"Gerçekten" haber verir 19 Kasım 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

AB HEDEFİNDEN UZAKLAŞTIRIYOR

“Hükümet AB’yi istiyor görünüyor, ama asker ve sivil bürokratik güçlerle de ‘demokrasiyi çok geliştirmeme’ konusunda bir ittifak halinde” diyen Prof. Dr. Mithat Sancar, “Hükümetin devlet elitleriyle bu uzlaşması, Türkiye’yi AB hedefinden uzaklaştırıyor” dedi. Sancar, askerin kendi Kürt politikasını AKP'ye uygulattığını söyledi.

SONUN BAŞLANGICI OLABİLİR

Sancar, AKP hükümetinin bu tavrıyla, Türkiye’yi üyeliğe istemeyen AB içindeki otoriter, faşist güçlerin istediğini de yapmış olduğunu söylerken, AKP'nin son dönemde MHP söylemine sarılmasını eleştiren Şahin Alpay “Bu tutumda ısrar ederse, reformlardan kaçınırsa AKP iktidarı sonun başlangıcında olabilir” uyarısı yaptı.

“Reformlar niye durdu?.. AKP’ye ne oluyor?. Başbakan Erdoğan ve öteki AKP’liler neden artan dozda milliyetçi bir söylemle karşımıza çıkıyor?.. AKP iktidarı için sonun başlangıcı mı?”

Son günlerde özellikle yabancı meslektaşların bu sorularına sık muhatap oluyorum. Onlara diyorum ki, bu soruları cevaplayabilmek için AKP hükümetinin bir “Sessiz Devrim” olarak anılan reformlara öncülük ettiği 2002-2004 dönemi ile sonrasının konjonktürünü karşılaştırmak gerekir.

Ana muhalefet partisi CHP, AB’ye uyum yasalarına evet demektedir. Doğan Grubu dahil medyanın ve okumuş yazmışların büyük bölümü reformları onaylamaktadır. Kamuoyunda AB üyeliğine destek yüzde 75’leri bulmaktadır. 2002-2004 döneminde Genelkurmay Başkanı, reformlara olumlu bakan Hilmi Özkök’tür. Darbe peşindekiler, orduda aradıkları desteği bulamamaktadır. PKK 1999’da ilan ettiği ateşkesi sürdürmektedir. Fransa ve Almanya dahil AB reformları teşvik etmektedir.

2004 Mayısı’nda (bir ay önce adada çözüm için Annan Planı’na hayır diyen) Kıbrıs Rum Yönetimi dahil on yeni üye AB’ye katılır. Yaz aylarında PKK ateşkese son verir. 2005 yazında AB anayasa taslağı üzerine halkoylamaları sırasında Avrupa’da genel olarak genişlemeye ve özel olarak Türkiye’nin üyeliğine karşı sesler yükselmeye başlar. Kasım’da Almanya Başbakanlığı’nı üstlenecek olan Angela Merkel, Türkiye’ye “ayrıcalıklı ortaklık” önermektedir. Fransa’da (Mayıs 2007’de başkan seçilecek olan) Nicolas Sarkozy, AB’de Türkiye’ye yer yok demektedir. Yine de, 2005 Ekimi’nde AB’den katılım müzakerelerine başlama kararı çıkar. Kabul edilen “Müzakere Çerçevesi” ise, müzakereler başarıyla tamamlansa dahi, üyelik güvencesi vermemektedir. AKP hükümetinin hevesi kırılır. 2006 yılı başlarından itibaren Türkiye kamuoyunda AB üyeliğine verilen destek azalmaya başlar ve giderek % 50’nin altına iner.

Mayıs 2006’daki Danıştay baskınından sonra siyasi ortam bulanır. Cumhurbaşkanlığı seçimi için mücadele başlamıştır. Nisan 2007’de Abdullah Gül’ün adaylığına karşı (Ergenekon davası sanıkları tarafından) “Cumhuriyet mitingleri” düzenlenir. CHP, AKP’yi adeta “düşman” ilan eder, Gül’ün seçilmesine ve bütün reformlara cephe alır. Genelkurmay internet sayfasında Gül’ün adaylığına karşı “muhtıra” yayımlar. Anayasa Mahkemesi, Gül’ün seçilmesini engeller. AKP erken genel seçim ilan eder, açık ara kazanır ve Gül’ü Cumhurbaşkanı seçer. Devlet elitleriyle AKP arasında gerginlik sürer.

Doğan Grubu, laikliği çiğnediği iddiasıyla (veya başka nedenlerle) muhalefete geçer. MHP, hükümet ile devlet elitlerini karşı karşıya getirme taktikleri uygulamaya başlar. PKK saldırıları tırmandırır. DTP giderek daha çok PKK’nın peşine takılır. Bush yönetimi Kasım 2007’ye gelinene kadar PKK’ya karşı kılını kıpırdatmaz. Washington’daki Yeni Muhafazakâr (neocon) çete, AKP’ye karşı kampanyayı yoğunlaştırır. Sarkozy, Ankara’nın Güney Kıbrıs’ı gümrük birliğine dahil etmemesi üzerine askıya alınan 8 fasıla, 4 fasıl daha ekler. Müzakereler salyangoz hızıyla ilerler. Ergenekon çetesinin 2009’da hükümete karşı darbe hazırlığı ortaya çıkar. Başsavcı AKP’yi kapatma davası açar. AKP kapatılmaktan kılpayı kurtulur, ama Anayasa Mahkemesi jüristokrasi (yargıçlar yönetimi) ilan eder. CHP, AKP’de yolsuzluk iddialarını genişletir. Ekonomik kriz kapıya dayanır.

AKP seçmenlerin yarısının oyunu almış, ama içeriden ve dışarıdan kuşatılmıştır. Bu koşullarda tutabileceği esas olarak iki yol vardır: Seçmene ve AB’deki destekçilerine güvenerek reformlara sarılmak ya da statükoya teslim olup iktidarın nimetlerinden yararlanmayı sürdürmek. İlki çok riskli olduğu için, ikincisini seçer. Bu defa, reform yaptığı sürece AKP’yi destekleyen çevreleri de karşısına alır.

Diyelim ki buraya kadarı anlaşılabilir. Peki başta Erdoğan AKP sözcülerinin giderek MHP söylemine sarılması nasıl açıklanabilir? Belki bunun oy kazandıracağı hesabıyla... Bana göre yanlış hesap. Bu tutumda ısrar ederse, reformlardan kaçınırsa AKP iktidarı sonun başlangıcında olabilir.

Şahin Alpay

Zaman, 18.11.2008

19.11.2008


Asker, politikasını AKP’ye uygulatıyor

Geçen hafta Bilkent Üniversitesi’nde bir sempozyum düzenlendi ve Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri tartışıldı. Sizce anayasada değiştirilemez maddeler olur mu?

Olur. Pek çok gelişmiş ülkenin anayasasında da değiştirilemez hükümler var. Ama bunlar genellikle demokratik hukuk devletini garanti altına alan maddeler. Mesela Alman Anayasası’nın insan onuruna, insan haklarına atıf yapan birinci maddesi değiştirilemiyor.

Bizde değiştirilemeyen maddeler neler?

Bizde asıl kıyamet Anayasa’nın değiştirilemeyen ikinci maddesinde kopuyor. Cumhuriyet’in nitelikleriyle ilgili olan bu madde, “Atatürk milliyetçiliğine bağlılığı” anayasa ilkesi haline getiriyor. Kemalizm’i anayasa ilkesi yapıyor.

Gelişmiş ülkeler anayasalarındaki “değiştirilemez” maddeleri tartışabiliyorlar. Biz, “değiştirilemez” maddeleri Türkiye’de tartışabiliyor muyuz?

Sorun bu zaten. Tartışamıyoruz. Üstelik Anayasa’nın değiştirilmesini istemeyen kesimlerin markajı bir yıldır daha da arttı. Çünkü AKP sivil anayasa hazırlığının arkasında duramadı.

Bizim anayasamız yeryüzündeki diğer ülkeler arasında hangilerinin anayasalarına benziyor?

Bizim anayasa şu anda çok kötü bir metin değil. Çünkü pek çok maddesi değiştirildi. Sorun şu. Bu anayasanın ruhu değişmedi. Çünkü anayasalar hazırlandıkları dönemin ruhunu taşırlar. Özgürlükçü bir tartışma ortamında yapılacak bir anayasa, bugünkü anayasadan bazı konularda daha geri olsa bile daha özgürlükçü bir potansiyele sahip olur. Çünkü o anayasa yapıldığı dönemin çoğulculuğunu, renkliliğini taşır. Bizim anayasasının içinde ise darbecilerin hayaleti dolaşıyor. Bu darbe ruhu, toplumu daima denetlenmesi gereken tehlikeli bir odak olarak görüyor ve özgürlüklerin derinleştirilmesi girişimlerini geri püskürtüyor.

Bizim anayasamız dünyada hangi ülkelerin anayasasına benziyor diye sormuştum...

Görüntü olarak, temel kurumlar olarak Batılı anayasalardan çok farklı değil. Seçimler yapılıyor, partiler kuruluyor. Bizim anayasada demokrasinin şeklî kuralları var ama derinleştirilebilir özgürlük düzenlemeleri yok. Çünkü milli güvenlik devleti anlayışı terk edilmiyor. İçeride askerî bürokratik elit, dışarıda ABD, 1982 Anayasası’yla Türkiye’ye “milli güvenlik devleti” modelini dayattılar. Türkiye’nin kendine özgü sınırlı, güdük bir demokrasiyle yönetilebileceğini savundular. Anayasada bir sürü değişiklik oldu ama bu model değişmedi. Türkiye tipi demokrasidir bu.

Uluslararası siyasette Türkiye tipi demokrasi diye bir tanım mı var?

Var tabii. Dünyada siyaset bilimciler bu tanımı kullanıyorlar. Mesela Türkiye ve Rusya için “demokrasileri aynı aileye mensup olan kendine özgü demokrasiler” deniyor. Şu anda AKP’nin meylettiği de Türkiye tipi demokrasidir. AB içinde Türkiye’yi üyeliğe istemeyen odaklar da Türkiye tipi demokrasiyi yeterli görmeye meyyaldir.

Kendine özgü bir demokrasi türü olabilir mi?

Olmaz. Kendine özgü demek, evrensel ölçütlerden uzak demektir. Hak ve özgürlükleri derinleştirmeye hiç niyetli olmayan, otoriter yöntemlere çok hevesli bir demokrasidir bu. Tabii bunun adı demokrasi değil, ucubedir. AKP bugün Türkiye tipi demokrasiyle yetinme yolunda ilerliyor. AKP Hükümeti ve devlet elitleriyle AB içindeki bazı güçler arasında Türkiye tipi demokrasinin Türkiye’ye yeterli olduğu konusunda bir ittifak var bugün. Bu yüzden de zaten AB özgürlüklerle ilgili çok bastırmıyor.

AKP, AB içindeki Türkiye karşıtlarıyla mı ittifak kurdu?

Hükümet AB sürecinden vazgeçmiş değil, AB’yi istiyor görünüyor ama asker ve sivil bürokratik güçlerle de “demokrasiyi çok geliştirmeme” konusunda bir ittifak halinde. Hükümet, AB’ye, “Türkiye’nin şartları, her şeyi sizin istediğiniz normlara göre yapmamıza izin vermiyor. Bizi hoş görün” diyor. Hükümetin devlet elitleriyle bu uzlaşması, Türkiye’yi AB hedefinden uzaklaştırıyor. Bir anlamda AKP Hükümeti, Türkiye’yi üyeliğe istemeyen AB içindeki sağcı, otoriter, faşist güçlerin istediğini de yapmış oluyor.

AKP, sivil bir anayasa yapacağını söylemişti ama sonra vazgeçti. AKP’yi birileri korkuttu mu sizce?

Sadece korku değil, çeşitli çıkar hesapları, güç dengeleri ve taktiklerle de ilgili bu. AKP’nin “makbul devlet eliti” haline gelme çabasıdır bu. AKP, asker ve sivil bürokrasinin, kendisini kabul etmesi, onu da salona sokması için bir uyumlu olmaya çabalıyor. Gerçi pragmatizm AKP’nin temel özelliğidir ama... Bu pragmatizm oportünizmle birleştiğinde büyük bir felakettir. Çünkü AKP’de sadece pragmatizm değil, oportünizm damarı da var. Bu faydacılık, kısa vadeli taktik hesapçılık ve fırsatçılık özellikle seçim zamanlarında ortaya çıkıyor. AKP prim yapacak otoriter milliyetçi sloganlara sarılıyor. Oysa 12 Eylül’den bu yana Özal’ın ANAP’ı da dahil bütün partiler arasında demokratikleşme potansiyeli en güçlü olan partiydi AKP.

Artık değil mi?

Hâlâ öyle ama... AKP’nin yıkıcılık potansiyeli de diğer partilerle kıyaslanmayacak ölçüde güçlü. AKP yıkıcı olabilir! AKP yaptığı sivil çıkışlarla, sistemden sıkıntı duyan, askerin dışladığı, sivil bürokrasinin adam yerine koymadığı kesimleri milliyetçilikten ve militer anlayıştan uzaklaştırmıştı. Ama AKP şimdi otoriter güçlerle mutabakata yanaştıkça, bu geniş kitleyi yeniden milliyetçileştirebilir.

(...)

AKP, Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasından sonra daha ürkek bir parti mi oldu?

Kapatma davası AKP’nin Genelkurmay ve sivil bürokrat elitle uzlaşma arayışını, pazarlıklarını, onlara yakınlaşma sürecini hızlandırdı ama... AKP’nin bu çapta milliyetçi bir dil kullanmasının bir nedeni de Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Kürt sorunuyla ilgili yeni konseptidir. Bazıları, Başbuğ’un sivil iktidara Kürt sorunun çözümünde alan açtığını

Açmadı mı sizce?

Tam tersi. Genelkurmay Başkanı’nın yeni konsepti şu. Başbuğ AKP’ye, “Biz sizin istediğiniz şekli jestleri yapmaya hazırız. Gelir hükümete brifing veririm, siyasi iradeye tabii olduğum görüntüsünü sergilerim ama siz de kırmızıçizgilerde bizimle daha ortak davranacaksınız” diyor. Kısacası AKP’ye “sahada siz olun ama bizim dediklerimizi yapın. Bizim politikalarımızı biz ortaya çıkmadan siz yürütün” diyor. Şu anda görünen o ki, Genelkurmay kendi Kürt politikasını AKP’ye ihale etti.

(...)

Başbakan Erdoğan’ın son konuşmaları bir korkudan mı kaynaklanıyor? Yoksa politika değişikliklerinin bilmediğimiz başka bir nedeni mi var?

AKP’nin bütünlüklü bir demokrasi programı ve Kürt politikası hiçbir zaman olmadı ki, politikasını şimdi değiştirmiş olsun. AKP sadece AB projesinin müteahhitliğini düzgün bir şekilde yaptı. Hedefi sınırlıydı, müzakere tarihi almaktı. Sonra nasılsa üyelik süreci uzundu, bunu bazen gevşetebilir, bazen de hızlandırabilirdi. AKP içeride sıkıştığında ve kendini güçsüz hissettiğinde AB projesine yaklaşıyor, kendini güçlü hissettiğinde ise AB’den uzaklaşıyor. Şu anda bence AKP kendini güçlü hissediyor. Görüyorsunuz, Genelkurmay AKP’yi zor durumda bırakacak hiçbir şey yapmıyor.

AKP tekrar AB yolunda ilerleyebilir mi peki?

Kapatma davası, bu siyasi oluşumu terbiye etme manevrasıydı. AKP’nin istenilen noktalarda şimdilik terbiye olduğu görülüyor. Ama bu durum ne kadar devam edecek belli değil. AKP’nin içindeki demokratlar, Türkiye’deki diğer demokrat çevreler ve Obama’nın ABD Başkanı olmasının getireceği yeni dünya konjonktürü, AKP’yi demokrasi yolunda ilerlemeye gene mecbur bırakabilir.

Peki, bugün AKP’nin yaklaştığını söylediğiniz merkez tam olarak nedir?

Merkez, devletçidir. Devleti kutsar ve sıkıştığı anda milliyetçilik hamasetine başvurur ve “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan” der. Merkez, kitlelerin rahatsızlığını demokratik bir huzursuzluk veya demokrasi talebi olarak değil, bir fesat kaynağı olarak görür. Devletin merkezinde katı, kaba ilkel bir milliyetçi ruh vardır. Başbakan Erdoğan’ın son zamanlarda “ya sev, ya terk et” gibi pek çok örnekle ortaya koyduğu anlayış merkezin anlayışıdır. AKP Yozgat Milletvekili’nin “devletime, milletime karşı geleni vurmaktan hoşlanırım” demesi de bu anlayıştır.

(...)

AKP’nin kadrolarında yeni bir şoven söylem de ortaya çıkıyor sanki. Milli savunma Bakanı, Rumlar ve Ermeniler gitmeseydi böyle bir ulus-devlet olamazdık dedi. Bakanın bu konuşmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Konuşmasını tek kelimeyle ürpererek okudum. Ermenilerin katliamını itiraf eden ve onaylayan bu zihniyet bugünkü sorunların çözümünü de homojenlik üzerine kurmayı ister. Bu zihniyet gayrimüslimlerin, Alevilerin ve Kürtlerin sorununu çözemez. Aksine Kürt sorununda daha fazla şiddet, acı yaşatır.

Bakan, Ermeni tehcirini mi savunuyor?

Açıkça tehcir çok gerekliydi ve olmalıydı diyor. Benim esas kaygım şu. Vecdi Gönül’ün bu sözlerine Başbakan’dan ve Hükümet’ten bir eleştiri olmadı.

Böyle konuşma cesaretini nereden buluyor?

Sorun bu zaten. AKP 2005’ten beri gelgitler yaşıyor. Demokratikleşme hedefinden uzaklaşınca AKP içindeki o derin milliyetçi zihniyet ortaya çıkıyor. Bugün AKP’deki milliyetçi damar her zamankinden daha ‘pervasız’. Çünkü bugüne dek AKP’yi tipik bir devletçi sağ parti olmaktan üç unsur alıkoydu. Bunlar, Avrupa Birliği, AKP içindeki demokratlar ve AKP dışındaki demokrat çevreler. Bugün AKP yönetimi bu üç unsuru da dışlıyor.

Türkiye ırkçılığa mı kayıyor?

Türkiye, günlük yaşamda ve siyasal kültürde güçlü bir ırkçı damara sahip bir toplum haline geliyor. Gündelik ırkçılık çok arttı Türkiye’de. Yani ırkçılık normalleşti. Irkçılığın normalleşmesinin yaratacağı felaketlerin neler olduğunu anlamak için dünyadaki örneklerinin yaşattığı acılara bakmak yeterli. Bu ırkçılık demokrasinin temellerini yok ediyor ve Türkiye’de toplumun kutuplaşmasını ve giderek birbirini boğazlayacak noktaya sürüklenmesini kolaylaştırıyor. Nitekim son bir yıldır Türkiye’de işkence olayları, gözaltında ve cezaevinde ölümler, sokakta kurşunlanmalar arttı. Bütün bu olaylar birbiriyle bağlantılıdır.

Türkiye militerleşiyor mu?

Son beş aydaki gidiş sivilleşme değil, militerleşme gidişidir. Yaşadıklarımız militarizme, milliyetçiliğe ve otoriterliğe hızlı bir kayışın işaretleridir. Eğer Başbakan sertlik yanlısı konuşmalarına devam ederse, Türkiye daha derin kutuplaşmalar yaşar, demokrasiden daha da uzaklaşır. Milliyetçilik, otoriterlik, ırkçılık, Türkiye’nin her yanını sarar. Türkiye taşralaşır. Ama Türkiye’de demokrat güçlerin de sayılarıyla orantılı olmayan ölçüde etkili olduklarını da unutmamak gerekir.

Konuşan: Neşe Düzel

Taraf, 17.11.2008

19.11.2008


Türban, CHP’ye de girdi!

EVET, türbanlılar CHP’ye de girdi! Türbanlı kızlar 28 Şubat’ın zaptiyeleri tarafından üniversite kapısından kovulduklarında, okuyabilmek için başlarını açmışlardı. 28 Şubat’ın ünlü generallerinden Erol Özkasnak ne demişti?

“İrtica, türbanı çıkararak takiye yapıyor!”

Öyle ya, “bunlar” başlarını örtse de açsa da irticacıdır!

CHP’ye girenlere bakın, bir kısmı kara çarşaflı! Daha şehirli gözükenlerin tesettürü ise “ninelerimize, annelerimize” benzemiyor, “türbanlı” bunlar!

Danıştay, nefis Türkçesiyle ne buyurmuştu?

“Böyle geleneğimizde olmayan bir örtünme biçiminin siyasal amaçlı olduğunda duraksanamaz!”

CHP’ye girince ‘resmi hidayet’e erip başlarını açmadıklarına göre sinsi bir plan uyguluyor olmalılar!

Değişimin yönü

Dahası, Atatürk’ün kurduğu CHP’nin lideri Baykal “oy uğruna irticaya ödün” veriyor ve diyor ki:

“Kılığımız kıyafetimiz şöyle olabilir, böyle olabilir kime ne! Bizi kimsenin etkilemesine, kimsenin bizi tasnif etmesine, bizi etiketlemesine izin vermeyeceğiz! Hepimiz eşitiz, eşit! Hiçbir ayrım yok! Bunu içimize sindireceğiz!”

Baykal bu kadınları “irticacı” diye etiketlemiyor, aksine, “muhafazakâr” diye niteleyerek “eşit vatandaş” olduklarını onaylıyor!

Aman Başsavcı duymasın! Aman Vural Savaş duymasın, ADD duymasın!

CHP’nin keskin ‘miting takımı’ da duymasın! Yakup Kadri’nin 1962’de İsmet Paşa’yı Atatürk’e ihanetle suçlayarak CHP’den istifa etmesi gibi bir ‘çılgınlığa’ kalkmasınlar...

Ya bir de üniversite kapısındaki zaptiyeler Baykal gibi “Kılık kıyafetten kime ne?” derler de fesli, şalvarlı, kara çarşaflı ucubeler üniversiteye dolarsa!

Fakat artık bu paranoyalar da miadını doldurmak üzere.

Bugün “28 Şubat bin yıl devam edecek” diyen bir general var mı?!

Dün, Ecevit “28 Şubat süreci bitti” dediğinde, Baykal “Hayır, 28 Şubat süreci bitmedi” diye tepki göstermişti. (Cumhuriyet, 27 Ocak 1999)

Bugün Baykal “Kılık kıyafetten kime ne?” diyor! Onları “muhafazakârlar” diyerek aklıyor!

Açılım mı, laf mı?

Baykal’ın bu tavrı doğrudur, hatta çok gecikmiştir bile!

Dün kolayca ve tepeden inme konulmuş olan yasakları bugün toplumun geniş kesimleri içine sindiremiyor.

Bugünkü Türkiye’de partilere düşen görev, kitleleri bu tür yasaklarla yabancılaştırmak değil, aksine, bunları hoşgörüyle kucaklayarak farklılıkları bir siyasi program etrafında birleştirmektir!

Demokrasi bu tür kitle partileriyle hem özgürlükleri hem uluslaşma sürecini geliştirebilir. Aksi halde toplumlar kültürel çatışmalarla debelenip durur!

Onun için, AKP’nin Kürtlerden oy almasını çok isabetli buluyorum; Alevilere açılım yapmasını istiyorum.

Onun için, CHP ve MHP’nin de Kürtlerden, CHP’nin türbanlılardan oy alabilir hale gelmesini diliyorum.

Siyasetin zamanla kimlikler ve kültürler değil, siyasi programlar üzerinden yapılır hale gelebilmesinin yolu budur.

CHP artık türbanın irtica değil, “çoklu-modernleşme” simgesi olduğunu anlamalıdır! CHP artık sözde değil özde sosyal demokrat bir parti olabilmelidir!

Fakat CHP’nin cevap vermesi gereken bir soru var:

Evet, muhafazakârlar CHP’ye de oy versin... Ama muhafazakârları hukuken ve insan onuru yönünden “eşit vatandaş” haline getirmek için CHP ne yapacak? Yoksa Baykal’ınki sadece seçim öncesi birkaç cümleden mi ibaret?

Taha Akyol

Milliyet, 18.11.2008

19.11.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır