"Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Şu beş şeyin cezası hemen dünyada verilir:

(1) Zulüm,

(2) hainlik etmek,

(3) anne babaya eziyet etmek,

(4) akrabalarla ilişkiyi kesmek,

(5) yapılan iyiliği görmemek.

Câmiü's-Sağîr, No: 2075

30.10.2008


Ben dindar bir cumhuriyetçiyim

Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder.

Eskişehir Mahkemesinde gizli kalmış, resmen zapta geçmemiş ve müdafaatımda dahi yazılmamış bir eski hatırayı ve lâtif bir vâkıa-i müdafaayı aynen beyan ediyorum.

Orada benden sordular ki:

“Cumhuriyet hakkında fikrin nedir?”

Ben de dedim:

Eskişehir mahkeme reisinden başka daha sizler dünyaya gelmeden ben dindar bir cumhuriyetçi olduğumu elinizdeki tarihçe-i hayatım ispat eder. Hülâsası şudur ki: O zaman şimdiki gibi, hâlî bir türbe kubbesinde inzivada idim. Bana çorba geliyordu. Ben de tanelerini karıncalara verirdim, ekmeğimi onun suyuyla yerdim.

İşitenler benden soruyordular; ben de derdim:

“Bu karınca ve arı milletleri cumhuriyetçidirler. O cumhuriyetperverliklerine hürmeten, tanelerini karıncalara verirdim.”

Sonra dediler:

“Sen Selef-i Sâlihîne muhalefet ediyorsun.”

Cevaben diyordum:

“Hulefâ-i Râşidîn, herbiri hem halife, hem reis-i cumhur idi. Sıddîk-ı Ekber (ra), Aşere-i Mübeşşere ve Sahabe-i Kirama elbette reis-i cumhur hükmünde idi. Fakat mânâsız isim ve resim değil, belki hakikat-i adaleti ve hürriyet-i şer’iyeyi taşıyan mânâ-yı dindar cumhuriyetin reisleri idiler.”

İşte, ey müdde-i umûmî ve mahkeme âzâları. Elli seneden beri bende bulunan bir fikrin aksiyle beni itham ediyorsunuz.

Eğer lâik cumhuriyet soruyorsanız, ben biliyorum ki, lâik mânâsı, bîtaraf kalmak, yani hürriyet-i vicdan düsturuyla, dinsizlere ve sefahetçilere ilişmediği gibi, dindarlara ve takvâcılara da ilişmez bir hükûmet telâkki ederim. On senedir—şimdi yirmi sene oluyorki—hayat-ı siyâsiye ve içtimâiyeden çekilmişim. Hükümet-i cumhuriye ne hal kesb ettiğini bilmiyorum. El’iyâzü billâh, eğer dinsizlik hesabına imanına ve âhiretine çalışanları mes’ul edecek kanunları yapan ve kabul eden bir dehşetli şekle girmişse, bunu size bilâperva ilân ve ihtar ederim ki, bin canım olsa, imana ve âhiretime feda etmeye hazırım. Ne yaparsanız yapınız, benim son sözüm “Hasbünallâhu ve ni’mel-vekîl” olarak, siz beni idam ve ağır ceza ile zulmen mahkûm etmenize mukabil derim:

“Ben Risale-i Nur’un keşf-i kat’îsiyle, idam olmuyorum. Belki terhis edilip nur âlemine ve saadet âlemine gidiyorum. Ve sizi, ey dalâlet hesabına bizi ezen bedbahtlar, idam-ı ebedî ile ve daimî haps-i münferitle mahkûm bildiğimden ve gördüğümden, tamamıyla intikamımı sizden alarak kemâl-i rahat-ı kalble teslim-i ruh etmeye hazırım.”

Mevkuf Said Nursî

Târihçe-i Hayat, s. 357

vâkıa-i müdafaa: müdafaa olayı.

tarihçe-i hayat: hayat tarihçesi.

cumhuriyetperver: cumhuriyetçi, cumhuriyet taraftarı, cumhurcu.

Selef-i Sâlihîn: Ehl-i Sünnet ve Cemaatin ilk rehberleri ve ashab ile tabiînin ileri gelenleri ile tebe-i tâbiînden olan Müslümanlar.

Hulefâ-i Râşidîn: Doğru yolda olan dört büyük halife.

reis-i cumhur: cumhurbaşkanı.

Sıddîk-ı Ekber: En büyük doğrulayıcı; Hz. Ebû Bekir (ra).

Aşere-i Mübeşşere: Cennetle müjdelenen on sahabî.

hakikat-i adalet: adaletin esası, aslı.

hürriyet-i şer’iye: Şeriatla terbiye edilmiş hürriyet.

30.10.2008


Nurun velî talebesi: Tahirî

İhlâslı bir şakirt, tam mütevekkil.

Dilindedir: ‘’Allah ne güzel vekil.’’

Atabey’in mücahid bir evlâdı.

Rehber bilir o müceddit Üstad’ı.

Huzurludur, iman ile çok Mutlu.

Bir nura kavuşmuş, mümtaz ve kutlu.

Feragatta ne güzel bir numune.

Fedakârca hizmet eder bu dine.

Genç nesile takvada bir misaldir.

Bir hal içinde ki, ne mes’ud haldir.

İstihdam edilmek onun dileği.

Keşif ve kerâmet değil isteği.

Gerçi bir velidir, nur deryasında.

Müstakimdir, bu Kur’ân davasında.

Diyebilir, ‘’Benimdir bu kâinat.’’

‘’Güneş bir lambamdır’’ müşrike inat.

Bir tevazu abidesi Tahiri.

Silmiş dünyasından gurur, kibiri.

Ciddî bir varistir Hafız Ali’ye.

Nur’un genç bir kahramanı Lütfi’ye.

Tam çalışkan ‘’ihtiyarların genci’’

Nurlara hizmet en büyük sevinci.

“Ya Rab, yok mu bir hakiki talebem?”

Tahiri görünür, biter bu elem.

Âyetü'l-Kübrâ’nın aziz nâşiri.

Nurun velî talebesi; TAHİRİ

ABDULKADİR MENEK

30.10.2008


Güller şehrinin aziz hatırasına!

Tanışma esnasında ve dost sohbetlerinde sıklıkla yöneltilen bir soru vardır: “Nerelisin?”

Bu güzel davranış, hadis-i Peygamberî Aleyhissalatü Vesselâm ile belirtilen hükme uyup insanlar arasındaki ülfet ve muhabbeti artırmak için olsa gerek.

Verilen cevaptan sonra genellikle bir soru daha yöneltilir: “Oranın neyi meşhur?” Sohbet böylece tatlılaşarak devam edip gider.

Bu gibi durumlarda ‘Ispartalı’ olduğumu belirtince “Hımm, dur bakayım, oranın gülü ve halısı meşhurdu” diyenlere “Isparta’nın artık üç meşhuru var” diyorum. Genellikle şaşırıyor muhataplarım. “Gül ile halıyı anladık da, şu üçüncüsü ne oluyor?” dercesine yüzüme baktıkları için açıklama ihtiyacı hissediyorum. “Isparta’nın Bediüzzaman’ı var! Orada başlattı Üstad milyonların imanını kurtaran Risâle-i Nur hizmetini. Orada yazıldı nurun mühim risâleleri. Isparta’nın gülle birlikte bütün mahlukata mânâ kazandıran ‘nurları’ var artık.”

***

Güller Isparta’ya Üstadın doğumundan hemen önce gelmiş, kaynaklarda belirtildiğine göre. Gül, sanki gül ile temsil edilen gül yüzlü Peygamberimizin (asm) vârisinin Isparta’ya geleceğini hissetmiş de gelmiş. Gül, gülden ‘gülü vereni’ bulacak ‘kahramanların’ Isparta’da yetişeceğini bilmiş de öyle gelmiş sanki. Gül yıllarca mecazi aşklar ile temsil edilmekten usanmış da Isparta’ya yerleşmiş sanki. Gül, yüzü gülmeyenlerden bıkmış da, yüzü iman ışığıyla gülen simalara hasret gidermek için gelmiş sanki. Ve gül yıllarca boş boş koklanıp atılmaktan kaçmış, mânâsını okutmaya gelmiş Isparta’ya. Asrın Sahibini kokusuyla istikbal etmeye gelmiş…

Gülün bu vefasını görmezden gelmemiş Üstad. Risâlelerinde “Kezâlik, o gül kısa bir zamanda vazifesi tamam olur olmaz solar, ölür, gider. Amma onu gören bütün insanların kuvve-i hafızalarında ve halefiyle hâmile olan tohumlarında sûretleri, mânâları bâkidir” ve “Cesedin genç iken lâtif, zarif ve güzel gül çiçeğine benzerse de, ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer ve tahavvül eder” parçalarında olduğu gibi imanî hakikatleri anlatırken gülü nazara vermiş. Bununla kalmamış, Isparta’da oluşan en mühim hizmet sistemlerinden birine ‘Gül Fabrikası’ nâmı vererek gülü ebedî güller veren bir hizmetin içine dahil etmiş.

Bayram Yüksel, Üstadımızın kokulardan gül yağını kullandığını anlatır hatıralarında. Yine bir talebesi Üstadımızdan yıkamak için aldığı kirli çamaşırların mis gibi gül koktuğunu söyler.

Hanımlar Rehberin’de yer alan bir parçada “Nur Risâlelerindeki iman nurları, birer gül-ü Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm gibidir. Biz, bu eserlerinizin bize ne kadar faydalı olduğunu, ruhumuza, kalbimize ne derece tesirler verdiğini dile getirmekten âciziz” denilerek gülün lâtifliği Risâlelere atfolunur.

Ali Ulvi, meşhur Önsöz’ünde şöyle der: “Risâle-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîmin cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binâenaleyh, onda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır.”

Risâlelerde gül isminin ekseriyetle ‘gül-ü Muhammedî’ olarak geçtiğini fark ettim. Nur Risâleleri, gülün temsil ettiği Peygamberimizi (asm) öyle güzel tanıtıyor ki bu risâleleri okuyanların gönlünde gül rayihaları hiç eksik olmuyor. Böylece üç beş ayı süsleyen gül rayihaları yerine koca bir ömürle birlikte ebedî hayatımızı da gülle kokulandırıyoruz.

Gül eksik olmaz Isparta’dan… Peygamber vârisi olan büyük bir âlimin, Peygamberimizin (asm) çiçeği olan gülün meşhur olduğu bir memlekette hizmet etmesini tesadüf görmüyorum. Bu risâleler güle de, gül gibi lâtif bütün çiçeklere de mânâ kazandırıyor. Onları okumayı, onlara ‘mânâ-i harfî’ ile bakmayı öğretiyor.

Artık Isparta’nın üç meşhuru olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Gülü var, halısı var; en önemlisi güle de, bülbüle de mânâ kazandıran ‘nuru’ var!

Yazımı Arif Nihat Asya’nın Isparta ile ilgili enfes bir şiiriyle bitirmek istiyorum:

Koru koru, bahçe bahçe

Kuşlar ses verir, ses alır...

Parkında çiçek tarhları,

Halılarından ders alır;

Isparta’nın erenleri

Gülsuyuyla abdest alır...

Çiçekten, yemişten, aşktan

Muradını herkes alır...

Isparta’da göğüsler, gül

Kokusundan nefes alır...

Isparta’nın erenleri,

Gülsuyuyla abdest alır...

ZÜBEYİR ERGENEKON

30.10.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır