"Gerçekten" haber verir 14 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Hadis-i Şerif Meâli

Şu altı şey amelleri boşa çıkarır: Başkalarının kusurlarıyla meşgul olmak, kalb katılığı, dünya sevgisi, hayâsızlık, dünyada ebedî kalma hayâli, haksızlıktan vazgeçmeyen zâlim.

Câmiü's-Sağîr, No: 2332

14.02.2009


Allah namına sev!

Mühim Bir Suâl

Diyorsunuz ki: “Muhabbet ihtiyârî değil. Hem, ihtiyac-ı fıtrîye binâen, leziz taamları ve meyveleri severim, peder ve vâlide ve evlâtlarımı severim, refîka-i hayatımı severim, dost ve ahbablarımı severim, enbiyâ ve evliyâyı severim, hayatımı, gençliğimi severim, baharı ve güzel şeyleri ve dünyayı severim. Nasıl bunları sevmeyeceğim? Nasıl bütün bu muhabbetleri Cenâb-ı Hakkın zât ve sıfat ve esmâsına verebilirim? Bu ne demektir?”

Elcevap: Dört Nükteyi dinle.

Birinci Nükte: Muhabbet, çendan, ihtiyârî değil. Fakat ihtiyar ile muhabbetin yüzü, bir mahbubdan diğer bir mahbuba dönebilir. Meselâ, bir mahbubun çirkinliğini göstermekle veyahut asıl lâyık-ı muhabbet olan diğer bir mahbuba perde veya ayna olduğunu göstermekle, muhabbetin yüzü mecâzî mahbubdan hakikî mahbuba çevrilebilir.

İkinci Nükte: Tâdâd ettiğin sevdiklerini, sevme demiyoruz. Belki, onları Cenâb-ı Hakkın hesâbına ve O'nun muhabbeti nâmına sev deriz.

Meselâ, leziz taamları, güzel meyveleri, Cenâb-ı Hakkın ihsanı ve o Rahmân-ı Rahîmin in’âmı cihetinde sevmek, Rahmân ve Mün’im isimlerini sevmektir. Hem mânevî bir şükürdür. Şu muhabbet, yalnız nefis hesâbına olmadığını ve Rahmân nâmına olduğunu gösteren, meşrû dairesinde kanaatkârâne kazanmak ve mütefekkirâne, müteşekkirâne yemektir.

Hem, peder ve vâlideyi şefkat ile teçhiz eden ve seni onların merhametli elleriyle terbiye ettiren hikmet ve rahmet hesâbına onlara hürmet ve muhabbet, Cenâb-ı Hakkın muhabbetine âittir. O muhabbet ve hürmet, şefkat, lillâh için olduğuna alâmeti şudur ki: Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyâde muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. “Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘Öf’ bile deme.” (İsrâ Sûresi: 23.) âyeti, beş mertebe hürmet ve şefkate, evlâdı dâvet etmesi, Kur’ân’ın nazarında vâlideynin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukùkları ne derece çirkin olduğunu gösterir.

Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister; ona mukabil, veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek vâlideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zîrâ münâkaşa, ya gıpta ve hasedden gelir. Pederde oğluna karşı o yok. Veya münâkaşa, haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki, pederine karşı hak dâvâ etsin. Şederini haksız görse de, ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır.

Ve evlâtlarını, o Zât-ı Rahîm-i Kerîmin hediyeleri olduğu için kemâl-i şefkat ve merhamet ile onları sevmek ve muhâfaza etmek, yine Hakka âittir. Ve o muhabbet ise, Cenâb-ı Hakkın hesâbına olduğunu gösteren alâmet ise, vefâtlarında sabır ile şükürdür, me’yusâne feryad etmemektir. “Hàlıkımın, benim nezâretime verdiği, sevimli bir mahlûku idi, bir memlûkü idi. Şimdi hikmeti iktizâ etti, benden aldı, daha iyi bir yere götürdü. Benim o memlûkte bir zâhirî hissem varsa, hakikî bin hisse onun Hàlıkına âittir. “Hüküm Allah’ındır” (Mü’min Sûresi: 12.) deyip, teslim olmaktır.

Hem, dost ve ahbab ise, eğer onlar imân ve amel-i sâlih sebebiyle Cenâb-ı Hakkın dostları iseler, “Allah için sevmek” (Feyzü’l-Kadîr, 2:28, hadîs no: 1241.) sırrınca, o muhabbet dahi Hakka âittir.

Sözler, s. 582, (yeni tanzim, s. 1040)

Lügatçe:

muhabbet: Sevgi.

ihtiyac-ı fıtrî: Yaratılıştan gelen ihtiyaç.

refîka-i hayat: Hayat arkadaşı, eş.

enbiyâ: Peygamberler.

esmâ: Allah’ın isimleri.

çendan: Gerçi.

mahbub: Sevgili.

lâyık-ı muhabbet: Sevgiye lâyık.

tâdâd: Saymak.

14.02.2009


Sevgililer günü ne?

Bir defa, sevmek, güzel bir duygu.

Bedene can, hayata ruh gibi.

Sevgiliyi bilmem, ama sevmeye kim ne desin. Sevgiye de bir sevgili gerekmez mi âlemde?

“Her gönülde bir aslan yatar.”

Her insanın sevgisi, sevgilisi farklıdır.

Kimi gözünün önündekini, kimi gönlünün özündekini, kimi de süslediği hayâller dünyasındaki sevgiliye meftûndur.

Bunun ne günü, ne zamanı, ne de sınırı olur.

“Yâ Rahim, yâ Rahim” diye mırıldanan kedinin başını okşamak da sevgidir; okşayan da, okşanan da haz duyar bu temastan.

Uğrunda ruhunu fedâ ettiği yavrusunu okşamak, koklamak, sımsıkı bağrına basmak da sevgidir; bir ömrü sarf eder insan hayatta.

“Yavrum” sözü yüreğinden kopar gelir insanın. Hâl diliyle, el diliyle, göz diliyle; dillendirmek gerekir, dillerle… Zaman, mekân gerekmez.

Sevilecek mahlûka sevgiyi, sevgiye mukabil mahlûku halk edeni görmeli: Bin teşekkür etmeli.

Her güzel şeyi yaratan Rabbimiz, onların lâyık olduğu ilgiyi, sevgiyi de koymuş canlıların gönlüne.

Sevgi, mahlûkâtın müşterek dili, müşterek sesi, müşterek nefesi.

Canlılar sever, “Can Veren”in aşkına…

Sevgililer…

Günler, aylar, seneler…

Sermişler sevgilerini, sevdiklerinin önüne; buna da aşk demişler.

Elbet sevmek ne güzel, Yaratan hesabına.

Bunun ne günü, ne dünü, ne de yarını olur.

Sular gibi çağlar, duygulanır ağlar durur ömrünce içinden, dışından; kimden ne haber.

Kalplerin en derin köşesindeki infilâk, muhabbet patlaması, O’na ayan her hâlde.

Fânî tatlar, sevmekler; sonu hüsranla biter. Meşrû sevgi Mevlâ’nın ikrâmıdır canlara.

Sevgililer birbirini; yaratılanın her birini, Allah için sevmeli.

Yunus, “Yaratılanı severim Yaratandan ötürü” demiyor mu?

Nasıl ki sevgiliyi yaratan Allah ise; ona mukabil kalbi, onun umduğu sevgiyi yaratan da yine O.

Dünya fânî, dünyadaki sevgililere hasredilen sevgiler de fânî; vefâ etmiyor. Çünkü neticesinde ayrılık var, ayrılmak var.

Bediüzzaman Hazretleri, “Zevalle acılanan mülâkatlar, muhabbetler kedere ve meraka değmez, iştiyaka hiç lâyık değildir” dedikten sonra, neden lâyık olmadığını da açıklıyor şöylece: “Çünkü, zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi elemdir. Bütün mecâzî aşıkların divanları, yani aşknâmeleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevalden gelen elemlerden birer feryaddır.”1

Evet.

Demek, sevgiyi doğru okumak gerekiyor.

Ayrılığıyla acı veren, hatta ayrılığını tasavvur etmenin bile ıztırap verdiği sevmeler, kalbi kanatıyor olmalı. Şiirlerin, şarkıların hüzün dolu sözleri bunu ifade ediyor, feryat edip duruyor.

“Bir üzüm tanesi” yemenin bedeli olarak “on tokat” yemek aklın kârı değildir.

Sevgi dolu gönüllere, gönüller dolusu sevgiler…

Dipnot:

1- Sözler,196.

ALİ RIZA AYDIN

14.02.2009


Yeni Asya’ya

Duâ niyetiyle aldım

Sohbet şiâriyle vardım

Vefalı dost olup kaldım

Kırklı yıllar Yeni Asya

Sensiz Bâb-ı Ali olmaz

Neşrettiğin Nurlar solmaz

Ülkemize baykuş konmaz

Kırklı yıllar Yeni Asya

Bükülmeyen kolumuzsun

Hak söyleyen dilimizsin

Bitmeyen gür sesimizsin

Kırklı yıllar Yeni Asya

Değil gazete, kitapsın

Bülbülvârî bir hitapsın

Gecelerde bir mehtapsın

Kırklı yıllar Yeni Asya

Bilmeyenler bilmez seni

İhlâs havuzunda seni beni

Eritir eder yepyeni

Kırklı yıllar Yeni Asya

Hep haykırdın doğruları

Dünden gördün yarınları

Tûbâ ağacı dalları

Kırklı yıllar Yeni Asya

Cefa çektin çile çektin

Nura hizmettir gayretin

Ülkemizi mektep ettin

Kırklı yıllar Yeni Asya

Demokrasinin yanında

Despotluğun karşısında

Diyaloğun dünyasında

Kırklı yıllar Yeni Asya

Zübeyirvârî çizgide

Her bir köyde, her bir ilde

Kervanın kalmasın yolda

Kırklı yıllar Yeni Asya

Nice kırklı yıllar yaşa

Yazdıkların gitmez boşa

Talebe dosta kardaşa

Kırklı yıllar Yeni Asya

İBRAHİM TAŞÇI

14.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır