"Gerçekten" haber verir 29 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

FARUK ÇAKIR

GENÇLER, İMANINI RİSÂLE-İ NUR’LA KURTARIR

Bediüzzaman Said Nursî’yi Barla’da ziyaret eden ‘son şahit’lerden Yusuf Okumuş:

Gençler, imanını Risâle-i Nur’u bol bol okumakla kurtarabilir

Ömrünü cami kürsülerinde ve cenazelerde cemaate nasihat ederek geçirmiş Yusuf Okumuş Hoca. Bediüzzaman Hazretlerini ise, 1950’den sonra Barla’da bulunduğu yıllarda ziyaret etmiş. Yusuf Hocayla tek parti döneminde yaşadıklarını, o zamanki hizmetlerini konuştuk. Ayrıca gençlere neler tavsiye ettiğini sorduk. Buyrun birlikte okuyalım.

* Önce sizi kendi anlatımınızla tanımak istiyoruz. Kendinizden bahseder misiniz?

İsmim Yusuf Okumuş. 1926 doğumluyum. “Dehri Mustafa”nın oğluyum. Rize’nin Çayeli ilçesi Yenice Köyündenim. Yöremizde bana “Dehri Yusuf Hoca” derler. Elimizden geldiği kadar dinimizin gereklerini yerine getirip, başkalarına da öğretmeye çalıştık. Kur’ân kurslara yardım ettik. Yine elimizden geldiği kadar insanlara cenazede, bayramda, Cum’a’da nasihat etmeye çalıştık.

* “Tek parti devri”nde yaşadınız. O günlerden bahseder misiniz?

Bizim köyümüzde (Çayeli, Yenice Köyü) şu anki okulun bulunduğu yerde ‘medrese’ vardı. Biz oraya gider, Kur’ân öğrenirdik. Fakat tabiî o zamanlar (1930’lu yıllar) ‘tek parti’ devri, CHP iktidarda. Kur’ân okumak yasak. Köyümüzdeki bu medresede “Molla Feyzi Hoca”dan ders alırdık. Molla Feyzi Hoca, komşu köyümüz olan Uzundere Köyündendi. Biz Kur’ân öğrenirken hocamız, iki talebeyi ‘gözcülük’ yapsın diye görevlendirmişti. Onların vazifesi, jandarmalar gelirse bize haber vermekti, çünkü jandarma baskın yapıyordu. Tabiî görevli olan arkadaşlarımız görevlerini ihmal etmişler ve jandarmalar gelip o zamanki ‘medrese’mizi bastılar. Hocamız Molla Feyzi’ye kelepçe taktılar ve bizi de tokatlayıp kovdular. Bütün Kur’ân’ları ve ‘elif cüz’leri de toplayıp, ateş yaktığımız yere doldurup bir de kibrit çakıp yaktılar.

Hocamız, köyümüzün zengin CHP’lilerinden “Çağal Mahmut”un akrabasıydı. Hemen koşup ona durumu haber verdiler. Çağal Mahmut geldi ve jandarma çavuşunun cebine elini soktu. Her halde hocayı bırakmaları için ‘hediye’ verdi. O zamanlar Çağal Mahmut’un sözü geçerdi köyümüzde. Hem zengindi hem de eskiden beri kuvvetli bir ‘Halk Parti’liydi. Jandarmaya da sözü geçerdi. Ondan sonra hocamızın elindeki kelepçeyi çözdüler, medresemizi de kapatıp mühürlediler ve bizi de evlerimize gönderdiler.

Köyümüzün zengini ve CHP’li olan Çağal Mahmut Hocamızın da akrabasıydı. Hocayı kurtardı, ama medrese kapanmış oldu. Ondan sonra da medresemiz bir daha açılamadı...

* Bahsettiğiniz ‘medrese’ nasıl bir yerdi?

İki katlı bir bina idi ve alt katı taştan yapılmıştı. Oraya bütün çevre köylerden talebe gelirdi. Hocamız dersleri Arapça olarak okuttuğu için, Arapça öğrenmek için tâ Trabzon’dan öğrenci geldiğini bilirim. Sadece ‘sibyan/çocuk’lar için ders okutulmazdı medresede. Başka dersler de okutulurdu, ama biz daha küçüktük tabiî. Hocamızın yardımcıları da vardı.

* Siz devam ettirdiğiniz ‘gönüllü vaaz’lara nasıl başladınız?

Bu işe bir merakla başladım. Allah’a şükür, Mevlâm bana bir merak vermişti, sürekli dini kitapları okurdum. Askerlikte (Askerliğimi Erzurum’da yapmıştım) bir hoca vardı, o hocadan çok istifade ettim. Okudum, öğrendikçe de bunları başkalarına anlatmaya çalıştım. Öylesine hizmet etmeye çalıştım. Sonraki yıllarda da Risâle-i Nurları tanıdım.

* Risâle-i Nurları tanımanız nasıl oldu?

Bunca okumama rağmen, içimde bir boşluk hissediyordum. Sürekli intisap edeceğim bir ‘şeyh’ arıyordum. Bunun için tavsiye üzerine çok ile, ilçeye gittim, şeyh aradım. Ama tatmin olacağım bir isme rastlamadım. Sonra bir gün İstanbul’dayken Beyazıt Camii’nde namaz kıldıktan sonra yürümeye başladım. Derken, tanımadığım biri arkamdan bana dokunarak, “Kardeşim, senin aradığın Risâle-i Nurdur, onları oku” dedi. Tabiî ben şaşırdım. Beni tanımayan birisi bunu nasıl söyler diye düşündüm. Hatırladığım kadarıyla 1956’da bu hadise oldu. Hayret ettim. “Risâle-i Nur nedir?” diye sordum. Kısaca anlattı. “Peki” dedim, “Ben İzmir’e gidiyorum (O zaman rahmetli babam İzmir’de oturuyordu) orada da var mı bu eserler?” “Var” dedi ve eserleri temin edebileceğim bir kitapçı adresi verdi. (Tilkilik Caddesi’nde bir kitabevinin adresini verdi.) İzmir’e gittim ve verilen adreste Risâleleri buldum, aldım.

İlk olarak “El Hüccetü’z-Zehra” isimli bir eseri almıştım. Şevkle okumaya başladım. Sonra Ankara’ya gittim, orada “Et-Balık Kurumu”nda çalışmaya başladım. Risâleleri okumaya devam ettikçe içimde Üstad’ı ziyaret arzusu doğdu. İsmail Kuzucu diye, Çorum’lu bir arkadaşım vardı. Üç ayların içindeydik ve ikimiz de oruç tutuyorduk. Burdur, Eğirdir üzerinden Barla’ya gittik. Tabiî o zamanlar Üstadı ziyaret çok sıkı kontrol altındaydı, izin yoktu. Biz Barla’ya giderken iki jandarma sürekli bizi takip etti. Burdur’dan Barla’ya Eğirdir Gölü üzerinden motorla geçerek ulaşabildik. Jandarmalar da bizi takip etti. Biz gittik, Üstadın evinin kapısını çaldık. Rahmetli Zübeyir Ağabey bizi kapıda karşıladı. Meramımızı anlattık. “Üstad ziyaretçi kabul etmiyor, ama ben yine de bir sorayım” dedi ve biraz sonra gülümseyerek yanımıza geldi. Üstadın odasına girdik, bizi kabul etti. Şu anda o ziyaret ânı gözümün önünde... Ama biz Üstada bakmaya bile hicap ederdik. Üstadı yatakta oturur vaziyette gördük. Üzerinde cübbe vardı. Bize bir 10 dakika nasihat etti. Ben de daha önce ‘Gençlik Rehberi’ni eskimez yazı ile yazmış ve yanımda götürmüştüm. Orada Üstada takdim ettim. Aldı ve ‘Maşallah’ diyerek sonuna bir duâ yazdı. “Bu risâleyi yazan Yusuf Okumuş’u Cennetü’l-Firdevs’e nail eyle’ mânâsında bir duâ idi.

O esnada Üstad, Zübeyir Ağabeye dedi ki, “Git, iki tane pasta getir, iftarlarını onunla açarlar.” Oysa Ramazan ayında değildik ve biz niyetli olduğumuzu söylememiştik. Bu apaçık bir kerâmet idi. Bir de 25 kuruş bir para verdi bize. O para cüzdanımda olduğu müddetçe hiç para sıkıntısı çekmedim. Ama sonra o parayı kaybettim.

Ve bize dedi ki “Hemen buradan gidin.” Biz toy olduğumuz için Üstadı biraz daha görelim diye Barla’da oyalandık. Niyetimiz, Üstadı dağlara doğru geziye giderken bir daha görmekti. Siz misiniz Üstadın dediğini yapmayan! Gelip bizi jandarmalar yakaladı... Doğru Eğirdir Jandarma Karakoluna götürdüler ve bir odaya koydular. Odada demirden bir ranza, yatak dahi yok. 14 gün biz orada kaldık. Afedersiniz, tuvalete bile izin vermiyorlardı. 14 gün üzerine hakim karşısına çıktık. Mahkemede hakim dedi ki, “Bakın, sizi bu ‘Kürd’ün defterine kaydediyoruz.” ‘Sicil defteri’ dediği kocaman, bir metre boyunda bir defter... Nihayet bizi serbest bıraktılar.

Bu ziyaretten sonra tekrar Ankara’ya, işimizin başına döndük. Üstadı görmem bu kadar.

* Uzun yıllar köy camilerinde çocuklara Kur’ân-ı Kerim ve dinî bilgiler öğrettiniz. Bu çalışmalarınızdan da bir kuruş maddî menfaat temin etmediğinize başta komşularınız olmak üzere herkes şahittir. Bu çalışmalara nasıl başladınız? Ne gibi zorluklarla karşılaştınız?

Aklımın kestiği kadar, 40 yıla yakın köylerdeki camilerde çocuklara ve gençlere Kur’ân öğrettim. Tabiî ki bu işleri yaparken pek çok sıkıntılarla da karşılaştık. Köyün camisine gidiyorsun, soğuk, odun olmuyor. Kar oluyor, icabında yuvarlanıyorsun... 1 metreden fazla karda evimden kalkıp, başka köylerin camilerine gider çocuk okuturdum...

Çocuk okutmakta engellerle de karşılaştık. İsimleri önemli değil, bir köyde akşamları köy halkına, komşularımıza vaaz ediyordum. İlgi de vardı. 16 maddelik bir şikâyet dilekçesi ile beni şikâyet ettiler, ağır cezada yargılandım. Bu maddelerden biri de Türkiye’ye “Müslüman/İslâm devleti” demiş olmamdı! 16 gün Çayeli’nde cezaevinde yattım. Ama sonunda beraat ettim.

*Yıllardan beri talebe yetiştirdiniz. Onları da göz önüne alarak gençlere neler tavsiye edersiniz?

Gençlere tavsiyemiz, “Niçin yaratıldık, vazifemiz nedir?” bunları öğrenmelidirler. Bu şehvânî arzuların sonu pişmanlıktır. Niçin yaratıldık, Mevlâmız bizi niye besliyor... Bunlar niçin yapılıyor, bunun cevabını öğrensinler.

Bakın, ben 83 yaşına geldim. Dünya lezzetlerinin üzerimde bir etkisi yok, hepsi rüya olmuş. Hani bir insan ölürken bakacak ki, dünyanın sıkıntısı da, zevkleri de bir rüya... Haşr Sûresinde bir âyet var. Meâlen, “Her yaptığınız öteki dünyaya gidiyor” diyor bu âyet. Gençler bunu düşünsün. Dünya ve insanlar boşuna yaratılmadı...

Ömür bir anda geçip gider. Öteki dünya bitmez. Bugün Cehenneme teşvik var maalesef. Bütün insanların amacı mide olmuş gibi anlaşılıyor. İnsan bunun için yaratılmamış. “İnsan en güzel şekilde, kâinatın efendisi olarak” yaratılmış. İnsan kâinata takvim olarak yaratılmıştır. Onun için gençler akıllarını başlarına toplasınlar. Onları bir besleyen var. İnsan aklıyla, fikriyle kâinatla alâkadardır. Bunu öğrensinler, aldanmasınlar. Hem dünya işleri ibadete mani değildir. Hem çalışsınlar, hem de ibadetlerini yapsınlar, ihmal etmesinler. Son pişmanlık fayda vermez.

* Peki Hocam, gençler bunu en iyi ve kolay bir şekilde nereden ve nasıl öğrensinler? Her halde bu bilgiler okul ders kitaplarından öğrenilemez?

Bir hadis-i şerife göre Mevlâmız, her yüz senede bir ‘müceddid-i din’ gönderir. Bunun vazifesi, dini; hurâfattan temizlemektir. Günümüzün müceddidi Bediüzzaman Said Nursî Hazretleridir. İnsan düştüğü yerden kalkar. Deccalizm, bu milleti iman yönünden tahrip ederek düşürdü. Onun için iman yönünden hizmet eden bu eserleri okumamız lâzım. İmanımızı kurtarmak için bu eserleri okumak şart. Bediüzzaman diyor ki, “Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” İmanı olan her şeye karşı korunur. İmanı elde edemeyen bir kişi hep sıkıntı ile yaşar. Bu dünya Allah’ındır. Biz Allah’ı razı etmezsek, O bize huzur nasip etmez. Onun için iki dünyanın saadeti de Yaratıcımızı razı etmektir. Onun için bu eserleri okumamız lâzım. Bu eserler iman yönünden insanı mükemmel hâle getirir. Bu iman sayesinde insan, ‘dünya bomba olup patlasa’ korkmaz. İman temeldir. Bu milletin bu kadar kötülüklere sürüklenmesinin altında da iman zaafı vardır. Sonundaki hesabı düşünmemekten kaynaklanıyor. Onun için her an kamera karşısında olduğumuzu ve hareketlerimizin kaydedildiğini, sonunda da hesap vereceğimizi unutmayalım.

40 YILLIK OKUYUCULARIMIZDAN İSMAİL ÖZPOLAT:

Dâvâmızı müdafaa edecek bir gazetemiz olsun diye duâ ederdik

Yeni Asya gazetesi ile ilk olarak nerede ve nasıl tanıştınız?

Ben Kur’ân-ı Kerim’in mû’cize-i manevîyesi ve manevî güneşi olan ve bu asrı ve gelecek asırları nurlandıran Risâle-i Nur’u 1962 yılında tanıma bahtiyarlığına erişmiştim.

Basına karşı ilgim olduğundan bazı mevkuteleri zaman zaman okuduğum oldu. Bunlardan Yeni Asya’nın öncü kuvvetleri olan, kısa süreli yayına girip kapatılan Zülfikâr, Uhuvvet, İhlâs gibi gazeteleri, ayrıca haftada bir yayınlanan Yeni İstiklal gazetesi ile Bugün gazetesini okuyordum. Bir ara, Risâle-i Nur Talebelerinin beraat kararlarını yayınlayan Sabah gazetesini de aldık.

O zamanın gazeteleri, bir yerde ders yapılırken, kitap okunurken yakalanan Nur Talebelerini manşete çeker, “Bu kadar Nurcu ayin yaparken yakalandı!” diye yaygara yapar, bunun yanında bir sürü iftira, yalan haberleri neşrederlerdi. Bunlara cevap verecek gazetemiz olmadığı için içimiz yanardı. Bazen dağıtılan Lâhika mektuplarıyla teselli bulmaya çalışırdık. Ancak, yakalanan Nur Talebeleri tahliye oldukları veya beraat ettikleri zaman o iftiracı gazetelerden bir ses çıkmazdı. Bu durum bizi çok üzerdi. Dâvâmızı müdafaa edecek, bu iftiralara cevap verecek bir gazetemiz olsun diye duâ ederdik.

Nihayet, bu duâların ve isteklerin ürünü olarak 1967 yılında haftalık İttihad gazetesi neşir hayatına başladı. Haftalık da olsa bir gazetemiz olduğu için çok sevindik ve bu gazeteyi bağrımıza bastık. Kısa zamanda İttihad’ın trajı çok yükseldi. Ben o zaman Tatvan’da idim. İttihad gazetesinin dağıtımını ben yüklenmiştim.

Fakat her gün yeni olaylar zuhur ediyor, bazı yalan ve iftiralar yapılıyor, buna karşı haftalık gazete yeterli olmuyordu. Cenâb-ı Hak ebeden razı olsun; İstanbul’daki ağabeyler de bu ihtiyacı hissettiklerinden günlük gazete çıkarma kararı aldılar. Çok şükür, 21 Şubat 1970 yılında Yeni Asya gazetesi bir güneş gibi doğdu. Bab-ı Âli’de ehl-i dalâletin ve küfrün zulmetli kafalarında bir atom bombası gibi patladı. Onları neye uğradıklarını bilemez hale getirdi.

Ben o tarihte Batman’da bulunuyordum. Gazetemiz, neşir hayatına başladığı zaman bir hafta veya daha fazla bir süre dağıtım şirketleriyle anlaşma sağlanamadığı için benim adresime gelirdi. Hemen o akşam abonelere ben dağıtırdım. Daha sonra dağıtım başlayınca gazeteyi bayiden almaya başladık. Yani, Yeni Asya’nın yayın hayatına başladığı günden bu güne kadar çok şükür müdavim okuyucusuyum.

Bu arada Nur Cemaati içinde bazı çalkantılar oldu. Çeşitli parçalanmalar görüldüyse de Kader-i İlâhî beni bu yolda sabit kıldı ve istihdam etti.

Sizi 40 yıldır Yeni Asya’ya bağlayan esas saikler nelerdir?

Yeni Asya, Risâle-i Nur dâvâsının neşir organıdır. Bizim dışarıya açılan gözümüz ve kulağımız mesabesindedir. Yani kendi gazetemizdir. Her gün Yeni Asya’nın yolunu dört gözle beklerdik. Bir gün önce bir hadise olduğunda, bir zındık İslâma, Kur’ân’a dil uzattığında “ah bu zındığın ağzının payını verecek bir cevap olsa” diye beklerken, gazetemizin bizim istediğimizden daha mükemmel bir cevap verdiğini okuyunca rahatlardık, Allah’a şükrederdik. Böyle bir gazete okunmaz mı?

Zındıka kuvvetleri, bu gazeteyi susturmak için çok uğraştılar. Ama başarılı olamadılar. Anadolu’dan yükselen çelik irade bütün zındıka komitesinin planlarını akim bıraktı. Hamdolsun, bu günlere geldik.

Yeni Asya’yı benzerlerinden farklı kılan, önde

gelen ayırt edici özellikleri sizce nelerdir?

Bir kere Yeni Asya, cihanşümul bir dâvânın neşir organıdır. Bu en önemli özelliğidir. Bunun yanında, zındıkaya ve küfre karşı tavizsiz neşriyat yapması. Bütün baskılara karşı dik durması, en sevdiğim özelliğidir. Kapattılar, yılmadı; başka isimlerle çıktı. Tehdit ettiler; ehemmiyet vermedi. İhtilâller, baskılar, mahkemeler, hapisler Yeni Asya’nın tavizsiz neşriyatına engel olamadı. Ancak, bazı safdilleri Yeni Asya’nın aleyhine çevirdiler. Bütün bunlara karşı gazetemiz hakkı, hakikati, İslâmı Kur’ân’ı müdafaa etmeye devam etti. Aslında, bu konuda daha çok şeyler söylenebilir. İbretnüma çok şeyler yaşadık.

Bu 40 yıllık yayın döneminde Yeni Asya’da

hoşunuza gitmeyen veya sizi üzen bir neşriyat oldu mu?

Bir gazetenin bütün yazıları her okuyucunun hoşuna gitmeyebilir. Bu sebepten bazı makaleler beni rahatsız etmişse veya yanlış bulduğum hususlar olmuşsa tepkimi ilgili yerlere iletmişimdir. Bazı yazarların makalelerini okumayabilirim, beğenmeyebilirim, fakat diğer güzel yazıları okurum. Ama hiçbir zaman gazetemi bırakmayı düşünmedim.

Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı

değerler neler olmuştur?

Bir kere okuma alışkanlığını kazandırdı. Çünkü Yeni Asya bir mekteptir. Kitaplarıyla, dergileriyle, broşürleriyle muazzam bir kütüphane kurmamıza vesile oldu. Hele, “İlim ve teknik serisi” ilk yayınlanmaya başladığında Türkiye’de ses getirdi. Ehl-i küfür ve dalâlet şaşkına döndüler. Fen ve felsefe lisanıyla iman esaslarının izahı ve ispatı, onları deliye döndürmüştü. Risâle-i Nur hakikatlerini kanunsuz da olsa yasaklama ve okuyanları tevkif ederek rahatsız etme cihetine giderken, gerçekten çok şaşırmışlardı. Bugün evimde ve binlerce evlerde bu mânâda kütüphaneler oluştu.

Yeni Asya’nın 40 yıllık yayın hayatına

baktığımızda, Risâle-i Nur hizmetlerine olan katkısını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Daha önce de dediğimiz gibi Yeni Asya bir dâvâ gazetesidir. Birinci gayesi de Risâle-i Nur’un geniş kitlelerde tanınmasını temin etmektir. Çünkü fedakâr Nur Talebeleri her yere yetişemezler. Fakat gazete her yere girebilir ve tebligatını yapar. Yapmıştır da. Birçok insan, Yeni Asya sayesinde Nur Risâlelerini tanıma ve okuma imkânı bulmuştur. Risâleler, gazete tarafından promosyon (hediye) olarak verilerek birçok eve girmesi sağlanmıştır. Bu başlı başına büyük bir hizmettir.

İçtimaî hayata olan etkisini nasıl görüyorsunuz?

Bir kere Yeni Asya, içtimaî hayatta müsbet hareket ve birlik ruhunu aşılamıştır. Bunun yanında, Nur Cemaatinin içerisinde olup bitenlerden haberdar olmamızı sağlamıştır. Ölüm, evlenme, hastalık, doğum gibi… Hastalara geçmiş olsun, ölümlere taziye, evliliklere tebrik mesajlarımızı bildiriyoruz. Günümüzü aydınlatan bir Yeni Asya ışığı olmasaydı, karanlıkta kalıp bir çok şeyden haberimiz olmayacaktı.

Yeni Asya ile yaşadığınız ve unutamadığınız bir hatıranız var mı?

Yeni Asya’nın her sayısı ayrı bir olaydır. Fakat bende yer eden bir hadiseyi anlatmak istiyorum:

Dine dayalı ve İslâmî mukaddesleri istismar edip, biz Nur Talebelerini de kendileri gibi düşündüğümüzü zannedip propaganda yapan bir partinin bütün oyunlarını akim bırakmış olmamızdır.

Bütün dinî grupları kendilerinin oy deposu sanan zihniyete, bir broşür yayınlayarak aynı frekansta düşünmediğimizi göstermiş ve iyi bir ders vermiştik. Nur Talebelerinin demokrasiye bağlılığını her yerde gösterip, dinî hakikatlerin ulviyetini beyan etmesi çok önemli bir hâdisedir benim için. İnşallah nice 40 yıllara diyorum.

YENİ ASYA'NIN 40 YILLIK OKUYUCUSU VE ESKİŞEHİR TEMSİLCİMİZ ABDÜLKADİR FİDAN:

Yeni Asya içtimâî hayattaki pusulamız

Yeni Asya ile geçen yaklaşık kırk yılınıza

geçmeden önce kendinizi tanıtır mısınız?

1951 yılında Diyarbakır’ın Dicle ilçesinin Bozoba Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu köyümde, ortaokulu Diyarbakır’da okudum. Sanat Okulu Elektrik Bölümünden, ardından Hava Teknik Okulundan mezun olup 1972 de Balıkesir’de göreve başladım. Sırasıyla Balıkesir, Rize (Pazar), Diyarbakır ve Eskişehir’de görev yaptım.

Yeni Asya ile ne zaman tanıştınız?

1972’de Balıkesir’e tayin olunca komşumuz Ahmet Sevinç Ağabey vesilesiyle gazetemizle tanışmak nasip oldu. O günden beri yayınlarımızı eksiksiz takip ettim.

Sizi Yeni Asya‘ya bağlayan sebepler nelerdi?

Risâle-i Nur dâvâsının içtimaî hayatımızdaki pusulası olarak kabul ettim ve bu kanaatle ve öyle inanarak bağlandık.

Sizce Yeni Asya‘yı farklı kılan özellikleri nelerdir?

Yeni Asya, Risâle-i Nur camiasının gazetesidir. Bediüzzaman‘ın dâvâsının dünyaya ilânıdır. Bu uğurda okuyucularıyla birlikte tavizsiz bir şekilde yoluna devam etti. Demokrasinin İslâma aykırı olmadığını, fikir ve vicdan hürriyetini, insan haklarını, herkes için adaleti, hukukun üstünlüğünü ve kanun hakimiyetini savunageldi. Darbelere ve ırkçılığa karşı çıkmış, seçimin sonucuna saygı göstermiştir. Mukaddes dinimiz üzerinden siyaset yapmaya karşı çıkmıştır.

Gazeteyle ilgili unutamadığınız bir hadise var mı?

Birgün Balıkesir’de bölük komutanı beni makamına çağırdı, “Bak, senin siciline 100 vereceğim. Yalnız şu gazeteyi tabura getirme” dedi. “Neden?” dedim. “Hep yalan yazıyor” dedi. İtiraz ettim, “Doğru yazan hangisi” dedim. “Cumhuriyet ve Günaydın” dedi. “İkisi de aile yapımıza ve inancımıza aykırıdır” dedim. “Sen yine de getirme” dedi. Ben de tereddüt içinde, “Tamam” dedim. 6 gün tabura gazete götürmedim. Ama okuyamadım da. Pazar günü nöbete giderken 7 gazeteyi çantama koydum. Santraldeki masanın üzerine 7’sini de bıraktım. Her bir arkadaş bir tane aldı ve okumaya başladı. Pazar günü sabahın 8’inde oraya hiç gelmeyen komutan çıkageldi. Kapıyı açıp bizi gazeteleri okurken görünce kapıyı çekip gitti. Ben olayın kader cihetini düşünmeye başladım. Gazeteyi getirmeyerek hata ettiğimi anladım. O günden sonra her gün götürdüm. Birşey diyen de olmadı.

Yeni Asya Eskişehir Temsilcisisiniz. Ne zamandır

bu görevi deruhte ediyorsunuz?

Hamdolsun, emekli olana kadar hizmetlerin içindeydik. Emekli olmaya yakın arkadaşların teklifi üzerine bu görevi kabul ettim. 1996’da vakfın temelini atmıştık. Temsilciliği oradan yürütüyorduk. Sonra çarşıda bir yerimiz olsun kararıyla bulunduğumuz yeri tuttuk. Bu güzel mekânda devam ediyoruz.

Temsilci olarak son tesbitiniz nedir?

İnşallah gazetemiz, okuyucularıyla birlikte kıyamete kadar tavizsiz çizgisinde bu iman Kur’ân cadde-i kübrasında ilelebet yoluna devam eder.

29.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (28.03.2009) - Türkiye'den kopuk yaşayan asker Türkiye'yi nasıl korur?

  (27.03.2009) - Mektup bekler gibi hergün Yeni Asya’yı bekliyorum

  (26.03.2009) - Risâle-i Nur’u, Konak Meydanında hoparlörlerle tanıttık

  (25.03.2009) - Yeni Asya, bizim gazetemiz

  (24.03.2009) - Gazetemi okumadan rahat edemiyorum

  (23.03.2009) - ‘Beşleme’ Türk klasikleri arasına girecektir

  (22.03.2009) - Yeni Asya Risâle-i Nur dâvâsını savunan gazetedir

  (21.03.2009) - Gazetemiz için kaset doldurdum

  (20.03.2009) - Hissiyatımıza tercüman oluyor

  (19.03.2009) - Gazetemizi, ‘hakikatin gür sesi’ olarak görüyoruz

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis