"Gerçekten" haber verir 17 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

Büyük felâket ve AKP’nin çıkmazı

Bugün neredeyiz, yarın nerede olabiliriz? Tarihler geçen yılın ilk günlerini gösterdiğinde sermaye piyasalarında başlayan çöküşleri çok az sayıda kimse “kriz başlangıcı” olarak yorumlayabilmişti. O günlerde krizcilere pek iyi gözle bakılmazdı; ama geleceğin ekonomi politikalarının yerleşmesi açısından bu öngörüler çok önemli ipuçlarıydı.

Bugün bulunduğumuz hassas kriz noktası yine benzer bir dengeyi ifade ediyor. Krizin ana şiddet dalgası finansal piyasalarda büyük çöküş yaşatmış olmasına rağmen, acaba bu kadar mıydı diye de sormak lazım.

Bizim finansal piyasalar olsun gelişmiş ülkelerin finansal piyasaları olsun zaten benzer düşüş oranlarını eski sıradan kriz dalgalarında da zaten yaşamışlardı. Bu kriz 1929 buhranı ile eş değerde düşünülüyorsa o zaman finansal piyasaların daha da düşmesi gerekmiyor mu? Ben henüz yolumuzun bitmediğini düşünen tarafta yer aldığımı bir kez daha maalesef belirtmez zorundayım.

Ama zamanlama görüşümde bir kritik dönemde olduğumu da yeniden ifade etmem gerekiyor. ABD borsasında DOW endeksinin üç aya yakın süren yatay hareketinin önce yukarı kırılarak bir ara refah dönemi yaşatmasını bekliyordum. Bu geçici refah döneminin ardından gerçek büyük çöküşe olasılık veriyordum. Geçen hafta DOW endeksi 8 binlerin altına sarkarak hassas nokta olan 7 bin 800’lere indi. Eğer bu hassas dengede tutunamaz ise o kara günler yükseliş yaşanmadan şimdiden başlayabilir. Açıkçası bu kara tablodan dünya adına ve ülkem açısından oldukça tedirginim. Finansal fiyatları neden yakından izlemek gerekiyor? Çünkü kriz üç aşamalı bir hareket sergiliyor. Önce finansal fiyatları çökertiyor, ardından finansal kuruluşlar etkileniyor ve son aşamada reel sektör çöküyor. Hatırlarsak 2008 ortasında “ne krizi” demeçleri veren ülkemiz ekonomi yönetiminin bu zincirleme hareketi iyi kavrayamadığını görmüştük.

Benim gerçekleşmeyen bir başka beklentimin önemi de yine bu krizde ortaya çıkıverdi. Şirketlerin finansman modelleri arasında olan ortaklık, birleşme veya halka açılma seçenekleri AKP döneminde oldukça gerilerde kaldı. Oysa ben yıllarca asıl bu piyasaların patlayacağını bekleyenlerdendim.

AKP döneminde en hızlı büyüyen piyasanın faize dayalı bankacılık sektörünün olduğunu gördük. Hükümetin kurulduğu dönemde kredi kullanım oranı milli gelirin yüzde 13’lerindeyken bugün bu oran yüzde 38’lere fırlamıştır. Bu dönemde ise borsamız yılların enflasyonuna rağmen hâla 2000 yılına dönebildi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahi son açıklamalarında şirketlere sermaye piyasalarından faydalanmalarını salık veriyor. Bugün krizin kritik aşamasındayız ama piyasalarımızdan sadece bankalara ne kadar güvendiğimizi konuşabiliyoruz. Yine tek çare ve kurtuluş yolunun bankalarımızda olduğunu öğüt veriyoruz.

Yazık değil mi bu kıt tercihe mahkûm olmuş bir ekonomik düzende yaşamaya. Yazık değil mi tek çıkışı faiz düzenine bırakmaya. Yazık değil mi yıllarca söylenen reel kaynak piyasalarını çalıştırmaya. Nasıl krizde kritik aşamadaysak alternatif piyasaları açmada da o kritik aşamadayız. İş Başbakan ve Bakanlar Kurulu’nda bekliyor. Bir imza esarete devamı yoksa “faiz düzenine son” mu kararını verebilecektir. Karar sizin!

İbrahim Kahveci / Yeni Şafak, 16.2.2009

17.02.2009


İçeride demokrasi zayıfsa dışarıda etkili olamayız

Ezber bozan ve Türkiye’yi dışarıda, özellikle bölgemizde baş aktör kılacak olan yeni adımlar büyük çapta içerdeki köklü siyasal düzenlemelere bağlı...

İçerde demokrasi, insan hakları ve piyasa ekonomisini sağlıklı yürütemeyen bir ülke, dışarıda da etkili olamaz...

Türkiye’nin sağlıklı bir yapıya topluca kavuşmasının en şifalı reçetesi ise ‘yeni ve sivil bir anayasa’ ve tek parti zihniyeti ile askeri vesayetten kurtulmasında...

Türkiye yerel seçim ertesinde böyle bir adımı atabilir mi, atamaz mı?

* * *

Başbakan Erdoğan, Sivas’a hareketinden önce ‘bizi bu darbe Anayasası’ndan ne zaman kurtaracaksınız?’ sorusuna: ‘Nisan...’ yanıtını verdi... Başbakan Erdoğan, CHP’nin daha önce Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na üye vermediğini hatırlatarak şöyle devam etti:

‘Şimdi tabii üye vermeyince, bu işi başka yerlere taşıyacak demektir. Nereye taşınacaktır? Anayasa Mahkemesi’ne taşıyacaktır. Anayasa Mahkemesi’ne taşıdığı zaman, yeniden ülkede bir gerilim meydana gelecektir. Biz böyle bir gerilim sürecine, tekrar Türkiye’yi sokmak istemiyoruz. Onun için de en azından, asgari müşterekler nerede oluşabilir... Nisan ayından itibaren, bunun arayışı içerisinde olacağız. Bu konuda TBMM Başkanı Toptan’ı yeniden devreye sokmak istiyoruz.’

* * *

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de Başbakan Erdoğan’ın bıraktığı yerden dün devam ederek şu vurguyu yaptı:

‘Ana muhalefet partisinin içinde olmadığı bir anayasa değişikliğini sayısal olarak yapmak mümkün ama anayasa değişikliği bir meclis çoğunluğu değil, bir uzlaşı meselesidir.’

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise ‘yeni anayasa’yla ilgili bir soruya yanıt verirken şunları söylüyor: ‘Aslında bu konuda çok geniş bir konsensüs olduğunu biliyorum ama iç politika konuları karışınca zorlaştığı kanaatindeyim. Ümit ederim ki çok uygun bir ortamda, uygun bir şekilde bunlar gerçekleşir.’ Cumhurbaşkanı... Başbakan... Başbakan yardımcısı aynı şeyi söylüyor: ‘Uzlaşı...’

* * *

Anayasa’da uzlaşı nasıl olabilir?

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tavizsiz bir şekilde ‘AB’ demekte...

AK Parti hükümette siyasal ortama göre yalpalasa da, her daim ‘AB’nin yolunda olduğunu’ ısrarla tekrarlamakta...

En umutsuz konumda görünen Ana Muhalefet Partisi de Brüksel’de AB nezdinde ‘daimi bir büro’ açmakla kalmadı, Deniz Baykal da beş yıl aradan sonra Brüksel’e giderek AB yetkilileriyle görüştü... Demek ki AB konusunda bir mutabakat sağlanmış görünüyor...

* * *

Peki, AB’de ‘yeni bir Anayasa’ için ne var?

‘Temel Haklar Şartı’ var...

Avrupa Birliği... İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunması Hakkında Avrupa Sözleşmesi ile teminat altına alınan...

Ve üye devletlerin ortak anayasal teamüllerinden kaynaklanan temel haklara...

Hukukun genel ilkeleri olarak saygı göstereceğini hükme bağlamış... Özetle, AB demokratik bir anayasanın ruhunu, özünü ve iskeletini gerçekleştirmiş bulunmakta... AB Anayasası’nın da omurgasını teşkil eden ‘Temel Haklar Şartı’ yeni ve sivil bir anayasanın ortak ‘uzlaşma’ noktası neden olmasın?

* * *

Temel Haklar Şartı’nın başlangıcında şu cümleler yer alır: ‘AB, insan saygınlığı, özgürlük, eşitlik ve dayanışmanın bölünmez ve evrensel değerleri ile demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulmuştur. Birlik, Birlik vatandaşlığı kavramını getirmek ve bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı yaratmak suretiyle, bireyi eylemlerinin odağına yerleştirmiştir.’

Biz de bunu aramıyor muyuz?

Üstelik bu hedefin hukuksal formülasyonu olan Temel Haklar Şartı’na kim, nasıl ve hangi gerekçeyle karşı çıkacak ki...

Ankara... Yeni Bir Anayasa konusunda samimi ve ısrarlıysa... Bunun için ‘ortak uzlaşı’ arıyorsa... Bunun temel metni ‘AB Temel Haklar Şartı’ olarak gözüküyor...

Orada sağlanacak olan ortak bir siyasal mutabakat, ikincil konuların çözümünde büyük bir kolaylık sağlar... Cumhurbaşkanı Gül’e...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a...

Anamuhalefet Partisi Lideri Deniz Baykal’a...

Bunu bir öneri olarak sunuyorum...

Mehmet Altan

Star, 16.2.2009

17.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır