"Gerçekten" haber verir 23 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

İSMAİL TEZER

‘Beşleme’ Türk klasikleri arasına girecektir

Bizim Radyo’da yayına girecek gelen Bediüzzaman Beşlemesi üzerine yazarı, romancı İslâm Yaşar ile konuştuk:

Bediüzzaman’ın hayatını romanlaştırma fikri nasıl doğdu?

Bu fikir, Bediüzzaman Said Nursi’yi ve Risâle-i Nur Külliyatını gençlere tanıtma gayretinin tezahürüdür. kararı, Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsi adına hareket eden Nur Talebeleri aldı.

Onların teklifi üzerine daha önce bazı romancılar bu sahada çeşitli çalışmalar yaptılar. Onlardan bazıları kitaplaştırıldı. Fakat sayısı ikiyi, üçü geçmeyen bu eserler Bediüzzaman’ın hayatının bütününü işlemediklerinden maksat pek hasıl olmadı.

Bunun üzerine çalışma bana teklif edildi. Ben o zamana kadar çeşitli türlerde yazdığım kitaplar ve yaptığım araştırmalar sayesinde, kendimi böyle büyük bir eseri yazacak güçte hissettiğim için çalışmalara başladım. Neticede Said Nursî’nin hayatını, eserlerinin telifini ve hareketinin seyrini bütünü ile anlatan Bediüzzaman Beşlemesi teşekkül etti.

Beşlemeyi yazarken hedefiniz neydi?

Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatını ve fikriyâtını san'ata, edebiyata, dolayısı ile de cemiyete ve millete maledecek bir edebî hamle yapmaktı. Roman, edebiyatın en muteber türlerinden biriydi. Cemiyette bilhassa gençler arasında roman okuyan geniş bir kesimi vardı. Onlara hitap edecek bir eser yazmak, bu hamleyi güçlü ve kalıcı hâle getirecekti.

Bediüzzaman’ın hayatı, roman şeklinde işlemeye oldukça müsaitti. Benim de akademik seviyede roman bilgim ve yazarlık tecrübem vardı. Bunlara san'at hassasiyetimi ve edebî maharetimi de ekleyince zannediyorum büyük ölçüde maksat hasıl oldu.

Bunu başardığınıza inanıyor musunuz?

Elbette inanıyorum. Bunu biraz de ne yaptığımı bildiğim için söylüyorum. Fakat başarının ölçüsü sadece benim inanmış olmam değil. Her şeyden önce bana bu teklifi yapan heyetin, yaptığım çalışmaları ehil insanlara incelettikten, kendileri de tatmin olduktan sonra neşretmeleri başarının delillerinden biridir.

Bu roman serisinin, oldukça hacimli bir eser olmasına rağmen zaman izinde defalarca baskı yapması, alıp okuyanların, ekseriyeti müsbet olan kanaatlerini çeşitli vesilelerle ifade etmeleri, Beşleme’nin teveccüh-ü ammeye mazhar olduğunu göstermektedir.

Edebî çevrelerde, bir eserin başarılı addedilmesinin bir başka ölçüsü de edebiyat tenkitçilerinin o eseri incelemeleri, başarılı yanlarını ve eksik kalan taraflarını gazetelerde veya dergilerde yazacakları yazılarla efkâr-ı ammeye ilân etmeleridir.

Bu hususta tenkit sahasında temayüz etmiş isimlerin Beşleme’ye ilgi duyup tenkit ettiklerini söylemek zor. Ama bu ilgisizliğin, eserin kifayetsizliğinden ziyade ideolojik bakış açısından ileri geldiğini düşünüyor ve eksikliğini hissetsem de çok fazla ciddîye almıyorum.

Zamanın Sesi bugün Bizim Radyo’da ‘Arkası Yarın’ şeklinde okunmaya başlandı. Bu gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu seslendirme, Beşleme üzerinde yapılan ilk farklı çalışma değil. Doksanlı yılların başında Zamanın Sesi daha tefrika edilirken bazı profesyonel yönetmenler tarafından, filmini çekmek ve dizisini yapmak üzere senaryosunun yazılması istenmişti.

Eğer o zaman o teşebbüslerin diğer şartları gerçekleşmiş olsaydı, belki bu gün Beşleme’nin birkaç sinema filmi çekilmiş ve televizyon dizisi yapılmış olacaktı. Fakat o yönetmenler filmleri çekecek maddî kaynak bulamadıklarından o çalışmalar tasavvur safhasında kaldı.

Geçmiş yıllarda Beşleme bazı millî ve mahallî radyolarda seslendirildi. Bilhassa Güneydoğu illerindeki bazı mahallî radyolarda hâlâ okunuyor. Fakat Bizim Radyo’da yapılan çalışmanın farkı, eserin profesyonel bir telâkki ile ele alınmış olmasıdır. Onun için bu çalışmayı, yakında yapılması muhtemel radyo tiyatrosunun başlangıcı sayıyor ve takdir ediyorum.

Bediüzzaman Beşlemesi’nin geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ben Bediüzzaman Beşlemesi’ni Türk edebiyatının klâsikleri arasına girmesi gayesi ve hassasiyeti içinde yazdım. Muhteva genişliği, muhatap zenginliği, san'at ciheti, dili ve üslûbu itibariyle bir gün bunun gerçekleşeceğine de inanıyorum.

Gerçi, bu ancak zamanla belli olacaktır, ama aradan yirmi yıl geçmesine rağmen bilhassa gençler tarafından gösterilen ilginin artarak devam etmesi, değişik san'at dallarında yapılacak çalışmalara me’haz sayılması, üstelik çoktan yazılması gerekirken hâlâ alternatifinin yazılamamış olması, Bediüzzaman Beşlemesi’nin, Türk edebiyatının klâsikleri arasına girme yolunda emin adımlarla ilerlediğini göstermektedir.

Yeni Asya ‘doğru’ları yazıyor

KIRK YILLIK OKURUMUZ İHSAN PAŞALIOĞLU:

İhsan Paşalıoğlu kimdir?

Ben İhsan Paşalıoğlu, Rize'nin Köprülü Köyünde 1945 yılında doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Ondan sonra Rize Erkek Sanat Enstitüsü'ne kaydoldum. Orta okul ve liseyi arada bitirdim. Bundan sonra 3 yıl Rize Tekniker Okulunu okudum. Ondan sonra İstanbul'a geldim ve Yüksek Tekniker Okulunu bitirdim. O zamanlar bu okulun adı 'Tatbikat Mühendisliği' idi. Biz bu okula teknik okulun devamı olarak girdik. O zamanın yöneticileri bize 'Tatbikat Mühendisliği diploması alacaksınız' dediler, ama sözlerini tutmadılar. Bunun üzerine biz 6 ay bir boykot yaptık. Bu boykot sırasında Gümüşhane Bayındırlık İl Müdürlüğüne kontrol mühendisi olarak tayin yaptırdım, bir müddet orada çalıştım. Baktık ki bu boykot bitmeyecek. Döndüm İstanbul'a okulu bitirdim. Sonra tekrar aynı görevime döndüm. 1967 yılında yedek subay olarak askere gittim. Antep, Maraş ve Antakya civarlarında askerliğimi yaptım. 1969 yılında askerlik dönüşü Ankara'ya geldim.

Risâle-i Nurlar ile tanışmanız nasıl oldu?

Ben Risâle-i Nurları orta okul ikinci sınıfta iken tanıdım. Ama benim için en önemli olan şeyi size anlatayım. Ben o dönemlerin meşhur bütün İslâmî eserlerini okudum. İslâm, Toprak, Hilal gibi mecmuaları okuyorduk. Bütün İslâmî mecmuaları okuduğum gibi bir de İslâmî kitapları okuyordum. İmam-ı Gazali'nin Fütuhu'l Gayb'ını, İmam-ı Rabbani'nin kitaplarını, Mehmet Âkif'in kitaplarını hepsini okumaya çalışıyorduk. Bütün bu kitapları okurken—aslından okumuyoruz ya, açıklamalı yazılıyor biz onları okuyoruz—yazanların fikirleri de karışıyor. İlkokul 4. sınıftan beri namazımı kılıp oruçlarımı tutuyorum. Her namazımın ardından duâ ediyordum: "Ya Rabbi, bana öyle bir eser nasip et ki, o eserde yazılanlar doğru mudur, yanlış mıdır diye bir endişem olmasın." Bütün namazlarımda böyle duâ ediyordum. Cenâb-ı Hak Risâle-i Nur'u elime getirdi, koydu.

Bana Risâle-i Nurları ilk hediye eden—şimdi rahmetli oldu—Vahdettin Karaçorlu'dur. Elazığlıdır. Eski milletvekilidir kendisi. O ilk defa 'Ayetü'l Kübra'yı lisede okuyan arkadaşım Mehmet Zenginbal ile bana hediye gönderdi. Ben kitabın parasını vermek istedim. O, "Parasını almam" dedi. Ben de "Parasız almam" dedim. Neyse arkadaşımın ısrarıyla aldım. O kitabım halen duruyor. Ayetü'l Kübra'nın ilk baskısı. Rahmetli o zaman Yapı Sanat Okulunda Edebiyat öğretmeniydi. Risâle-i Nur'u ilk defa tanıtan o oldu. Ondan sonra Sözler'i aldık, emanet olarak. Bunun hikâyesi de ilginç. Bir gün bir berber dükkânına gittim. Buradaki arkadaşa cami müezzini büyük Sözler'i vermiş o da alıp okumuş. O zaman Sözler'in ilk baskısı yapılmıştı. O arkadaş müezzine Sözler adlı kitabı iade ediyordu. Ben de "Bu kitabı ben de okuyabilir miyim?" dedim. Aldım ve okumaya başladım. Ortaokul ikinci sınıfta okuyordum o sıralar. Sene 1957 idi. Üstad o zamanlar hayattaydı tabiî. Ama bizim ziyaret etme imkânımız olmadı.

Her akşam dersimi yapardım. Pijamamı giyerdim. Yatağıma girerdim. Uykum gelinceye kadar Sözler'i okurdum. Uykum geldi mi kitabı kapatır, yatardım. Risâle-i Nurla tanışmamız böyle oldu. Bu sıralar Cenâb-ı Hak bana çok değişik rüyalar gösterdi. Hazreti Resulullah'ı , Üstadı rüyamda gördüm.

Belki Cenâb-ı Hak bizi teşvik mahiyetinde bu tür rüyalar gösterdi. Böylece Risâle-i Nur dairesine girdik. Sene 1957'de.

O zamanlar Rize'de milliyetçi, mukaddesatçı bir yayınevi vardı. Okuduğum okulun lise kısmında okuyan arkadaşım Mehmet Zenginbal vardı. Onunla oraya giderdik. Sohbet ederdik. Risâle-i Nur elimize geçtikten sonra da eserlerin hepsini okumadığımız için, genelde hal ve hareketlerimizi abilerin tavırlarına göre belirlerdik. Onların davranışlarına dikkat ederdik. 'Abilerin yaptığı gibi yaparsak biz sorumlu olmayız' diye onları model alırdık. Vahdet Karaçorlu ve Mehmet Kanoğlu bizden önce Risâleleri biliyorlardı. Bu yüzden biz onları örnek alırdık. Rize'de bir hoca vaaz ederken zülfiyare dokunmuş. Mahkemelik olmuş. Bekir Berk Abi onu savunmak için gelmişti. Onunla tanıştık. "Bediüzzaman'ın avukatı" dediler. Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'da hemşehrim Mehmet Emin Birinci ve diğer abilerle tanıştık. Zübeyir Abi o zaman Kirazlı Mescit'de idi. Onunla da tanıştık. İlk İstanbul'a 1962'de geldim. Daha sonra 1965'ten 1967'ye kadar İstanbul'da kaldım.

Gazete ile tanışmanız nasıl oldu?

Gazete olarak Yeni Asya'dan önce Yeni İstanbul gazetesi vardı,—milliyetçilerin çıkardığı—onu okurduk. Sonra Bugün gazetesi çıktı, onu okuduk. Ondan sonra İzmir'de Zülfikâr çıktı onu okuduk. O kapandı Uhuvvet çıktı onu okuduk. Uhuvvet kapanınca İhlas çıktı onu okuduk. Bu arada Erzurum'da çıkan Hürsöz vardı onu da okuyorduk. Bir ara Bediü'lbeyan çıktı onu da okuduk. Bunlardan sonra İttihad gazetesi çıktı. Haftalık bir gazeteydi. Bize posta ile geliyordu. Postaneden alıp dağıtımını yapıyorduk. Gelen gazete paketini Rize'deki solcular, Halk Partililer parasını ödeyip alarak çöpe atıyorlardı. Milletin, bu fikirlerden istifade etmesini istemiyorlardı.

İttihad çıkarken günlük bir gazeteye neden

ihtiyaç duyuldu?

Rahmetli Zübeyir Ağabey, "Ehl-i dünya bu insanların kulağına her sabah bir şeyler üflüyor. Vatandaş sabah kalkıyor. Gazetesini alıyor. Kahvaltısını yaparken bakıyor. Çeviriyor okuyor. Oradaki yazılardan, manşetlerden, başlıklardan bakıp oralardan bir şeyler kafasına yerleştiriyor. Bir nev'î şarz oluyor öyle piyasaya çıkıyor. Biz İttihad gazetesiyle haftada bir defa arkadaşlara bir şeyler ulaştırıyoruz. Bu kâfi gelmiyor. Onun için bir "Lahana yaprağı kadar da olsa bir günlük gazetemiz olması lâzım" diyordu. Onun için Yeni Asya'yı çıkardığımız vakit de Cenâb-ı Allah'a şükrettik. 'Oh Elhamdülillah' dedik. Şu geniş dairede, basında bizim de söz hakkımız ve söyleyecek sözümüz var dedik. Bizim de yerimiz var diye çok memnun olduk.

Yeni Asya'nın ilk çıktığı zamanla ilgili bir hatıranız var mı?

Yeni Asya'nın ilk sayısı çıkarken ben Kiğılı Pasaj'daki Bekir Ağabeyin yazıhanesindeydim. O zaman karton kâğıtlarda matrisler çekiliyordu. İlk mizanpaj üzerinde çalıştığımız o günü hiç unutamam. Rahmetli Mustafa Nezihi Polat, Bekir Berk, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci, Mehmet Kutlular ve diğer ağabeyler ile birlikte ben de vardım. O gün ilk sayısı çıktı. Ben ilk sayının çıkışına şahitlik edenlerden ve o heyecanı yaşayanlardan birisiyim. Bu arada Zübeyir Ağabeyi de saymak lâzım. O Kirazlı Mescit'deydi. Ağabeyler baktıktan sonra gazete ona götürülüyordu. Onunla birlikte tekrar gözden geçirildikten sonra basılıyordu. Zübeyir Ağabey daima teşvik ediyordu. Gazete onun kontrolünde bir ekip tarafından neşrediliyordu.

O günden bu güne kadar Yeni Asya'yı okuyoruz. Yazı yazıyoruz. Ara sıra şiirler, yazılar yazdım. İttihad'dan itibaren. İttihad'da şiirlerim yayınlandı. Yeni Asya'da da yayınlandı.

Daha önce İttihad gazetesinde yaşadıklarımız, Yeni Asya'da da yaşanmaya başladı. Rize'de gazete ana bayisi solcuydu. Gazeteyi 'bitti' diyerek bize vermiyordu. Biz arkadaşlarımızdan 3 aylık, 6 aylık hatta bir yıllık abone paralarını toplayıp getirip ana bayiye veriyorduk ki bizim gazetemizi ayırsınlar diye. Ve öylece gazeteyi okumaya imkân bulduk. Yoksa solcular gazeteyi satın alıp imha ediyorlardı.

Yeni Asya sizin için neyi ifade ediyor?

Allah'a çok şükür Yeni Asya bizim efkârımızın (fikirlerimizin) dışarıya açılmış şeklidir. Üstad'ın naşir-i efkârıdır. (fikirlerinin yayıcısıdır) Üstad'ın lâhika mektubudur. Üstad Hazretleri hergün talebelerine lâhika mektubu yazar gönderirdi. Yeni Asya bir nev'î Nur talebelerinin efkârı umumiye (kamuoyuna) açılan kapısıdır. Biz Yeni Asya'yı öyle kurduk. Başından beri öyleyiz. Bugüne kadar da Elhamdülillah hiç zik zak yapmadan bugüne kadar geldik. İnşallah ömrümüzün sonuna kadar da böylece istikamette devam ederiz.

Bir de Yeni Asya'nın önemli olan yönü şu: Malûmunuz Üstad'ın hayat devreleri var. İman dairesi'nde, Şeriat dairesinde ve içtimaî dairede vazifeleri var. Yani ahir zamanda gelen bir imam, bir müceddid ve müceddidlerin en sonu ve en büyüğü olan Bediüzzaman Hazretleri'nin "İman dairesinde vazifesi olsun da diğer dairelerde vazifesi olmasın!" böyle bir şey olamaz. Eğer olmazsa bu Bediüzzaman'a bir nakise olur. Siyaset dairesinde ve içtimaî dairede vazifeleri vardır. Ama geniş dairedeki vazifelerini başkalarıyla yaptırır. Onları yönlendirir. Direkt siyasetin içine girme tarzında değil, siyasîlere yön verme tarzında vazifeleri vardır. Yeni Asya gazetesi o vazifeleri yapıyor. Elhamdülillah onu deruhte ediyor. Bugüne kadar yapa gelmiştir. Bundan sonra da İnşallah yapmaya devam edecektir. Ufak tefek aksayan eksik yönlerimiz olsa da İnşallah zaman içerisinde onları da tashih ederiz. Onları da düzeltiriz ve böyle aynı istikametimizde devam ederiz İnşallah. Tabiî her insanın ve kurumun hatası da olur sevabı da olur. Yeni Asya gazetesi de nihayetinde bir gazetedir. Eksikleri ve fazlalıkları olabilir. Mümkündür yani. Ama önemli olan ana çizgiden sapmadan götürmek ve yolumuza devam etmektir.

Kırk yıllık bir okur olarak gazetenize sizi bağlayan sebep nedir. Gazetenizden neler bekliyorsunuz?

Yani bilhassa bugünlerde olduğu gibi o devirlerde de basında edeb konusunda sıkıntılar vardı. Üstad Hazretleri diyor ki, "Edibler edebli olmalı. Edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı."

Yani yalan yazamazsınız. Yanlış yazamazsın. Yalan yazmak kişilerin hukukuna tecavüzdür. İftiradır. Gıybettir. Biliyorsan doğrusunu yaz. Bilmiyorsan yazma. Gazetecilik budur. Yeni Asya gazetesi bunu yapıyor Elhamdülillah. İleride bunu daha güzel bir şekilde yapacaktır. Benim Yeni Asya'dan beklediğim şudur: Risâle-i Nur açısından tamam çok güzel. Üstad'dan her gün yayınlanan bir mesajı var. Üstad bir nev'î gazetenin günlük yazarı gibi Elhamdülillah. Bunun yanında içtimaî ve iktisadî meselelerde yorumcular lâzım. Ticarî meselelerde yorumcular lâzım. Hukukî meselelerde yorumcular lâzım. İmkânlar ölçüsünde yapılmaya çalışılıyor, ama bu yönünün daha da kuvvetlenmesi lâzım. Yani herkes kendi sahasında yorum yaparak okuyucuya bir şeyler vermeli. Herkes kendi sahasında topluma ışık tutacak yön verecek yazılara ihtiyaç var.

23.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (22.03.2009) - Yeni Asya Risâle-i Nur dâvâsını savunan gazetedir

  (21.03.2009) - Gazetemiz için kaset doldurdum

  (20.03.2009) - Hissiyatımıza tercüman oluyor

  (19.03.2009) - Gazetemizi, ‘hakikatin gür sesi’ olarak görüyoruz

  (18.03.2009) - Gazetem, Risâle-i Nurun sözcüsü

  (17.03.2009) - Yeni Asya’nın hediye ettiği kitaplar kütüphanemizi süsledi

  (16.03.2009) - Ergenekon devlet içi hesaplaşma

  (15.03.2009) - Pek çok kişi Risâle-i Nurları Yeni Asya ile tanıdı

  (14.03.2009) - Yeni Asya, yazarı Bediüzzaman olan tek gazete

  (13.03.2009) - “Yeni Asya sözlerinin arkasında durmuştur”

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis