"Gerçekten" haber verir 24 Şubat 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Basından Seçmeler

“Millî mesele”miz olarak din

Kimi dostlarım var...

Siyasal analiz yaparken müthiş iddialıdırlar ama... Sosyolojiyi kapılarından içeri sokmazlar.

Onlar için sanki toplum diye bir şey yoktur.

Varsa yoksa siyasal aktörler!

Geçmişte Demirel, Ecevit, Özal, bugün Baykal, Erdoğan ve partileri her şeyi açıklamak için yeter onlara...

Mesela CHP’nin tarikat açılımı, çarşaf açılımı, başörtülü belediye başkanı adayı açılımı falan... Ya bütünüyle oy avcılığı içindir ya da liderde cisimleşen siyasal çözülüşün tezahürüdür. Tamam. Diyelim ki, CHP’nin yaptığı oy avcılığı!

Fakat tam o noktada sormak gerekmez mi: Neden oy avcılığı hep bu alanda yapılır? Hatta neden zalim ve muktedir darbeciler bile ellerinde Kuran’la meydanlara çıkmak zorunda kalırlar?

Hayır! Bu soruyu akıllarından bile geçirmezler. Bu soruya cevap arayanlara da öfkelenirler.

Sözünü ettiğim dostlar AKP’nin % 47’sini anlamaya çalıştıkları zaman da aynı tavrı sürdürürler!

Şaşkın ve kızgındırlar. Bu sonucun arkasında hep bir bit yeniği kovalarlar!

“Din istismarı” kavramını İngiliz anahtarı gibi her kapıyı açmak için kullanırlar.

Fakat o da olmadığında...

Halkın oyunu üç kilo bulgura sattığına karar verirler ve bu kararlarından bir daha zerre şaşmazlar.

MHP’nin neden türbandan yana tavır aldığını da anlamak istememiştir bu dostlarım.

Bu partinin daha 1999’da Meclis’e başörtülü milletvekili taşıdığını unuturlar. MHP milliyetçiliğinin muhafazakâr temellerini ve toplumsal tabanının özelliklerini görmek yerine siyasal komplolara ve “hatalı liderliğe" bağlamak işlerine gelir.

Oysa toplum parti tezlerine göre biçimlenmiyor. Buna direniyor.

Siyasal aktörler gelip geçiyor; toplum kendi “ yolunda “ gidiyor!

Bu ülkede siyaset yaparken geniş kesimlere seslenmek ve etkilemenin yollarından en başta gelenlerinden birinin, din ve dinle ilgili değerler olmasının kaynağını anlamak için toplumun derin sosyolojisine bakmak gerekiyor.

Belki en önce Türklerin tarihsel ve toplumsal anlamda “milli meselesi"nin ne olduğunu anlamak zorundayız.

Okullarda okutulduğu gibi değildir; millet olmak basitçe din, dil, ırk, toprak ortaklığından kaynaklanmaz.

Kabaca söyleyecek olursam...

Milletler ya milliyetlerin çatışarak kendilerini ayrıştırmaları yoluyla tarih sahnesine çıkarlar. Ya da dağılma veya dağınıklık halinden sonra bir “mesele" etrafında kendilerini kurgularlar.

Örnekse...

Kimi sosyologlar Amerika’yı anlamak için bu toplumun “milli meselesi”nin farklılıkları bir araya getiren “eşitlik ve özgürlük meselesi" olduğunu söyler.

Almanların “milli meselesi”nin devlet fikri ve düzeni olduğu ve bu özelliğin o topraklarda demokrasinin yerleşmesini uzun süre zorlaştırdığı iddia edilir.

Türklere gelince...

Daha en başında, üstelik İttihat Terakki’nin ırkçı arayışlarına rağmen... Türk toplumunu oluşturan “milli mesele” dindir!

Çünkü hem Batı dünyası onları, hem de onlar kendilerini önce dinleriyle ve dini koruma kollama göreviyle tarif etmiştir.

Ekonomik, etnik, hukuki pek çok “temel mesele" ye rağmen...

Bu ülkede hâlâ siyasetin zeminini belirleyen birçok şeyin din alanı ve referanslarına ait olmasının kaynağı burada saklıdır.

Haşmet Babaoğlu / Sabah, 23.2.2009

24.02.2009


Korku imparatorluğu Ergenekon mu?

Ergenekon soruşturmasının birilerinin rahatını kaçırdığı kesin, buna hiç kuşku yok. Anayasa’nın ikinci maddesinde ifadesini bulan dört ilke, demokrasi, laiklik, hukuk devleti ve sosyal devlet ilkeleri arasında hukuk devleti ilkesinin önemini bilen ve hatta bir çağdaş ve matematik anayasal yoruma göre en önemlisi olduğunu düşünenler için Ergenekon soruşturmasının tüm adil yargılanma ilkelerine göre yapılmasını talep etmekten doğal şey olamaz. Ve bu soruşturma, yargılama mutlaka Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma ilkelerine harfiyen uygun yapılmalı. Sürecin böyle yürümediğini düşünenler var ve bu kişiler zaten adil yargılanma ilkeleri doğrultusunda AİHM’e başvurabiliyorlar.

Danıştay cinayeti zanlısı (o tarihte) kişi tesadüfen, bir bekçinin cesareti ve atılganlığıyla yakalandığında sıkıntısından intihara teşebbüs eden bir emekli yüzbaşı AİHM’e başvurdu bile.

Süreçten şikayetçi olanlar Ergenekon soruşturma ve davasının Türkiye’yi bir korku imparatorluğuna dönüştürdüğünü iddia ediyorlar.

Ne kadar haklılar çok emin değilim.

Sıkıntılı günler geçirdiklerine kuşku yok ama bir de madalyonun öbür yüzüne bakmak lazım.

Bu davada gözaltına alınan, tutuklanan kişiler, bazı iddialara rağmen, AİHM dahil, tüm bir hukuk sürecinin garantisi altındalar.

Tekrar ediyorum, hukuk devletini ciddiye alan herkesin temennisi usul hukukuna en küçük detayına kadar uyulması.

Ancak, 2003-2004 senelerinin darbe girişimleri daha Nokta dergisi darbe günlüklerini yayınlamadan da çok iyi bilinen girişimler idi.

AB konusunda atılan her ileri adım, MGK’nın statüsünün olumlu anlamda her değişimi, Kıbrıs meselesinde Annan Planı doğrultusunda Ankara’nın attığı her adım sonrasında Türkiye’de çok sayıda insan askeri darbe bekliyordu.

Prof. Mümtaz Soysal’ın yurtdışında bir toplantı sonrası Denktaş’ın yanından ‘bu akşam asker müdahale edebilir’ dediğini bilmeyen var mı?

Nokta dergisi darbe günlüklerini yayınladıktan sonra meselenin boyutları daha iyi ortaya çıkmadı mı? Türkiye’de hala ‘darbe günlüklerinin’ düzmece olduğunu düşünen süper zeka kaldı mı? ABD’de yaşayan uluslararası ilişkiler uzmanı dahi kızımız Zeyno Baran ‘ben çok üst düzey bir komutanla görüştüm, 2007 senesinde askerin müdahale ihtimali yüzde elli-elli dedi mi demedi mi? Zeyno Baran’a hangi üst düzey komutanla ne konuştuğu sorulabildi mi?

O çirkin, hukuk dışı 27 Nisan muhtırası bazı yurttaşları ‘Cumhuriyet’in düşmanı’ ilan etti mi? Ergenekon soruşturmasının olup olmadığı belli olmayan usul yanlışlarına takılanlardan herhangi bir hukukçu bir ülkenin askerinin kendi ülkesinin yurttaşını ‘düşman’ ilan edemeyeceğini bir kez söyledi mi?

Sarıkız, Ayışığı kepazeliklerinden biri dış konjonktüre ve Genelkurmay Başkanı’na rağmen yaşama geçirilse idi, ülkemizde binlerce öğretim üyesi, gazeteci, siyasetçi sabah altıda evlerinden alınıp acaba ne zaman iade edilecekler idi? Kaçı acaba bir daha ailelerini görebilecekler idi?

Ergenekon meselesini polisiye bir gözle tam izleyemiyorum ama bu süreçte muhakkak olan iki konu var, bunlardan biri ‘darbe günlükleri’, ikincisi ise Danıştay cinayeti.

Ergenekon soruşturmasına ‘korku imparatorluğu’ diyenler bir siyasi iktidarı destabilize etmek için bir yargıcı rastgele öldürenlerin başka neler yapabileceğini düşünüyorlar mı?

Hrant’ın katilinin resmini hamasi bir slogan ve bayrak altında çekenler sizce nasıl bir ‘korku imparatorluğu’ peşindeler?

Bu ‘korku imparatorluğu’ kavramını kullanlar, birazcık vicdanları kaldı ise, bunları da biraz düşünsünler. Türkiye’de binlerce insan 2003-2007 arasını darbe korkusuyla yaşadı, bunu unutmayalım. Üstelik bu korku öyle hipotetik de değil zira yakın geçmiş, son elli sene böyle kepazeliklerle dolu.

Eser Karakaş / Star, 23.2.2009

24.02.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır