"Gerçekten" haber verir 12 Aralık 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Kötü ahlâk uğursuzluktur. En kötüleriniz ahlâkı en çirkin olanlarınızdır.

Câmiü's-‘Sağîr, No:4721

12.12.2008


Hakiki ömrünü bulunduğun gün bil!

Eğer desen: “Beni namazdan ve ibâdetten alıkoyan ve fütur veren, öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maîşetin zarûrî işleridir.”

Öyle ise, ben de sana derim ki: Eğer yüz kuruş bir gündelik ile çalışsan, sonra biri gelse, dese ki, “Gel on dakika kadar şurayı kaz. Yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona, “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek. Nafakam azalacak” desen, ne kadar divânece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

Aynen onun gibi, sen, şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer, sen, istirahat ve teneffüs vaktini ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medâr olan namaza sarf etsen, o vakit bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menbâ olan iki mâden-i mânevî bulursun:

• Birinci mâden: Bütün bağındaki(Hâşiye) yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebâtın, her ağacın tesbihâtından, güzel bir niyet ile, bir hisse alıyorsun.

• İkinci mâden: Hem, bu bağdan çıkan mahsülâttan kim yese—hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun—sana bir sadaka hükmüne geçer; fakat o şart ile ki, sen, Rezzâk-ı Hakiki nâmına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevzîât memuru nazarıyla kendine baksan.

İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder! Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki mâdenden mahrum kalır, iflas eder. Hattâ, ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceğim?” diyecek, kendini tenbelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyâde ibâdetle beraber, sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ, kabrime daha ziyâde ışık göndereceğim. Âhiretime daha ziyâde zahîre tedârik edeceğim.”

Elhâsıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise, senin elinde senet yok ki, ona mâliksin. Öyle ise, hakiki ömrünü bulunduğun gün bil. Lâakal, günün bir saatini ihtiyat akçesi gibi, hakiki istikbâl için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccâdeye at.

Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümâtlı ve perişan bir halde gider. Senin aleyhinde âlem-i misâlde şehâdet eder. Zîrâ herkesin, her günde, şu âlemden, bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki aynanda görünen muhteşem bir saray, aynanın rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür; kırmızı ise, kırmızı görünür. Hem, onun keyfiyetine bakar; o ayna şişesi düzgün ise sarayı güzel gösterir, düzgün değil ise çirkin gösterir. En nâzik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle kendi âleminin şeklini değiştirirsin; ya aleyhinde, ya lehinde şehâdet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazın ile, o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdetâ, namazın, bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin, onun düğmesine dokunması gibi o âlemin zulümâtını dağıtır. Ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karma karışık perişâniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitâbet-i kudret olduğunu gösterir, “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur Sûresi: 35.) âyet-i pürenvârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır. Senin lehinde nurâniyetle şehâdet ettirir.

Sözler, 21. Söz, 1. Makam, 5. İkaz

12.12.2008


Obama ve Veda Hutbesi

Geçtiğimiz ay, aylık çocuk dergimiz Can Kardeş’e göz gezdirirken ‘Peygamberimizin (asm) hayatı’ sayfalarında ‘Veda Hutbesi’ni görmüştüm. Çocuklar için hazırlanmış câzip sayfa tasarımı beni de kendine çekmişti.

Okumaya başlamış ve ‘’Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah tenli üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz” cümlelerini okuyunca günümüze dönmüş ve çarşıy-ı âlemde olup bitenleri değerlendirmeye koyulmuştum.

Dünyanın ve Amerika’nın gündemi başkanlık seçimlerine kilitlenmişti o zaman. Seçim Obama’nın zaferi ile sonuçlandı. Obama ABD’nin ilk siyah başkanı olma özelliğiyle tarihe geçti. Basından takip ettiğimize göre daha önceki seçimlerde aday olan ‘siyah tenliler’ hep suikasta kurban gitmişler ve daha şanslarını denemeden saf dışı bırakılmışlardı. Obama hakkında da böyle bir neticeden endişe duyuluyordu. Her hangi bir sorun çıkmadan seçimlerin tamamlanması ve Obama’nın seçilmesi ABD’deki bir çok bürokratlarca ve çeşitli çevrelerce ‘Demokrasinin zaferi’ olarak ilan edildi.

Yıl 2008. Peygamberimiz (asm) Veda Hutbesini irad buyurduğu tarih miladi 632. ‘Azası kesik siyahi bir köle’ amir olsa itaat ediniz! İfadeler çok ilginç.

1- Bu bahsettiğimiz insan bir köledir. 2- Bir çok zamanlarda ikinci sınıf muamelesi görmüş siyah tenli birisidir. 3- Azaları da tam değildir. Ama sonuç değişmiyor. O da bir Abdullah! Peygamber Aleyhissalatu Vesselam tesis ettiği hükümlerle insanlar arasındaki ayrımcılıkları kaldırıyor. Fazla yoruma gerek duymadım. ABD daha 30-40 yıl öncesine kadar ‘siyah tenlileri’ dışlıyor, ikinci sınıf insan muamelesi yapıyordu. Günümüzde ise siyah tenli birisinin seçilmesi ‘harika bir olay’ olarak nitelendiriliyor. Bu durum ‘siyah tenlileri’ batı medeniyetinin yeni hazmedebildiğini gösteriyor.

Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’da Avrupa ve İslâm medeniyetini karşılaştırdığı yerler göz önümden geçti bu olay karşısında. Talebe-i Kur’ân’la tilmiz-i felsefe arasındaki farklar nazarımı istila etti. Batının henüz bir çok noksanlıkla geldiği nokta ve Veda Hutbesi’ndeki dersler, iki medeniyetin tipik bir kıyasını gözler önüne seriyor... İşte İslâm medeniyeti, işte Batı medeniyeti!

İki medeniyet arasındaki fark yaşanan olaylarla iyice açığa çıktığından fazla tafsilâta lüzum görmüyorum ve yazımı Üstad Hazretlerinin şu manidar tesbiti ile bitiriyorum:

“On üç asır evvel şeriat-ı garrâ teessüs ettiğinden, ahkâmda Avrupa’ya dilencilik etmek, din-i İslâm’a büyük bir cinayettir. Ve şimale müteveccihen namaz kılmak gibidir.”

*Bu yazımı ‘mimsiz medeniyete’ ithaf ediyorum !

ZÜBEYİR ERGENEKON

12.12.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Ufo ısıtıcılar, infrared ısıtıcı, kumtel ısıtıcılar.
GAZETE 1.SAYFA

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır