"Gerçekten" haber verir 29 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Bir toplulukta faiz yaygınlaşırsa o topluluk mutlaka kıtlıkla cezalandırılır. Rüşvet yaygınlaşırsa o topluluk korkuyla cezalandırılır.

Câmiü's-Sağîr, No: 3451

29.10.2008


Cumhuriyet; adâlet, meşveret ve kanunda inhisâr-ı kuvvetten ibârettir

Cumhuriyet ki, adâlet ve meşveret ve kanunda inhisâr-ı kuvvetten ibârettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinâyettir.

Biz ‘Kalû Belâ’dan Cemiyet-i Muhammedîde dâhiliz. Cihetü’l-vahdet-i ittihadımız, Tevhiddir. Peymân ve yeminimiz, îmandır. Madem ki muvahhidiz, müttehidiz. Herbir mü’min Îlâ-yı Kelimetullah ile mükelleftir. Bu zamanda en büyük sebebi maddeten terakkî etmektir. Zira, ecnebîler fünûn ve sanâyi silâhıyla bizi istibdad-ı mânevîleri altında eziyorlar. Biz de, fen ve san’at silâhıyla Îlâ-yı Kelimetullahın en müthiş düşmanı olan cehil ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihad edeceğiz.

Amma cihad-ı haricîyi Şeriat-ı Garrânın berâhin-i kàtıasının elmas kılınçlarına havale edeceğiz. Zira medenîlere galebe çalmak iknâ iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedâileriyiz; husûmete vaktimiz yoktur. Cumhuriyet ki, adâlet ve meşveret ve kanunda inhisâr-ı kuvvetten ibârettir. On üç asır evvel Şeriat-ı Garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâma büyük bir cinâyettir. Ve şimâle müteveccihen namaz kılmak gibidir. Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa, istibdat tevzî olunmuş olur. “Şüphesiz ki Allah, mutlak kuvvet ve kudret sahibidir” hâkim ve âmir-i vicdanî olmalı. O da mârifet-i tam ve medeniyet-i âmm veyahut din-i İslâm namıyla olmalı. Yoksa istibdat daima hükümfermâ olacaktır.

İttifak hüdâdadır, hevâ ve heveste değil. İnsanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar. Herşey hür oldu. Şeriat da hürdür, meşrûtiyet de. Mesâil-i Şeriatı rüşvet vermeyeceğiz. Başkasının kusuru insanın kusuruna senet ve özür olamaz. Yeis, mâni-i her kemâldir. “Neme lâzım, başkası düşünsün” istibdâdın yadigârıdır.

Bu cümlelerin mâbeynini rabtedecek olan mukaddematı, Türkçe bilmediğim için mütâliînin fikirlerine havâle ediyorum.

Divân-ı Harb-i Örfî, s. 64

Lügatçe:

cihetü’l-vahdet-i ittihad: Birleştiren temel unsur.

peymân: Yemin.

muvahhid: Bir olan Allah’a inanan.

Îlâ-yı Kelimetullah: Allah kelâmının büyüklüğünü yaymak.

ihtilâf-ı efkâr: Fikirlerin ayrılığı.

berâhin-i kàtıa: Kesin deliller.

husûmet: Düşmanlık, kin, garaz.

inhisâr-ı kuvvet: Kuvvetin bir elde toplanması.

tevzî: Dağıtmak.

yeis: Ümitsizlik.

mâni-i her kemâl: Her mükemmelliğe engel.

mâbeyn: Ara, arası.

rabtetmek: Bağlamak.

mütâliîn: Mütâlâa eden, inceleyen.

29.10.2008


Ölüm! Bize pek yakın...

[Yüzünden tebessümü, sözünden ümidi eksik etmeyen annemiz Sümeyye Güllü Topçu’ya ithâfen, ona bir rahmet duâsı olsun diye… Bir fâtiha niyetine…]

Ey hâlık-ı Kerîmim! Ey Rabb-i Rahîmim!

Küçüktüm, çok küçüktüm, olmayacak kadar da küçük. Hatta yok denecek kadar küçüktüm. Yoktum, var eyledin, büyüttün beni. Beni yokluğun unutkanlığından karanlığından aldın, hatırladın. Beni varlığın nuruyla şereflendirdin. Sana sonsuz hamd ederim. Sana varlığım kadar, var ettiklerin kadar şükrederim.

……

Küçüktüm, küçücüktüm. Yeni doğmuştum daha, ben doğarken ağlamıştım; ama herkesin yüzünde bir tebessüm olmuştum. Bin tebessüm olmuştum. Adı Güllü olsun demişti annem. Annem işte, kaderi ona gülsün istemişti belki de. Şükür öyle de olmuştu, Rabbim irademe kuvvet verdikçe gülücükler açan bir hayatım olmuştu. Artık yanaklarında gülücükler olan, yüzü ümit kokan ben de büyümüştüm. Evlenmiştim bile. Ben de Yunusvârî imtihanlar yaşamıştım. Şükür duâların ışığında bulmuştum sahil-i selâmeti.

Rabbim bana üçü kız, ikisi erkek beş evlât vermişti. Evim cennetim, çocuklarım cennet çiçeğim, eşim ebedî hayat arkadaşım olmuştu. Cennetin kokusunu evime taşıyan Rabbime sonsuz hamd ederim.

Kur’ân’ı pek çok severdim. Mümkün oldukça onu dilimin tadı eylerdim. Ondandır kızlarımı hâfız olarak yetiştirdim. Kur’ân bize inmişken O’na bîgâne kalmak yakışır mıydı bize. Hayır! Uzak kalmadım ben de. Şükür şükür yine Rabbime!

Hayat, imtihan dünyası. Derler ya inişli-çıkışlı. İşte gülen, sevinen, her günün seherinde ayakta duran ben bugün ayağa kalkmakta zorlandım sanki. Her gün beni ayağa kaldıran ayaklarımı bulamadım aynı güçte. Nedense ellerim dünkü gibi tutmuyor ellerimden.

Evet günahları yakıp kavuran rahmet ayı Ramazanın cennetî günlerinde tam otuz gün hasta yatağımdan Rabbimden şifâ bekledim. Artan ağrılarıma sabır içinde şükrettim. Kadir Gecesinde artan ağrılarıma sabrettim… Sabrettim… Sabrettim… Sabır içinde şükrettim. Elhamdülillah mûsibet içindeki rahmeti tam 30 gün seyrettim. Ve işte bir bayram gecesi, hatta size bayram gelmeden, size gelmeye doğru bayram yola çıkmışken ben ebedî bir bayramın ilk anlarını yaşadım. Gözümü ötelerin ötesine saldım. İşte benim bayramım! İşte benim sultanlığım!

İşte her nefis gibi ben de öldüm. Bu dünya lezzetlerine gözümü yumdum. İşte kabrimin başındayım. O’ndan (cc) başka melce yok, kurtarıcı yok. Tek O var. Dünyevî hiçbir şey kurtaramayacaktı biliyorum. İşte elimden düşürmediğim, bir yolculuk için ilk olarak yanıma aldığım tesbihim. Bir o var yanı başımda. Bir o bana ışık kabirde. Çektiğim salâvatlar, namaz ardındaki tesbihatlar, beni bir onlar kurtardılar işte. Okuduğum Kur’ânlar, ettiğim duâlar, kıldığım namazlar, bir onlar ışık tuttular kabrime. Onlar cevap oldular ebedî cennet suâllerime…

….

Ölüm… Yanı başımızda, pek yakın bize. Yanımızdan esen rüzgâr gibi, tepemize yağan yağmur gibi, güneş gibi her bir yanımızda…

Ölüm… Son mektup. Artık, vaktin geldi işte. Buraya kadar dünya yolculuğun, şimdi başlıyor ebedî yolculuğun…

Ölüm… Yanı başımızda bize pek yakın… Hazır mıyız ölüme… Ebedî bir yolculuk için yeterli mi hazırladıklarımız… Ayaklarımız nereye, kime, kim için yürüyor? Ellerimiz nelere tutunuyor? Kalbimiz nelere bağlı? Gözlerimiz nerde? Kimi dinliyor kulaklarımız?

Ölüm.. Gelecek, alacak lezzetlerimizi, soğuyacak çayını bitiremediğin demlik… Tükenecek kaleminin mürekkebi... Gidecek gözlerinin feri. Daha dün hatıralarını paylaştığın arkadaşların, sevdiklerin, can dostların hatırlayacaklar mı seni?

Ölüm… Yanı başımızda, bize pek yakın. Hazır mıyız ölüme, hazır mıyız ölmeye? Hazır mıyız ölümsüzlüğe?

NOT: Nur yolunda beraberce yürüdüğümüz ağabeyimiz Ömer Faruk Topçu’nun annesi Sümeyye Güllü Topçu ahirete irtihal etmiştir. Vasiyetine binâen hatim ve cüz dağıtılmaktadır. Hatim ve cüz almak isteyenler (0555) 691 58 64’ü arayabilir.

Annemizin ruhuna ‘el Fatiha!’

CİHAN CAMBAZ

29.10.2008



İnsan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidad itibâriyle her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esâsı ve mâdeni ve nuru ve ruhu, mârifetullahtır. Ve onun üssü’l-esâsı da imân-ı billâhtır. Sözler, s. 286

29.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır