aktaran Uz. Dr. Özcan, çocuğu ile ilişkileri kopuk annelerden doğan bebeklerin büyüme geriliği gösterdiğini kaydetti. Masaj yapmanın bebeğin kolay kilo almasına imkân sağladığını vurgulayan Özcan şöyle devam etti: “Belli bir süre masaj yapılan ve yalnızca beşikte sallanan bebekler karşılaştırıldığında masaj uygulananların daha aktif, daha uyanık oldukları, daha az ağladıkları görülmüştür. Masaj uygulanan bebeklerin daha fazla kilo aldıkları, daha kolay uykuya daldıkları ve anneleri ile yüz yüze geldiklerinde daha yakın davranışlar sergiledikleri gözlenmiştir.”

Tensel temasın anne üzerinde de olumlu etkileri olduğunu dile getiren Özcan, bebeğe dokunma sırasında annenin rahatlaması ve sütünün artmasına yardımcı olduğunu, ayrıca anne-bebek arasındaki bağın güçlenmesinde önemli rol oynadığını vurguladı. Bebeğe sevgi ve şefkatle dokunma gelişimini hızlandırdığına dikkat çeken Özan, masajın rahatlama sağladığını, bebeğin ileride karşılaşacağı zorluklarla baş etmesinde de önemli bir avantaj sağladığını kaydetti.

06.10.2008


Hamilelikte ayak masajı iyi gelir

GEBELERİN en çok yaşadığı sorunlardan olan ayaklarda ödem-şişme ve buna bağlı rahatsızlıkların, düzenli ayak masajı ile azaldığı tesbit edildi.

Celal Bayar Üniversitesi Manisa Sağlık Yüksekokulu Doğum ve Kadın Hastalıkları Hemşireliği Bölümü’nden Dr. Ayden Çoban doktora tezinde, ‘’Gebeliğin son döneminde ayak ve ayak bileğinde görülen fizyolojik ödemin azaltılmasında ayak masajının etkisini’’ ele aldı. Gebeliğin son döneminde gelişen ayak ve ayak bileği ödeminin azaltılmasında, alternatif bir tedavi yöntemi olan ayak masajının etkisini değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilen deneysel çalışma, Manisa İl Sağlık Müdürlüğüne bağlı 1 No’lu Merkez Sağlık Ocağı’nda yapıldı. Gönüllü ve ayak masajı uygulanmasında sakınca bulunmayan 80 gebenin katıldığı çalışma için Ayden Çoban, öncelikle ayak masajı konusunda fizik tedavi ve rehabilitasyon konusunda uzmandan uygulamalı eğitim aldı. Daha sonra çalışmaya katılan gebelere Çoban tarafından 5 gün boyunca 20’şer dakika ayak masajı yapıldı. Çalışmanın sonunda, düzenli yapılan ayak masajının gebeliğe bağlı gelişen ayak ve ayak bileğinde görülen ödemin azaltılmasında etkili olduğu görüldü. Ayrıca ayak masajının gebelerde, ödeme bağlı ağrı, yorgunluk ve uykusuzluğu azalttığı da belirlendi. Masaj kesilince ödem ve ödeme bağlı gelişen şikâyetlerin devam ettiği de belirlenen çalışmada, gebeliğe bağlı ayak ve ayak bileğinde ödemi olan gebelere düzenli ayak masajı tavsiye edildi.

06.10.2008


Sezaryen doğuma engel değil

SAĞLIK Bakanlığı’ndan, ‘’bir defa sezaryen olan kadının herhangi bir sayı sınırlaması olmaksızın dilediği kadar doğum yapmasının mümkün olduğu’’ bildirildi.

Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, bazı basın yayın organlarında yer alan ‘’Sağlık Bakanlığından Sezaryen Uyarısı’’ başlıklı haberde, ‘’sezaryenle doğum yapan bir kadının üçüncü doğumu yapmasının Sağlık Bakanlığınca önerilmediği’’ şeklinde yanlış anlaşılmalara sebep olabilecek bir ifadeye yer verildiği belirtilerek, şunlar kaydedildi: ‘’Bilindiği gibi sezaryen ancak gerekli şartlar oluştuğunda yapılması gereken cerrahi bir müdahaledir. Türkiye’de sezaryen oranları gelişmiş ülkelere kıyasla daha yüksektir. Gereksiz sezaryenin önlenmesi amacıyla bakanlığımızca bilimsel verilerin ışığında bir çalışma başlatılmıştır. Bir defa sezaryen olan kadının herhangi bir sayı sınırlaması olmaksızın dilediği kadar doğum yapması mümkündür. Ancak muhtemel riskler açısından iki yıldan daha sık aralıklarla sezaryen yapılmaması gerektiği bilim çevrelerince önerilmektedir. Bir defa sezaryen olan kadına diğer doğumları da sezaryenle yaptırılma yolu tercih edildiğinden gereksiz sezaryen yapılması, bundan sonraki hamileliklerinde de annenin bu cerrahi müdahaleye maruz kalması riskini doğurmaktadır. Sezaryen olmuş bir kadının diğer hamileliklerinde, gerekli tedbirlerin alınması halinde normal doğum yapması mümkün olmakla birlikte ülkemizdeki yaygın uygulama, diğer doğumların da sezaryen yoluyla gerçekleştirilmesi şeklinde olmaktadır. Bu sebeple gerekli şartlar oluşmadan sezaryen yapılmamasına azamî derecede dikkat edilmesi gerektiği açıktır.’’

06.10.2008


Bacak sendromunu romatizmayla karıştırmayın

ANKARA Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Cenk Akbostancı, ‘’Huzursuz bacak sendromu’’nun romatizmal hastalıklarla karıştırılabildiğini, bunun da hastalığın teşhisini geciktirdiğini belirterek, ‘’Ağrının hareket halindeyken azalması ve istirahat ile tekrar başlaması, huzursuz bacak sendromunu romatizmal hastalıklardan ayıran en önemli özellik’’ dedi.

Akbostancı, yaptığı açıklamada, bacakta diz ile ayak arasındaki bölgede ‘’huzursuzluk’’ hissiyle kendini gösteren ‘’huzursuz bacak sendromu’’nun, her 100 kişiden 5’inde görüldüğünü söyledi. Akbostancı, kadınlarda daha sık rastlanan huzursuz bacak sendromunun, 18-20’li yaşlarda filizlendiğini, daha çok 35-45 yaş arasında kendini gösterdiğini, 60’lı yaşlarda ise en üst düzeye çıktığını anlattı. Hastaların bacaklarında ağrı, karıncalanma, uyuşma ve çekilme şeklinde farklı şekillerde şikâyetler tanımladıklarını anlatan Akbostancı, bacaklar hareket ettirildiğinde geçici bir rahatlama sağlanabildiğini söyledi. Akbostancı, hastalığın, ünlü bir Türk hekimi olan Prof. Dr. Şevket Akpınar tarafından geliştirilen tedavisinin çok basit olduğunu belirterek, ‘’Parkinson tedavisinde kullanılan, dopamin uyarımını arttıran ilâçlarla yakınmalar ortadan kaldırılabiliyor. Hastalık ilerlemediği için bu tedavinin uygulandığı hastalar sorunsuz bir yaşam sürebiliyor’’ diye konuştu.

06.10.2008


Anne sütü hastalıklardan koruyor

UZMANLAR anne sütünün 6 ay boyunca bebeğin bütün ihtiyaçlarını sağladığını, ayrıca anne sütünün enfeksiyon, lenfoma, lösemi ve diyabet hastalığını da büyük ölçüde azalttığını açıkladı.

Bartın Sağlık Müdürü Dr. Osman Nacaroğlu, anne sütünün bebekleri enfeksiyonlara karşı koruduğunu söyledi. Bartın Sağlık Müdürü Dr. Osman Nacaroğlu, anne sütünün bir çok hastalığı önlediğini, ilk 6 ay boyunca mümkün olduğu kadar bebeğin anne sütüyle beslenmesi gerektiğini söyledi. 1-7 Ekim Emzirme Haftası sebebiyle açıklamalarda bulunan Dr. Osman Nacaroğlu, “Anne sütü yeni doğan için tek ve alternatifsiz besindir. Anne sütü üstün içeriği ile yeni doğan bebeği tüm gereksinimini 6 ay boyunca tek başına karşılayabilen, kolay sindirilebilen ideal bir besindir. Anne sütü ile beslenen bebeklerde hayatı tehdit eden ciddî enfeksiyonlar ve alerjiler, anne sütü almayanlara göre daha az görülmektedir. Bağışıklık sistemi güçlenmekte, özellikle solunum ve sindirim sistemi enfeksiyonları azalmaktadır. Anne sütü alan bebek hastalansa bile enfeksiyonu daha kolay atlatmaktadır. Annesini emen bebeğin zihinsel gelişimi, ilerideki okul başarısı daha iyi olmakta, anne - bebek arasındaki bağ daha kolay ve güçlü kurulmaktadır. Bebekliğinde yeterli süre anne sütü almış erişkinlerde lenfoma, lösemi, diyabet gibi bazı hastalıkların sıklığı da azalmaktadır. Bebek için sayılamayacak kadar çok yararları olan anne sütü, annenin de gebelik öncesi kilosuna dönmesini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca meme, yumurtalık ve rahim kanseri riski azalmaktadır. İlk 6 ay sadece anne sütüyle beslenen bebeğin, çok sıcak günlerde bile suya ihtiyacı yoktur. Çünkü, tüm gıda ve sıvı gereksinimini anne sütünden karşılar. Elbette, emziren anne kendisi bol bol sıvı almaya dikkat etmelidir” dedi.

Annelerin bebeklerini emzirdiği sırada diğer işlere fazla vakit ayırmaması gerektiğini kaydeden Nacaroğlu, biberon ve emzik kullanmanın çene yapısını bozduğunu, konuşma ve estetik bozukluklara yol açtığını da dile getirdi.

06.10.2008


‘Diyabetli kör olma riskini unutuyor’

DİYABET hastalarının büyük çoğunluğu hastalıklarının körlüğe yol açabileceğini bilmiyor. Diyabetin, vücudun pek çok organında olumsuzluğa yol açtığını, ancak en fazla küçük çaplı damarlara zarar verdiği için göz ve böbreğin en ağır şekilde etkilenen organlar olduğunu belirten uzmanlar; “Hastalık eskidikçe göz hastalığı riski artıyor.

Diyabet diğer organlara yaptığı tahribata oranla gözde hem erken hem de çok ağır hasara neden oluyor” uyarısında bulunuyor. Dünyada çalışma çağındaki nüfusun kör olmasının en büyük sebebinin diyabet olduğunu belirten Göz Cerrahisi ve Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Metin Yıldız, diyabette göz tedavisinde gecikilmesi halinde dönüşü olmayan, körlükle sonuçlanan sürece girildiğini kaydetti. Diyabet hastalarının çoğu hastalıklarının göz bozukluğuna, hatta körlüğe yol açabileceğini bilmediğini anlatan Op. Dr. Yıldız; “Hastalıklarının neden olduğu en dramatik bozukluğu, ayak parmaklarının kaybedilmesi olarak biliyorlar. Oysa bu gelişmenin çok öncesinde gözdeki bozukluklar ortaya çıkıyor. Göz doktoruna da gitmeyen hasta gözü görmemeye başlayınca, ‘yaşım ilerledi her halde katarakt oldum’ gibi mazeretlerin ardına sığınıyor. Bu durumun diyabetten kaynaklandığını söylediğimizde bu onun için acı bir sürpriz oluyor. Hastalık eskidikçe göz hastalığı riski artıyor. Diyabet tesbit edildiği anda mutlaka göz muayenesi yapmak gerekir. Bu konuda hekimlerimizin de ihmalkârlığı var; hastayı göz kontrolüne göndermiyor. Hastaları yalnızca şeker düzeyini ayarlayarak kontrol etmeye çalışıyorlar. Ama süre arttıkça, şeker düzeyi iyi giden hastalarda bile göz bozukluğu ortaya çıkabiliyor.” dedi.

06.10.2008


Havalar soğuyor, grip hastalığına dikkat

CERRAHPAŞA Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, grip aşılarının her sene yeniden hazırlandığını belirtti.

Küçükusta şöyle dedi: “Grip virüsleri sabit virüsler değil. Bugüne kadar grip aşılarında bir öncekinde yer alan üç virüsten biri veya bazen de ikisi değiştirilirken, bu sene üç virüs de değiştirildi. Aşının etkili olabilmesi için aşıda bulunan virüslerle salgın yapan virüslerin aynı veya çok benzer olmaları gerekiyor. Geçen sene olduğu gibi uyum azsa aşının koruyuculuğu da azalıyor veya hiç olmayabiliyor” Prof. Dr. Küçükusta, grip aşısı konusunda kafaların bir hayli karışık olduğunu söyledi. Gribin her yıl kış aylarında salgınlarla ortaya çıkan bir hastalık olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Küçükusta, “Bu yıl da bir grip salgını olacaktır. Bu tür salgınları küçümsemek doğru değildir; çünkü gribin bu tip salgınları her yıl tüm dünyada 3-5 milyon insanın ciddî şekilde hastalanmasına ve 250 ila 500 binin de ölümlerine yol açar” dedi.

06.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır