"Gerçekten" haber verir 12 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

AKP’den AB’ye: “Ne kadar ekmek o kadar köfte”

Hükümetin AB reformlarını yavaşlattığına dair söylem artık bir “AB standardı” haline geldi. Pazartesi günü Brüksel’de toplanan AB dışişleri bakanları da aynı şeyi tekrarlayarak “üzüntülerini” ifade ettiler.

Hükümetin aksini iddia ederek, “uygulama” boyutuna girmeden, yapılan reformları sıralaması da standart bir söylem haline geldi. Kısacası burada söz konusu olan bir tür sağırlar diyaloğudur.

Böylece, aradan 170 yıl geçmesine rağmen, bugün Batı ile hâlâ Tanzimat döneminde reform konusunda yaşanan diyaloğun neredeyse aynısını yaşıyoruz. “Reform” kavramı Türkiye’deki egemen güçlerce antipati ile karşılanmaya devam ettikçe de durumun pek değişeceği yok.

Özetle, reform konusu Batı için Türkiye’ye dönük bir baskı aracı olmaya devam ederken, Türkiye’nin çağdaş bir düzen kurma açısından yetersizlikleri de buna zemin sağlamaya devam ediyor.

Reform yapmak yetmiyor

Peki nedir AB’nin, cari söylemle, “Türkiye’ye dayattıkları?” Başlıca istekler şunlardır:

Yargı reformu, yolsuzlukla mücadele, vatandaşların haklarının etkin şekilde korunması, işkenceye karşı sıfır hoşgörü, ifade ve din özgürlüğünün hem yasal anlamda hem de pratikte garanti altına alınması.

Türkiye’ye nesnel olarak bakıldığında, bu alanların hepsinde acil olarak yeni bir anlayışa ihtiyaç duyulduğu görülüyor. Sadece işkence konusu ise reformları uygulama iradesinden yoksun bir düzene sahip olduğumuzu kanıtlıyor.

Kısacası, AB’nin dediği gibi, reform yapmak yetmiyor. Sade vatandaşın da yapılan reformu günlük hayatında yaşaması gerekiyor.

İçi boş bir meydan okuma

Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, hükümet üyeleri tekrar tekrar ne diyorlar? “AB oyunbozanlık yaparsa biz de ‘Kopenhag Kriterleri’ni ‘Ankara Kriterleri’ yapar yolumuza devam ederiz, çünkü bu işi AB için değil Türkiye için yapıyoruz.”

Bu söylemde kulağa hoş gelen bir meydan okuma var. Ancak gelişmeler, bunun içi tümüyle boş bir meydan okuma olduğunu ortaya koyuyor. Zira, bırakın “Kopenhag Kriterleri”ni, hükümet adını kendisi koyduğu “Ankara Kriterleri”nin ruhuna dahi uymuyor.

Konuştuğumuz yetkililerin verdikleri izlenime dayanarak, hükümetin adı konmamış yeni AB politikasına “Ne kadar ekmek o kadar köfte” politikası diyebiliriz. Bu çerçevedeki temel amaç ise AB ile ilişkilerin kopmamasını sağlamak. Yoksa bunları hızlandırıp ileri götürmek diye bir kaygı yok.

Sınırlama bahane sağlıyor

AB’nin müzakere sürecine koyduğu yapay sınırlamalar ise burada çok uygun bir bahane sağlıyor. Böylece hükümet Avrupalılara, “Önümü ne kadar açtın ki benden reform konusunda hız bekliyorsun” diyebiliyor. Yalın bir bakışla buradaki mantık yanlış da değil.

Nitekim bir yetkilimizin bu konudaki sözleri şöyle: “O kadar çok bloke edilmiş fasıl var ki, istedikleri hızla ilerleyecek olsak, kısa zamanda müzakere edilecek bir şey kalmazdı. Onun için hızımız, AB’nin yarattığı yapay engellerin gerektirdiği hızdır.”

Söz konusu yetkili, Dışişleri Bakanı Babacan’ın Başmüzakerecik görevini bırakması konusuna da benzeri bir yaklaşım getirdi. AB’nin kilit fasılları bloke ederek yarattığı fiili durumun böyle bir adımı şu an için gereksiz kıldığını vurguladı.

Hükümetin anladığı

Bunlar, dediğimiz gibi, kendi çerçevesi içinde doğru sözler olabilir. Ancak hükümete güvenerek “Ankara Kriterleri”ne de inanmıştık. Oysa, öyle anlaşılıyor ki, hükümet “reform” kelimesinden AB için yapılması gereken şeyleri, anlıyor, Türkiye için değil.

Aksi doğru olsaydı, AB’nin “üzüntü” bildirmesini beklemez, Türkiye için zaten gerekli olan reformları yapar ve seçmenden aldığı güçlü destekle bunları uygulardı.

Milliyet, 11.12.2008

Semih İdiz

12.12.2008


Zemzem mucizesi

Müminlerin huzur ve mutluluğundan rahatsız olanlar ikide birde kutsallarına ve ibadetlerine dil uzatır, yaptıklarının anlamsız ve çağdışı olduğunu ima eder, bilmedikleri konularda bilgiçlik taslarlar. Bu cümleden olarak bayrama yakın (5.12.2008) bir köşe yazarı şu satırlara yer vermişti:

“Okurumuz Aydın Bey’den şu notu aldık: ‘İnşaat mühendisi olarak Duplont şirketiyle birlikte uzun yıllar Cidde’de dünyanın en büyük deniz suyu arıtma tesislerinde çalıştım. İçilecek hale getirilen bu su, Fatima Vadisi’ne verilir, oradan da Mekke’ye ve Kâbe’ye 24 inh ( 60 cm ) borularla dağıtılır. Kâbe’de zemzem suyu diye satılan işte bu sudur. Ufak bir şişesinin fiyatı 3 liraya yakındır. Zemzem kuyusu ise Kâbe’nin içindedir. Kurumuş ve içi taş dolmuştur...”

Bu ifadenin baştan “…dağıtılır” kelimesine kadar olan kısmı doğrudur (veya doğru olabilir), bundan sonrası ise, başta verilen bilgiye (bilgi gösterisine) dayanılarak yapılmış bir kurgu, bir uydurma, bir yüksekten atmadır; amacı da kafaları bulandırmak, müminlerin duygularını zedelemek, neşelerini bulandırmaktır.

Şaşırmamak mümkün değil, bu nasıl bir cesaret, utanma ihtimaline karşı nasıl bir bağışıklık!

Bundan on yıl kadar önce zemzem kuyusuna dalgıçlar indirildi, yılların atılmış, birikmiş malzemeleri çıkarılıp tarihi değerleri olanları ayıklanmak üzere incelemeye alındı, kuyu iyice temizlendi, içeriden fotoğrafları çekildi ve yayımlandı. Kuyunun dibi taştan oyulmuş gibi ve tersine çevirilmiş bir minarenin üst tarafına benziyor. Yaklaşık ortasında, büyük taşların arasından sular, birkaç yönden küçük şelaleler gibi akıyor.

Kâbe’de zemzem satılması diye bir olay yok. Kâbe’nin içinde ve dışında bol miktarda zemzem çeşmesi ve musluklu zemzem bidonları var, buralardan parasız zemzem içer, şişelere de alabilirsiniz. Bidonlara bedava zemzem doldurmak için de birçok yerde depolar vardır.

Mekke’de, zemzem ve kullanma suları dışında temiz ve kaliteli içmelik şişe suları da var ve bunlar da çeşitli kaynaklardan alınarak buralara getiriliyor, ucuz fiyatla satılıyor.

Zemzem’in miktarı ve tükenme ihtimali konusunda Prof. Dr. Zekai Şen’i dinleyelim.

Sayın Şen dünyanın sayılı yeraltı suları uzmanlarından birisi olup, 35 yıl önce kurulan Zemzem Araştırmaları ve Geliştirmeleri Enstitüsü’nün son birkaç yıldır yöneticiliğini yapıyor ve 500 kişilik bir ekiple, ilk tarihinden bu güne zemzem kuyusu ve suyunun kalitesi ve özelliklerini araştırıyor. Dünyanın en kurak bölgelerinden birisi olan Arap Yarımadası’nın da en kurak vadisinde bu kalitede ve bollukta bir suyun 1,5 metre çapındaki bir kuyudan çıkmasının mucizevi bir olay olduğunu dile getiren Şen, zaman zaman içindeki mineral oranları değişse ve debisi kısmen azalsa da zemzem kuyusunun yüzyıllardır su vermeye devam ettiğini söylüyor. Çok büyük motorlarla hac dönemlerinde yılda bir milyon metreküpten fazla su çekilmesine rağmen suyun bitmediğine ve çok fazla azalmadığına dikkat çeken Şen, zemzem kuyusunun kaynağı hakkında bilgi toplamaya çalıştıklarını anlatıyor. Üç ana hattan zemzem kuyusuna su geldiğini tahmin ettiklerini; ama tam olarak kaynağının neresi olduğunu bilemediklerini açıklayan Şen, suyun kaynağı hakkında yaptıkları araştırmada yüksekliği iki bin metreyi bulan Taif’e kadar gittiklerini, bu dağın her gün yağmur aldığını ve kuyunun kaynaklarından birisinin burası olabileceğini tahmin ettiklerini söylüyor.

Zemzemle ilgili dedikodu üzerine bir açıklama yapan Mekke Belediye Başkanı Usame El Bar da şu bilgiyi veriyor:

“…Zemzem İslamiyet’e göre kutsaldır. Mekke’nin susuz kaldığı, yer altı sularının kuruduğu dönemlerde bile, zemzemin seviyesinde bir alçalma olmadı. Zemzem kuyusu’ndan ne kadar çok su çekerseniz o kadar fazla doluyor kuyu. Eksilme söz konusu bile değildir.”

Yeni Şafak, 11.12.2008

Hayrettin Karaman

12.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır