"Gerçekten" haber verir 02 Nisan 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Röportaj

ÖZKAN ERDEM

ZÜBEYİR GÜNDÜZALP’İ RAHMETLE ANIYORUZ

Zübeyir Gündüzalp’le lise yıllarında tanışan Mehmet Uçkun:O hep Üstaddan, Risâle-i Nur’dan bahsederdi

Mehmet Uçkun kimdir? Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

13 Nisan 1951 Kocaeli doğumluyum. Rahmetli babam Bulgaristan göçmeni olarak 1924’te Türkiye’ye gelmiş. Biz de Kocaeli’de doğduk. İlk, orta ve lise tahsilimi Kocaeli’de, üniversite tahsilimi İstanbul’da yaptım. Bilahare pratisyen doktor olarak İzmit’te 18 sene hizmet verdim. Emekli olduktan sonra da Ankara’ya geldik ve şu an Ankara’da ikamet etmekteyiz.

Zübeyir Gündüzalp ile ne zaman ve nasıl

tanıştınız?

Zannediyorum, lise ikiden lise üçe geçtiğim sene, 1967’nin yazında İstanbul’daki Kirazlımescit dershanesine gittiğim zaman Zübeyir Ağabey ile tanıştık. Şöyle ki:

Bir müddet Kirazlımescit’te Rüştü Tafral (Filozof Rüştü) Ağabeyin odasında kaldığım oldu. O yıllarda Abdullah Yeğin Ağabey Büyük Lûgat’ı hazırlıyordu. Bu lûgatin hazırlıkları Rüştü Tafral tarafından yapılıyordu. Ben de biraz onlara yardım ettim. O yıllarda daktilo falan öğrendim. Zübeyir Ağabey bizim bir üst odamızda kalırdı. Namaz ve ders için aşağıya indiğimizde ara sıra Zübeyir Ağabeyi orada görme imkânımız olurdu. (Bizim dershane medresenin üstünde, Zübeyir Ağabeyin odası da bizim odanın üzerindeydi). Anadolu’dan gelenler olurdu veya bir hizmet meselesi olurdu, umulmadık zamanlarda bakardık ki Zübeyir Ağabey en alt kata iner, onlarla görüşürdü. Her zaman inemezdi. Herkes biliyor ki, Zübeyir Ağabey rahatsızdı. Bizler de biliyorduk ki, Anadolu’dan, hizmetlerle ilgili bir mesele olduğunda Zübeyir Ağabey oraya hemen gelirdi. O ağabeylere / kardeşlere saatlerce bir şeyler anlatırdı. Anlatması da hiç bitmez ve usanç vermezdi. Bizim Zübeyir Ağabey ile tanışmamız bu şekilde oldu.

Zübeyir Ağabeyin sizinle ilgilendiği oldu mu?

Bununla alâkalı bir hatıranız var mı?

Zübeyir Ağabey ile çok uzun kalmadım. Ama kaldığım kadarıyla bana hediye olarak şöyle bir hatırası oldu: 31 Mart vak’asındaki, Divan-ı Harb-i Örfî’de geçen; istikameti, şehâmeti ve salâbeti vurgulayan:

“Muarrâdır fezâ-yı feyzimiz şeyn-i temennâdan,

Bize dâd-ı ezeldir zîrden bâlâdan istiğnâ.

Çekildik neşve-i ümitten, tûl-i emellerden,

Öyle mecnunuz ki, ettik vuslat-ı Leylâdan istiğnâ.”

mısralarını, Zübeyir Ağabey bana “Kardeşim, bu şiiri ben çok seviyorum. Sen bu şiiri bir kâğıda yazarsan, ben bu şiiri başımın ucuna asarım Mehmet kardeş” dedi. Ben de o şiiri yazdım ve Zübeyir Ağabeye verdim. Ben daha lise talebesiyim. Ufak bir çocuğuz. Bizimle ilgilenmesi tabii çok hayret verici, çok mutluluk vericiydi.

Zübeyir Ağabey, o yıllarda, sizin yaşınızdaki

çocuklara yönelik hizmetlerde nelere dikkat ederdi?

Zübeyir Ağabeyle tanıştığımız o yıllarda Rüştü Tafral (Filozof Rüştü) çocuklarla ilgileniyordu. Çocukları toplayıp onlara, Birinci, İkinci, Üçüncü Söz ve benzeri yerlerden başlayan dersler yapar ve imtihan ederdi. Zannediyorum ki, Zübeyir Ağabeyden o dersi aldı. Veya onun tavsiyesiyle yaptı. Zübeyir Ağabeyin, o yıllarda, ne yapılıyorsa hepsinden haberi vardı. Bu konuda benim bizzat yaşadığım bir hatıram yok… Zübeyir Ağabeyin yanında fazla kalmadım, ama bana hep ‘Mehmet kardeş’ diye hitap ederdi; ben o zamanlar çocuktum ve bu çok hoşuma giderdi. Araya hiç mesafe koymadan, çok da ciddî, hizmete yakışır vakar sıfatıyla bizi değerli kabul ederdi. Ayrıca hiçbir zaman münasebetleri sulandırmadan, bize-çocuk olarak-o saygısını, o sevecenliğini Risâle-i Nur’a yakışır bir tavırla gösteriyordu. Ama bu vakar, muhabbeti, meselâ benim ona muhabbetimi arttırıyordu. Ama hiçbir zaman da ciddiyetini bozamıyorsun. Galiba ‘ahlâk’ın bir tarifidir bu...

Zübeyir Ağabey dershanede kalan talebelere ne gibi tavsiyelerde bulunurdu?

Çok gençtik o zamanlar. Bizim o zaman Aksaray’da dershanemiz vardı. 1969-70 yıllarında, birkaç kere Zübeyir Ağabey oraya geldi. Fakat Zübeyir Ağabeyin ders okuyuşunu pek görmedim. Görmüşsem de şu an aklıma gelmiyor. Ders yaptığına dair bir fotoğraf hafızamda şu an yok. Hep konuşurken onu görüyordum. Konuştuklarının hepsi Risâle-i Nur’dandı tabii. Ya imanî meseleler, ya da Üstad’dan bir hatıra anlatıyor, “Üstad böyle diyor, Risâle-i Nur böyle diyor” diyordu.

Üstad Hazretlerinin vefatından sonra Zübeyir Ağabeyin nur hizmetlerinin derlenip toplanmasında ne gibi katkıları oldu?

Zübeyir Ağabey bir kumandandı! Üstad’ın vefatından sonra onun adına, onun bir yardımcısı kabilinden o kumandanlığı deruhte etti. Tabii burada kumandan derken, Üstad Hazretlerinin vefatından sonra hizmetin meslek ve meşrep esaslarını sistemleştirmek, etrafındaki ehl-i hizmet ağabeylere bunları ders vermek, hem yaşantısıyla hem konuşmasıyla…

Üstad Hazretlerinin vefatından sonra, saff-ı

evveller, neden başka birini değil de, Zübeyir Ağabeyi kendilerine öncü olarak seçmişlerdi?

Herhalde olsa olsa Üstada yakınlığını onlar çok iyi biliyorlar, Tahirî Ağabey, Sungur Ağabey ve sâire… Bir de fedakârlıkta, sadakatte Üstada yakınlığı birazcık daha fazlaydı, adeta ayrılmayan bir gölgesi gibi Üstadın hizmetindeymiş hep... Üstad bunu ‘Siz beni terk edebilirsiniz ama Zübeyir etmez’ sözüyle dile getiriyor. Üstada olan bu yakınlığını diğer ağabeyler de görmüş. Üstadın sırdaşı da olabilir Zübeyir Ağabey.

Nasıl yani?

Risâle-i Nur’da çok sır olmaz gerçi ama, Üstadın her hâline şahittir. Biz bilmiyoruz, belki onları Üstad anlatmadı, ama büyük ağabeylere bunu anlatmış olabilir, bilemiyorum. Sırdaşı dememdeki kasıt, çok yakını demek... Meselâ Zübeyir Ağabeyin Risale-i Nur’un kerâmeti nevinden olayları önceden sezmesi, Üstad’dan kalan bir sır…

Bu konuda bir hatıranız oldu mu?

Ağabeyim 1970 senesinde iki buçuk sene hapse mahkûm olmuştu. Risâle-i Nur Külliyatından Sözler adlı eseri posta ile Anadolu’nun bir yerine gönderirken yakalandı, 1967’de mahkeme açıldı… Ağır ceza hakimi Derviş adında zındık bir adamdı. Rahmetli Bekir Ağabey bunu bildiği için mahkemeyi, çok uzun süre uzattı. Ceza 1970’de kesinleşti.

Bir kısım kardeşler “Fahrettin (hapis) yatsın, sonuçta Medrese-i Nuriye’dir, hizmettir” diyordu. Fakat bir kısmı da “Yatmasın, dışarıda da hizmet var” diyordu. Bir de etrafımızda Demokratlar vardı bize yakın. Onlar da bizi bildikleri için “Fahrettin yatmasın, orası sizin bildiğiniz gibi değil, siz orayı bilmiyorsunuz. Biraz yardımcı olalım, onun dosyasını poliste inceledik! Bir iki yıl içinde af çıkacak! O zamana kadar yatmasın, biz de polisten yardım isteyelim, sallasınlar dosyayı orada burada” diyorlardı. Yatmazsa; polis dosyayı saklarsa, mutlaka bizden birşeyler isteyecekler. İşte bu arada yatsın mı, yatmasın mı münakaşası varken, Zübeyir Ağabeye soralım dedik. Beni gönderdiler. Rahmetli avukat Bekir Berk Ağabeyin Kiğılı’daki yazıhanesinde, Zübeyir Ağabeyi buldum. Zübeyir Ağabey konuşuyordu. Bir sürü insan vardı. Saff-ı evveller, misafirler vesâire… Konuşması bitti. Tam Zübeyir Ağabeye soracaktım “Ağabeyimin durumu böyle böyle… Ne yapalım ağabey?” diye. “Mehmet kardeş hoş geldin, Fahrettin nasıl” dedi bana. “İyidir Ağabey” dedim. Hemen ardından Zübeyir Ağabey “Teberrük edin kardeşim!” dedi. Yani “Yatmasın” dedi. Ben daha soramadan cevabımı almıştım. Biz de aynen Zübeyir Ağabeyin dediği gibi yaptık. Dosyayı oradan oraya salladılar, 1974’te de af çıktı, ağabeyim hapis yatmadı.

ÜNİVERSİTELERE ZEKÂT DERSİ KONULMALI

İnsanlar neden hep krizleri yaşamak zorunda

bırakılıyor. Kim bunun suçluları?

Önce bir durum değerlendirmesi yapalım. Dünyanın her neresinde olursa olsun, herhangi bir insana sorduğunuzda, hayatının tek gayesinin huzurlu ve mutlu bir hayat elde etmek olduğunu söyleyecektir. Ancak buna rağmen çok az insan bu hedefini gerçekleştirebilir. Çoğu kişinin hayatına dair pek çok şikâyeti, acısı, sıkıntısı, üzüntüsü ve pişmanlığı vardır. Nitekim insanlara hayata dair sorular sorulduğunda ortak kanaat, hayatın acı yönlerinin, bunalımların, krizlerin, iyi ve olumlu yönlerine nazaran çok daha fazla olduğudur. Hayatın büyük bir nimet olduğunu, çok mutlu olduğunu, hiçbir sıkıntısı olmadığını söyleyen insanlar azınlıktadır diyebiliriz.

Tarih boyunca pek çok insan iyiyi ve güzeli bulma adına yola çıkmış, ancak doğru yolda ilerlemediği için sonuçta hep hüsranla ve krizlerle karşılaşmıştır. İnsanlara doğru diye hep yanlış reçeteler verilmiştir. Bu reçetelerdeki ilâçları kullanan toplumlar ve fertleri huzuru ve mutluluğu gerçek mânâda yakalayamamışlardır. Bu ilâçları kullananlar bunalımlardan, krizlerden kurtulamamışlardır.

Hayatın sadece maddî cephesini ele alan tek yanlı görüş tarzları toplumların ekonomik ve sosyal yapısında dengesizliklere, krizlere ve manevî sahada çöküntülere yol açmıştır.

İnsanlığa ekonomik eşitliği, refahı, mutluluğu vaad eden sosyalizm 1989’da büyük krizine şahitlik ediyordu. Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, “Kral çıplak” dedi. Tekerlek artık dönmüyordu. Bir Perestroyka’ya, yeniden yapılanmaya ihtiyaç vardı. Sovyetler, 70 yıldır sürdürdükleri iddiayı terk etmişlerdi. İnsanlık kaçınılmaz olarak komünist bir dünyaya gitmiyordu. Sistem tıkanmıştı.

Sosyalizmin tıkanması, kapitalist dünyaya büyük moral verdi. Oradan bakıldığında, Batı’nın liberal-kapitalist değer yargıları bir zafer kazanmıştı. Tarihin sonunu komünizm değil, liberal-kapitalist değerler dünyası getirecekti, son insan da bu değerler dünyasının insanıydı.

Şişirilen balon patladı. 2007’nin ortalarından başlamak üzere ve 2008’in sonuna doğru şiddetlenen ve 2009’da tesirlerini bütün dünyada arttırarak devam ettiren, kapitalist dünya, hem de sistemin en tepesindeki ülkeden başlamak üzere, müthiş yıkılışlara sahne oluyor.

Amerika kökenli dev çok uluslu şirketler, birer birer havlu atıyor ve Amerikan yönetimi, onları kurtarmak için trilyon dolarlık projeleri devreye sokuyor.

Milyonlarca insanın işsizliği, onunla bağlantılı sosyal problemlerle boğuşmak dünyanın korkulu rüyası haline gelmiş durumda.

“Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin” ilkesiyle büyüyen yapı, şimdi imdat çığlıkları attığında “Bırakınız ölsün” demiyor. “Ölsün” demiyor, çünkü orada başlayan çöküş, küresel bağlantılar sebebiyle uzaydaki kara delikler gibi bütün dünyayı içine doğru çekiyor. Suçlular ortada. Birisi iflas etti, diğerinin de insanlığın başına ne açtığını hep beraber seyrediyoruz.

Eylül 2008'de patlak veren küresel finansal krizin sebepleri nelerdir? Çalışmanızda reel ekonomi ile sanal ekonomi arasındaki uyumsuzluktan kaynaklandığını söylüyorsunuz, biraz açar mısınız?

Öncelikle söz konusu krizin sebepleri üzerinde durmak gerekiyor. Sıkıntı Şubat 2007 döneminde baş gösteren mortgage sistemindeki tıkanmayla ortaya çıkmış bulunuyor. Gelinen noktada, sistemin tamamen yıkılmasının mı, yoksa küresel bir çapulculuk hareketinin doğal ve geçici bir sonucunun mu olduğu iç içe tartışılan sorular oluyor. Sebepler ve muhtemel sonuçlar noktasında rivayet muhtelif, ancak hemen tüm uzmanların mutabık oldukları noktalar var ki, bunlar faturanın yine alt gelir grubundaki fakir kesimlere kesileceği ve krizin sadece Amerika ile sınırlı kalmayacağı. Nitekim kriz ateşinin küresel ekonomiye sarmallanan hemen tüm ülke ekonomilerine sirayeti de gecikmedi. Birçok ülke bu sıkıntıdan en az zararla kurtulabilmek için borsalarını işleme kapatmak gibi değişik çareler üretmeye koyuldular. Tüm bu çabalar devekuşunun başını kuma gömmesi misali etkisiz kaldı.

Piyasa veya pazar ekonomisi denilen ve gerçek değerlerden çok sanal spekülatif ve varsayılan değerler üzerinde dönen malî-ekonomik sistemin kalıcı olabilmesi mümkün değildir.

Bütün dünyanın ekonomik dengelerini alt üst eden finansal krizleri önlemek için, her ülke kaynaklarını paradan para kazanmaktan daha çok ürün ve hizmet üretiminden para kazanma yolunda değerlendirilmelidir. Tarihin her döneminde para ticareti, kaynakların israf edilmesi yanında toplumun bütün kesimlerinin açgözlülüğünü büyütmüştür. Bu yüzden tarih boyunca faiz, din, felsefe ve ekonominin ana tartışma konularından, en önemlisi olmuştur. Ürün odaklı reel ekonominin yerine, faiz odaklı sanal ekonominin geçmesi, ekonomik, siyasal ve kültürel yapıda dengesizlere yol açar. Bunun için, İslâmiyet’te ticaret özendirilirken faiz yasaklanmıştır. Ünlü İktisatçı J.M. Keynes’in ortaya koyduğu gibi, sağlıklı bir ekonomide faiz oranları sıfır olur.

Kapitalizmin, para ticaretiyle inşa ettiği finansal zenginliğin kaynakları global ekonomik krizle beraber bir bir dinamitlenmektedir. Bankalar, sigorta şirketleri ve yatırım fonları, öz sermayelerini kat kat aşan borçlarının altında ezilmişlerdir. Çok katlı büyük binalar, alışveriş merkezleri ve geniş fabrika binaları tek tek boşalmaktadır. Faizin yol açtığı finansal çöküntünün etkileri, her alanda görülmektedir.

Bu krizin kökündeki mortgage krizi nasıl ve neden başladı?

Mortgage sistemi, ABD’de uzun yıllardır uygulanan ve 20-30 yıla kadar uzayan vadelerle ev sahibi olma imkânı sunan değişken ya da sabit faizli bir ev kredisi sistemidir. Bu sistemde kullanılan kredi miktarı toplamının yaklaşık 10 trilyon dolar civarında olduğu tahmin edilmektedir. Burada önemli olan husus ise, bu miktarın yüzde 35’inin değişken faizli kredilerden oluşmasıdır. Değişken faizli mortgagelerin önemli bir bölümü ABD’de faizlerin yıllık yüzde 1.5-2 civarında olduğu ve ev fiyatlarının da hızla arttığı 2000’lı yılların başlarında ve önemli bölümü de ödeme gücü nispeten daha düşük olan kesime verilmişti. Emlak fiyatlarındaki yükselişin, 2004-2006 döneminde düşüşe geçmesiyle birlikte, özellikle 2005’den başlayarak, ABD’de “subprime” diye adlandırılan düşük kaliteli mortgage kredileri hızla arttı. Kredibilitesi düşük kişi ve kurumlara verilen bu krediler sistemdeki bankalar tarafından tahvile çevrilerek sermaye piyasalarını derinleştiren enstrümanlar hâline geldi. 1980 yılında ABD’deki mortgage kredilerinin sâdece yüzde 10’u tahvile dönüşürken, 2006 yılında bu oran yüzde 56’ya çıktı.

Krizin önemli aktörlerinden gösterilen “Hedge

fonlar” hakkında bilgi verir misiniz?

Hedge fonları paradan para kazanan işi gücü spekülatörlük yapan dev sermaye kuruluşlarına verilen isimdir. Son yıllarda petrol fiyatlarının artışından çok para kazandılar. Bunlar, sabit bir yerde durmazlar. Bugün Almanya’da, üç ay sonra Çin’de, beş ay sonra ABD’dirler. Her ülkeye giriş çıkışları, o ülkenin iç dengelerini sarsıyor. Şöyle düşünün: Herhangi bir Hedge fon, Alman borsasına girdi ve diyelim ki birkaç bankanın büyük oranda hisselerini satın aldı. Varsayın ki 50 milyar dolar. Alman ekonomisi bir anda 50 milyar doların ülkeye girişi nedeniyle canlanıyor. Ama aynı fon, beş ay sonra aniden 50 milyar doları çekip, örneğin Çin borsasına yöneliyor. Bu durumda Alman ekonomisi büyük sarsıntı geçiriyor. O Hedge fonu bu alışverişten büyük kârlar elde ediyor. Son 20 yıldır dünyada üretmeden para kazanan bu fonlardan hemen hemen her ülkenin hükümeti rahatsızdı. Şimdiki kriz aslında Hedge fonlarının meydana getirdiği finans krizidir. Dahası bu fonların kendi içindeki rekabetlerinin sonucudur. Üretmeden, üretenlerin parasını kullanıp, onlardan daha fazla kazanan aç gözlü kapitalistler bugün kapitalist sistemin iflasına sebep oldular. O yüzden, Avrupa hükümetleri bu fonlara karşı tedbir alma peşinde. Fonların piyasada dolaşan değerinin 2 trilyon dolar olduğu söyleniyor. Yani koca Almanya’nın bir yıllık bütçesi kadar. 2 trilyon dolar, bugün dünyadaki para krizinin temel nedeni oldu.

Amerika ve Japonya’da faizler düşüyor, sıfır

faizler konuşuluyor. Kapitalizmin temeli olan faizde neler oluyor?

Faize ilişkin en önemli gerçek, kapitalist liberal ekonominin temel taşı olduğu veya yapıldığıdır. Parantez içinde söyleyelim ki meşhur iktisatçı Samuelson, komünist sistemde bile gizli bir faiz bulunduğunu öne sürer.

Faizin faziletine inananlar veya bu konuda kararsız kalanlar için dünyanın içinden geçtiği küresel finans krizi aksi yönde inkâr edilemez ispatlar sunmaktadır. Birer para sihirbazı olan George Soros ve Warren Buffet gibi isimler global finans krizinin teşhisinde birleşiyor: Her ikisine göre de kriz ekonomideki son 25 yılın köpüklenmesinden (buble) doğmuştur. Köpüklenmeyi oluşturan ise, modern finansın bel kemiği konumundaki doğurgan ve spekülatif faizdir. Kıymetli evrak hukukundan yararlanan faizli enstrümanlar piyasalarda sınırsız defa dolanım imkânı bulur. Zaten krizin suçlusu reel ekonomi yani sanayi ve ticaret olamaz. Çünkü reel sektör dönemsel hareketler gösterir; belirli müddet yükselir, sonra yavaşlar. Talepteki gerileme belli bir süre devam edince, ihtiyaçlar birikir, gerileyen arz düşen taleple paralellik sağlar. Böylece insanlarda alışveriş arzusu tekrar canlanır.

Kapitalist ekonomi anlayışı faize dayanmaktadır. Zaten krizin temel çıkış noktası da faizlerdir, kredilerdir. Dolayısıyla faizle işleyen sistemlerin kriz ile karşı karşıya kalması normaldir. Bugünkü kriz, modern finans anlayışının belkemiği olan spekülatif faizden kaynaklanmıştır. Ve bu yeni bir şey değildir. Yıllardır biriken bir etki söz konusudur. İslâm ise faizin her türlüsünü yasaklamıştır.

Sınırların önemini yitirdiği bir dünyada ürün, sermaye ve bilgi dolaşımının, ekonomik krizden dolayı denetlenmesi, büyük önem kazanmıştır. Bu krizin sebeplerinin başında, paradan para kazanmaya giden bütün yolları kapatan faiz yasağı gelmektedir. Faiz tarih boyunca ekonominin temeline konulan bir dinamit olarak görülmüştür. Bu yüzden, yalnızca İslam’da değil, bütün kitaplı dinlerde, para ticaretine karşı çıkılmıştır.

Nice tecrübeler yaşayan insanlık nihayet faizin ne kadar tehlikeli, korkunç bir felâket olduğunu, bu yüzden nice kişilerin, kuruluşların perişan hallere düştüğünü anlamaya, görmeye başladı. Demek fıtrat fıtrî olmayanı kabul etmiyor. Demek bir fıtrata dönüş söz konusu.

İslâm da fıtrat dini değil midir? Şu halde insanlık fıtrat dini olan İslâma dönüyor, yöneliyor. Bediüzzaman Hazretleri yüz yıl kadar önce insanlığın dinsiz kalamayacağını, çektiği acı faturalar sonucunda dine yöneleceğini belirtmiş; akıl, ilim ve fennin hükmettiği istikbalde, aklî delillere dayanan ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân’ın hükmedeceğini belirtmişti. Demek Kur’ân kendini dinletiyor, hükmetmeye başlıyor.

İslâm ticaret anlayışı hangi düsturlar üzerinde yükselir?

Genel hatlarıyla söyleyecek olursak: İslâm, erdemli bir iş dünyasına vurgu yapar ve bireyleri ve toplumu hakkı üstün tutan bir ticaret anlayışına yöneltir. Derin bir maneviyata ve köklü bir ahlâk düşüncesine dayanan bu ticaret anlayışı helâl ve meşru yollardan ticaret yapmayı, hakkı üstün tutmayı, adil ve dengeli olmayı, sözlere ve emanetlere riayet etmeyi, ferdî ve kamusal menfaati gözetmeyi emreder. Ayrıca ölçü ve tartıya dikkat etmek, karaborsacılık yapmamak, aldatıcı reklamlardan ve haksız rekabetten kaçınmak, malın kusurlarından müşteriyi haberdar etmek, satış-alış ve ödemede müsamahakâr davranmak, haksız fahiş fiyat arttırımları ya da indirimlerinden kaçınmak, cimrilikten vazgeçip cömert davranmak, fiyatları kızıştırmak için satıcı ile müşterinin arasına girmemek ve spekülatif kazanç yollarından öte zatî değeri olan mal ve hizmetlerin ticaretine yönelmek gibi önemli hususlar İslâm’ın ticaret anlayışını belirleyen temel hareket noktalarıdır. İslâm’ın ticaret anlayışında reel ekonomi vardır, sanal ekonomi yoktur.

Krizde ne yapmalı, ne yapmamalı?

Krizde şirket yöneticilerinin sakınmaları gereken bir numaralı hata paniğe kapılmaktır.

Panik ve korku sağlıklı düşünmeyi engelleyerek yanlış kararlar alınmasına yol açar. Panik içindeki idareciler ya başlarını devekuşu gibi kuma gömerek tedbir almada gecikirler ya da telâşla üzerine yeterince çalışılmamış önlemler alırlar. Sonuçta, her şey eskisinden daha beter hal alır ve korkulan başa gelir.

Kriz, dengelerin altüst olduğu bir durumdur. Piyasalarda arz-talep dengesi, talep aleyhine bozulur. Bunun üzerine bir de şirket sahip ve yöneticilerinin psikolojik dengesi bozulursa krizin olumsuz etkilerine mani olmak imkânsızlaşır.

Ekonomik durumu bahane ederek, çekini senedini ödememek, borçlu şirkete hiçbir şey kazandırmaz ama mutlaka çok şey kaybettirir. Piyasada her şirketin yıllar içinde oluşan bir sicili vardır. Sicilinde ahlâk” zaaf yazan bir firmanın bunu telâfi etmesi çok uzun yıllar alır, belki de bu hiç mümkün olmaz. Piyasalar bir zincir gibidir ve şirketler bu zincirin halkalarıdır. Vadesinde ödenmeyen bir borç, domino etkisiyle başka borçların da ödenmemesine yol açar.

Hane halkı ve bireyler cephesinde de işbirliği ve moral en önemli unsurdur. Kriz esnasında aile içi bağlar her zamankinden daha güçlü hale getirilmeli, akraba, komşu ve yakın dostlar ziyaret edilmelidir. Bununla birlikte, harcamaların kısılmasına ve tasarruf edilmesine tüm aile üyeleri katılmalıdır.

Krizlerden nasıl kurtulacağız?

Bediüzzaman, bütün beşerî bunalımları, krizleri, fesatları, rezil ahlâkı, zulüm ve haksızlıkları; hodgâmlığa (bencillik) tekabül eden “Ben tok olduktan sonra başkası açlıktan ölse bana ne” ve faizi karşılayan “Sen çalış ben yiyeyim” anlayışına dayandırır. İnsanlığın “Ben-biz, uhuvvet-hodgâmlık, hırs-kanaat, şefkat-zulüm” karşılaşmalarında insanî potansiyelini ön plana çıkararak “erdemli toplum”a yönelmesinin yollarını gösterir. İslâm’ın ortaya koyduğu “Komşusu açken tok yatan bizden değildir,” “Yiyiniz, içiniz; ancak israf etmeyiniz” gibi yardımlaşmayı esas alan, müsrifliği yasaklayan hayat prensiplerinin önemine değinir. Bu bağlamda zekât, sadaka, vb. İslâmî kurumların hayata geçirilmesinin önemini vurgular.

Her türlü israf, kanaatsizlik ve fakirliğe karşı “İktisat” kavramını gözler önüne serer. “Hırs sebeb-i hasarettir” diyerek insanı “şükr”ün hazzıyla tanıştırır. Bütün dünyada bulaşıcı bir hastalık haline gelen tüketim kültürünün, zarurî olmayan ihtiyaçların zarurî ihtiyaçlar haline dönüşmesine sebep olan taklitçilik, görenek ve özenti belâsının önüne nasıl geçilebileceğinin yollarını gösterir. Bunlarla birlikte toplumda fertler arasında yaygınlaşan menfaatperestlik, bencilik, kendi çıkarını düşünme, kayırmacılık, rüşvet, torpil gibi hastalıklara karşı tepeden inmeci bir siyasî yaklaşımdan ziyade imanlı fertleri önerir ve bunun da yol haritasını sunar. Özetle, insanın ve toplumun mesh-i manevisine sebep olan bireysel ve toplumsal ahlâkî dejenerasyonun önünü açan, kuvvete, menfaate, ırkçılığa, sefahete dayanan bir medeniyet anlayışına karşı çoğunluğun mutluluğunu tazammun eden ve hakka dayanan Kur’ân medeniyetinin esaslarını ortaya koyar.

Son söz olarak şöyle diyebiliriz,

Materyalist Batı medeniyetinin yaygınlaştırdığı hayat tarzından doğan bunalımları, krizleri aşmak için, israf ve tüketim çılgınlığına karşı iktisat ve kanaat, sefahat ve tembelliğe karşı iffet ve çalışma, emek, hizmet prensiplerini hakim kılmak; büyük sosyal huzursuzluklara ve krizlere yol açan gelir dengesizliklerinin izalesi için de, Kur’ân’daki zekât emriyle faiz yasağını dünya ölçeğinde uygulamak gerektiği gerçeğini fertler ve toplumlar artık anlamalıdır. Zekat, üniversitelerde ders olarak okutulmalıdır. Ekonomik ve sosyal adalet gerçek anlamda zekâtla gerçekleşir. Başka çözümü olan söylesin…

Mehmet Abidin Kartal kimdir?

8. 12. 1962 tarihinde Hatay ilinin Yayladağı ilçesinde dünyaya geldi. 1979 yılında Yayladağı Lisesinden, 1985 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, İktisadî ve İdarî Bilimler Fakültesi, İktisat bölümünden mezun oldu. 1987 yılında askerliğini Mardin’de yedek subay olarak yaptı. 2001 yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünden “Demokrat Partinin İktisat Politikası, 1950-1954” tezini hazırlayarak master (yüksek lisans) mezun oldu. Değişik gazete ve dergilerde bini aşkın makale ve araştırmaları yayınlanmıştır. (Dünya, Yeni Nesil, Yeni Asya, Zaman gazeteleri ve Köprü, Yeni Ümit, Genç Akademi, Sızıntı dergileri) Mali Müşavir olan Mehmet Abidin Kartal, evli ve iki çocuk babasıdır.

Yayınlanmış diğer eserleri

l Risale-i Nur’dan İktisadî Prensipler

l Çocukluktan Gençliğe Başarılı Adımlar

Yeni Asya; hem gazete, hem okul oldu

40 YILLIK OKUYUCULARIMIZDAN MÜHENDİS MUSA GÖKKAYA ANLATIYOR

Gazetem Yeni Asya çıkmazdan önce haftalık İttihad gazetemizi çok satardım. 1964-1965 yıllarında üniversitede okurken her gün mutlaka 25 kuruş verip bir gazete alırdım. O zaman ‘bize ait’ gazete olmadığından, Bugün, Yeni İstiklâl gibi gazetelere sahip çıkardım. Yazılı basının etkisine oldum olası inananlardanım. Sonraları haftalık İttihad gazetemiz çıkmaya başladı. Gelecek haftayı iple çekmeye başlamıştım. Cami çıkışlarında çok İttihad gazetesi sattığım olmuştur. Hattâ bir seferinde, Ankara Cebeci Camii çıkışında Üstâd’ın has talebelerinin hemen hepsinin bulunduğu bir toplantıda koltuğumun altına aldığım İttihad’ları satarken “BU GAZETE KOMÜNİSTLERE VE MASONLARA KARŞIDIR” diye bağırdım. Yüksek sesle bağırmamı duyan ağabeylerden birisi yanıma gelerek “Gardaşım o sözleri söylemeden sat” diye ikaz etmişti. Benim de o zamanlar siyasî İslâmcılar gibi biraz radikal taraflarım vardı. Çünkü haftalık sohbetlere gitmenin ötesinde, Risâle okumuyordum. Üniversitede talebe birliği başkanlığı yaptığım dönemlerde İttihad gazetemize sık sık beyanatlarım olmuştur.

21 Şubat 1970’e geldiğimizde günlük Yeni Asya’mız doğdu. Bu doğum vesilesiyle yaşadığımız sevinç, bir babanın çocuğu olduğundaki sevincinden fazla olmuştur. Çünkü hemen hemen 70-80 senedir ülkemizde dinin yerine ikame edilmek istenen ideolojilerin baskısı devam ediyordu. İslâm şeairine açıktan saldıran gözü dönmüş olanlar vardı. Dünyadaki demokrasi ve hürriyet rüzgârları bütün ülkeleri sarsmıştı. Ama bizim ülkemiz bu rüzgârdan az etkileniyordu. İşte böyle bir ortamda Yeni Asya’nın doğumu gerçekleşti. Hakkın, hukukun, hürriyetlerin, meşrûtiyetin savunucusu olan gazetemiz, ülkemizde sevinç çığlıklarımıza sebep olacak bir sahibiyet kazandı. Din ve vicdan hürriyetinin, fikir hürriyetinin kemaliyle işler hale getirilmesine çalışan bir yazılı basınımız olmuştu. Antidemokratik uygulamalara, haksızlıklara, zulümlere meşrûiyet sınırları içinde bütün gücüyle karşı çıkıyordu.

Yeni Asya bugün dimdik ayakta ise (iç ve dış etkilere rağmen) bunu sağlam inançlarına, ulvî dâvâya hizmet etme aşkına ve şuuruna, aynı ortak ideali taşıyan ve paylaşan ihlâslı okuyucularının hiç eksilmeyen samîmî ve sıcak desteklerine borçludur. Yeni Asya tavizsiz istikrar çizgisi ile daima baskı altında tutulmaya ve resmî görüşün sesi olması istenilen Türk basını içinde hür ve demokrat düşüncenin sesi olmuştur. YENİ ASYA, Müslümanlara İslâmı anlatırken, yara yapmadan anlatma ve ikna etme metodu olan Risâle-i Nurlar’ın metodunu rehber bellemişti. Bedîüzzaman Said Nursî’ye ve Risâle-i Nurlar’a yapılan ithamları göğüsleyen ve cevaplayan bir görevi üstleniyordu. Devlet kuvvetlerinin dindarlar üzerinde oynadıkları oyunları bozuyordu. Herkesin ihtilâl korkusunun gölgesi altında sinip sustuğu müdahalecileri, alkışlama hastalığına kapılmadı. Tek başına verdiği mücadele ile Ankara’daki ihtilâlcileri ve taraftarlarını rahatsız etmişti. Olağanüstü dönemin kazasız/belâsız az zararla atlatılmasında, demokrat misyon mensuplarıyla birlikte büyük hizmetler ifa etti.

Türkiye’mize demokrasinin gelmesini istemeyen kişi ve kuruluşların, her on yılda bir kere seçim sandıklarının alabora edilmesine karşı çıkıp, onların oyunlarını bozuyordu. Yeni Asya gibi bir çomak işlerine gelmediğinden, ihtilâlcilerce sesi kesilmek için kapatılıyordu. Hemen pratik çözümlerle, arkasında Yeni Asya, Yeni Nesil olarak hayatına devam ediyordu. Yeni Nesil de kapatıldığında Tasvir çıkıyordu. Tasvir’in sesi kesildiğinde Hüryurt yetişiyordu. Ama her şeye rağmen çizgide bir kırıklık, dâvâdan taviz söz konusu olmuyordu.

Zülfikâr-Uhuvvet-İttihad-Yeni Asya-Yeni Nesil-Tasvir-Hüryurt ve tekrar Yeni Nesil çizgisinde yürüyen kervan, 1990 başından itibaren yeniden Yeni Asya olarak yoluna devam ediyordu. Mensuplarını ve okuyucularını hiç sukût-u hayale uğratmadığından olacak ki, okuyucuları da ihlâsla gazetemize sahip çıkıyorlardı.

Rahmetli Zübeyir Ağabeyin vefatından sonra tesanüt ve birlik kısmen yara aldı. Buna rağmen, Yeni Asya gelişmelerin her safhasında teyid ve tasdik ettiği temel görüşlerini başı dik, alnı ak, olgun ve vakur bir tavırla dile getirmeye devam ediyor. İnançlı, ihlâslı, yenilikçi, medeniyetçi, hür-bağımsız, şahsiyetli iman ve fikir hareketi yılmaz ve susturulamaz sözcüsü olarak 40 yılını dolduruyordu. Nice 40 yıllara deyip biraz da nefis muhasebesi yapmak istiyorum.

İmkânlarımız kıtken, talebeliğimizde kahvaltılarda zeytinleri sayarak yediğimiz günlerdeki gayretlerimi şimdi bulamadığıma hayıflanıyorum. İmkânlar arttığında hizmetlerin de artacağı gibi bir düşüncem iflâs ediyordu. Karınca kararınca ‘dünyevîleşme’ hastalığından bizler de etkileniyorduk. Talebe derneği başkanlığı yaptığım dönemde, gazetemden 3-5 adet fazla alıp kahvelere ve benzeri yerlere bırakırken bugün aynı hareketi yapamadığıma kızıyorum. Yaşlanmaya adım attığımızdan mıdır nedir, bu işleri “gençler yapabilir” gibi bir yanılgıyı hissediyorum. Halbûki iman ve Kur’ân hizmetinin yaşla sınırlı olmadığını bildiğimiz halde, içimizdeki kişilikle, zaman zaman çatışıyorum. Yeni Asya gibi her evin âcil ihtiyacı olan bir basınımızı, siyasî görüşe ağırlık vermesi dışında, hasenatlarının ağırlığını her mekâna yaymamız gerektiğine inanıyorum. Yeni Asya, gelmediği günlerde âdetâ mahzûn oluyorum. Behîmî duygulara hitap eden, okuyucularını cehenneme sürükleyen zamanımız gazetelerine benzemeyen özelliğiyle kapı kapı dolaşıp tiraj artışına katkıda bulunmamız çok önemlidir sanıyorum.

Yeni Asya bir gazete olmaktan ziyade, bir okul görünümündedir. Diğer gazetelerde ve TV yayınlarında görev üstlenen eski arkadaşlarımızı gördükçe ‘okul’ olma özelliğini daha iyi anlıyorum.

Yeni Asya’nın çıkarılmasında ve yayınlanmasında emeği geçen herkesi tebrik edip, duâ edip kucaklıyorum.

02.04.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (01.04.2009) - SAMSUNLU OKURUMUZ ŞEREF ÇETİNTAŞ:

  (31.03.2009) - Gazetemiz çıktığı zaman ailece bayram ettik Gazetemiz çıktığı zaman ailece bayram ettik Gazetemiz çı

  (30.03.2009) - Gazetemiz bize sadakat, sebat ve istikamet kazandırdı

  (29.03.2009) - GENÇLER, İMANINI RİSÂLE-İ NUR’LA KURTARIR

  (28.03.2009) - Türkiye'den kopuk yaşayan asker Türkiye'yi nasıl korur?

  (27.03.2009) - Mektup bekler gibi hergün Yeni Asya’yı bekliyorum

  (26.03.2009) - Risâle-i Nur’u, Konak Meydanında hoparlörlerle tanıttık

  (25.03.2009) - Yeni Asya, bizim gazetemiz

  (24.03.2009) - Gazetemi okumadan rahat edemiyorum

  (23.03.2009) - ‘Beşleme’ Türk klasikleri arasına girecektir

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis