"Gerçekten" haber verir 15 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Gerekçenin çürüttüğü gerekçe

Genelkurmay’ın Radikal’e yönelik “İbrahim Şahin açıklaması”nda şöyle bir cümle var:”Yargının kısır tartışmalar içine çekilmesinden çok büyük rahatsızlık duymaktayız. Yargı üzerinde şüpheler yaratılması, Türk adaletine karşı yapılabilecek en büyük kötülüktür.”

Elhak doğru. Buna bir de, GATA üzerindeki şüpheleri katmak lazım.

Yalnız bir soru var:

-Yargı (ve GATA) üzerinde kim şüphe uyandırıyor?

Hurşit Tolon’’nun tahliyesi ile ilgili iki gerekçe, ve Şener Eruygur’un eşinin karıştığı dinleme kayıtları, hem yargının bizzat kendisinde, hem de GATA’da sorunlar bulunduğunu ortaya koyuyor. Anlaşılıyor ki Ergenekon da bu sorunları derinleştiriyor.

Malum, Hurşit Tolon için iki tahliye gerekçesi yazıldı.

Birisi, ilk tahliye başvurusunda İstanbul 12. Ağır Ceza’nın nöbetçi hakim tarafından yazılan gerekçesi, ikincisi ise aynı mahkemenin, bu defa heyetle yazdığı ve tahliyeye yapılan itiraz üzerine ortaya konan gerekçe. Bu iki gerekçe arasındaki derin fark, maalesef, Ergenekon’la ilgili alanda Yargıya yönelik kuşkuyu besliyor.

Gelin olaya yakından bakalım:

Tolon’u salıveren ilk gerekçe, bütün hukukçuları şaşkına çeviren nitelikte idi. Çünkü gerekçe, bir tahliye için olması gerekenden çok öte bir mahiyet arz ediyordu. Çok öte, yani adeta bir berat gerekçesi niteliğinde idi ve ötede kocaman bir Ergenekon davası sürmekte iken bir nöbetçi mahkemenin böyle bir gerekçe yazması, akıl alır iş değildi.

İlk gerekçe, sanıkta ele geçirilen 29 sayfalık Ergenekon kitapçığının medyada yayınlandığı için gizli belge olmaktan çıktığını ve delil olamayacağını ifade ediyordu. Nöbetçi mahkemenin nöbetçi yargıcı, “Kamuca bilinen bu belgelerin fotokopisinin şüphelide bulunmasının önceki karardan farklı olarak tek başına suç örgütüne üye olunduğuna dair veya yönetici olduğuna dair bir delil niteliğinde bulunmadığı”na hükmediyordu. Kararda ayrıca, “Ergenekon belgesiyle ilgili tutuklama nedenine ilişkin gerekçenin, sunulan bu deliller karşısında artık kuvvetli bir delil olarak değerlendirilemeyeceği” de belirtiliyordu.

Yani mahkeme, tahliye kararında adeta delil çürütüyor ve davayı bitiriyordu. Oysa Hurşit Tolon’la ilgili iddialar hem sadece bu belge ile sınırlı değildi hem de, ötede dava zaten sürmekte idi. Kaldı ki tahliye kararında ayrıca, Tolon’un yurt dışına çıkış yasağının sürmesi de öngörülüyordu.

Kararda bir acayipliğin olduğu biliniyordu ama, bu nasıl ortaya çıkacaktı?

Ergenekon davası savcılarının tahliyeye itirazı bu garabeti ortaya çıkardı.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi bu defa heyet olarak toplandı, 6 saat görüşmeden sonra tahliyeye itirazı reddetti ama, bu defa gerekçe farklıydı.

Heyet, üye hakim tarafından, Tolon’un tutukluluk halinin devamı için “kuvvetli delil bulunmadığı” gerekçesiyle verilen tahliye kararının bu gerekçesini kaldırıyor, “nöbetçi mahkeme tarafından böyle bir karar verilemeyeceği, bunun takdir yetkisinin yargılamayı yapacak mahkemede olduğu”nu hükme bağlıyordu.

Mahkeme Heyeti, “kuvvetli şüphe ve tutuklama nedenlerinin devam ettiği”ni yeniden zapta geçiriyor, ancak yaşı, sağlık durumu, delil karartma şüphesinin bulunmaması ve tutuklamanın bir tedbir olduğunu kaydederek Tolon’un tahliye edilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Mahkeme Heyeti ayrıca, Tolon hakkında yurt dışına çıkış yasağı bulunduğunu ve kaçma şüphesi olmadığını da kaydediyordu.

Böylece ortaya çıkan iki gerekçe arasındaki büyük fark, Ergenekon konusunun Yargı’ya kadar uzanan kafa karışıklıklarına yol açtığını ortaya koyuyor, bereket ki, bir başka safhada yargı, kendi kendini tashih ediyordu.

Bu olayda, kamuoyunun, birinci gerekçenin nasıl yazıldığı sorusu üzerinde durması yadırganamazdı. Nitekim ikinci gerekçe, birincideki garipliği tescil etmekteydi.

İşin bir de GATA boyutu olduğu artık biliniyor.

Mesela, cezaevinde düşüp beyin travması geçirdiği ve hafıza kaybına maruz bulunduğu ifade edilen Şener Eruygur’un sağlık durumunun gerçekten nasıl olduğu, eşine ait dinleme kayıtlarından sonra ciddi olarak merak konusudur. Arif Doğan ve Hurşit Tolon’la ilgili raporlar üzerinde kuşku duyulması da yadırganmamalıdır. “GATA’ya gidiş” kamuoyunda, askeri nüfuzun devreye girdiği bir tahliye imkanı gibi algılanmamalıdır. Bu açıdan yakında Genelkurmay’dan bir tavzih daha gelmemesi için, GATA olayının şeffaflaşması zamanı gelmiştir.

Yargı üzerindeki titizliği sürdürelim.

TSK üzerindeki titizliği sürdürelim.

Ama, herkesin içini tatmin edecek uygulamaları bekleme hakkımızdan da ödün vermeyelim.

Bugün, 14.2.2009

Ahmet Taşgetiren

15.02.2009


Asker kendisini nasıl savunmalı?

Hiçbir vatandaş Silahlı Kuvvetler’in yıpranmasını, görevini yerine getirmesinin engellenmesini istemez. Burada önemli olan, Silahlı Kuvvetler’in de bu saygının devam etmesini sağlamaya özen göstermesidir.

Biraz geri gidersek, Silahlı Kuvvetler’in bazı mensuplarının karıştığı birçok olayı ve bunlarla ilgili soru işaretlerinin halen giderilmemiş olduğunu hatırlayabiliriz.

Örneğin, Abdi İpekçi’nin katili olduğu iddia edilen Mehmet Ali Ağca, sıkıyönetim varken bir askeri cezaevinden, üzerinde askeri giysilerle kaçmıştır ve hâlâ bununla ilgili, bu olayın nasıl olabildiğiyle ilgili bir bilgi bulunmuyor.

1980 sonrasında bir grup Silahlı Kuvvetler mensubunun Alpaslan Türkeş’i hapisten kaçırma girişimi için hazırlık yaptığı da biliniyor.

Şemdinli’de kitabevi bombalanmasına karışan ve eylemlerini kabul eden astsubayların “korunma” şeklinin insanları rahatsız ettiğini Silahlı Kuvvetler’in üst düzeyi de biliyor.

Hrant Dink cinayeti öncesindeki hazırlık faaliyetleri hakkında bazı asker kişilerin bilgi sahibi oldukları halde görevlerini yapmadıklarına ilişkin de kuvvetli bir iddia var.

Son olarak Ergenekon davası ve aslında bu davanın parçası olması gereken darbe hazırlıklarıyla ilgili olarak da Silahlı Kuvvetler’in çeşitli düzeylerdeki emekli ya da muvazzaf mensuplarının bu olaylara karışmış olduğuna ilişkin bilgiler herkesin gözü önünde. Bunların belki de en önemlisi, gömülü olan ve evlerde çıkan silahlar, bomba ve mühimmatlardır. Tabii ki bunlarla ihtilal yapılmaz ama Danıştay baskınında tek bir tabanca kullanılmıştır. Uğur Mumcu’yu bir tek bomba öldürmüştür. Hrant Dink’i tek bir tabanca öldürmüştür.

***

Silahlı Kuvvetler kendisini kurum olarak bu olayların dışında tutmak durumundadır ve tabii ki kendisini savunacaktır.

Yalnız, bugünkü durumda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kendisini korumasının ve savunmasının yolu, yapılan açıklamalarda “700 bin kişilik ordu varken 300 başıbozuktan mı medet umulacak” şeklindeki basit demagojik cümlelere yer verilmesi değildir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, siyasi görüşü, toplumsal mevkii, inancı ne olursa olsun bütün ülkenin silahlı kuvvetleridir ve her ülkede olduğu gibi bizde de cumhuriyetin en önemli kurumlarından biridir.

Bu kurum, kendi temizliğini başkaları yerine kendi eliyle yapmaya giriştiğini halka, her kesimden insanlara gösterdiği takdirde başkaca bir savunmaya ihtiyaç kalmayacaktır.

Vatan, 14.2.2009

Okay Gönensin

15.02.2009


Hangi mahkeme bizden?

Yargıya güvenmemiz lazım; yargının da güvenilir olmaya dikkat etmesi lazım!

Yargının güvenilirliğinin birinci şartı, onun “tarafsız” olduğuna güvenilmesidir.

Yargı örgütlenmesi ve adalet bakanlarının yargı yönetimine nasıl katılacağı konusunda değişik sistemler vardır ama önemli olan, “yargının tarafsızlığı”dır. Siyaseten önemli davalarda ülkenin bir kesimi yargıya “bizden” diye bakıyor ve yargıyı kendi siyasi görüşlerinin ve camiasının “uyanık bekçi”si gibi görüyorsa... Öbür kesim yargı hakkında “bize karşı” diye düşünüyorsa... Ortada çok ciddi bir sorun vardır! O ülkede siyasi istikrarı ve toplumsal huzuru sağlamak mümkün olmaz. En basiti, bir yüksek yargıç özelleştirmenin Atatürkçülüğe aykırı olduğunu yazıyorsa onun tarafsızlığına güvenmek zordur! “Kârlı KİT’leri özelleştirmek kamu yararına aykırıdır” diye hüküm yazıyorsanız, tarafsızlığınıza inanmak zordur.

Yargıçlar özelleştirmeye ya da kamulaştırmaya karşı veya taraftar olamazlar; bu, siyasetçilerin görev alanına girer. Vatandaşlar da karşı veya taraftar olabilirler.

ERGENEKON DÂVÂSI

Merhum Ecevit’in “Yargı devrimcilerin elindedir” sözü, bizde yargının zaman zaman nasıl politize olduğunun bir kanıtıdır.

Ergenekon davasında da arama ve gözaltı işlemlerinde “şüphe” kavramını aşırı geniş değil, hukukun tanımları içinde tutmak gerektiğini yazarken de amacım yargının güvenilirliği idi.

Her tahliyeden insani olarak da memnun olurum. Fakat Şener Eruygur’un eşi Mukaddes Eruygur’un kocasının tahliyesi için, hem de mahkeme adı vererek “Şu, şu ağır ceza mahkemeleri bizdenmiş” diye konuşması onun şahsi bir kusuru değildir. Ciddi bir problemin dışavurumudur: Yargıya “tarafsız” diye değil, “bizden” veya “onlardan” diye bakılabilmesi!

Mesele, öncelikle yargının ve yargıcın tarafsızlığı konusunda “şüphe” yaratmayacak kadar tarafsız olması, bu konuda topluma daha fazla güven vermesiyle ilgilidir.

Bunun yolu da, uygulanan hukuki kavramları bir ideolojinin değil, evrensel hukukun verdiği anlamlarla benimsemektir. “Türk adaletine yapılacak en büyük iyilik” budur.

Milliyet, 14.2.2009

Taha Akyol

15.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır