04 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Kaçış nereye?

İnsanlar kuraklık, sel, deprem gibi felâketlerden zarar görmemek için göç etmekle karşı karşıya imiş. Böylece insanlar yeni hayat alanları arıyormuş.

İnsanlık kendisine sunulan nimetleri bir mirasyedi gibi kullandı. Bu nimetleri kullanırken de kimselerin ortak olmasını istemedi. Arkadaşı olan diğer varlıkların özellikle de hayvanların hayat haklarını hiç düşünmedi. Sadece “ben varım ve ben olmalıyım” dedi. Keyfine göre kimi zaman hayvanları av zevki için öldürdü. Meselâ Kanada’nın Prence Edvard Adasında kürkleri uğruna başlarına vurularak öldürülen binlerce fok var. Avustralya’da yumuşak kürkleri için yılda dört bin adet “koala” öldürülmektedir. “Bir avcının mermisi veya oku sebebiyle bir kuş düştüğü veya bir geyik öldüğü zaman, ne kadar ufak olursa olsun, dünya bir derece değişmiştir.” (1)

İnsanlar, bu kötü fiilleri sonucu dünyadaki besin zincirini de bozmuştur. Kimi zaman derilerini yüzüp giymekten daha çok zevk aldığı için o yolu denedi. Kimi zaman da bazı hayvanlara karşı ölüm partileri düzenlendi. “Cezanın cinsi işlenilen fiile göredir“ kuralına göre insan da artık bugün onu yaşıyor. ”İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden” nice türler yok oldu. İnsan kendi arkadaşları olan hayvanlara yaptıklarını bugün çekiyor ve çekecek. Diğer varlıkların hayat alanlarını daraltırken hep hasis menfaatini düşündü. Diğergam olamadı. Oysa bütün varlıklar gibi özellikle hayvanlar, insanlar için birer arkadaştı. Said Nursî Hazretleri de hayvanlar ve bitkiler için şu ifadeleri kullanmaktadır: “Arzdaki nebatat ve hayvanat, hanedeki efrad-ı aile ile erzak ve saire gibi levazım-ı beytiye hükmündedir.” (2)

Kızılderili Seattle “Beyaz adam, toprağın hayvanlarına kendi kardeşi gibi davranacaktır” demişti ama yanılmış. Bütün hayvanlar olmazsa, insanlar nedir ki? Bütün hayvanlar yok olsaydı, insan ruhunun o büyük yalnızlığı içinde ölüp giderdi“. Evet insanlar hayvanlardan sonra kendi hayat alanlarını da daralttı. Beton kulelerden evler ve rüzgâr almaz sokaklar yaparak. Altında gölgeleneceği ağacı keserek, üzerine basacağı toprağı ve dereleri betona hapsederek bir hayat tarzı seçti kendisine, ama yanıldı. Toprağa basmadan, suya bakmadan, yeşili görmeden hayatın zor olacağını anladı;ama çok geç oldu. Şimdi geriye dönmek istiyor ama dönemiyor. Eğer insanlık bugünkü kötü alışkanlıklarından bir gusl etmezse ona kaçış yeri de yoktur...

Dipnotlar:

1- Taştın Tuna, Çevre Kirliliği, 31.

2- İşarat-ül İ’caz, 155.

CEVAT ÇAKIR

04.10.2009


Bayramların hatırlattıkları

Bayramların hüzünlü geçtiği yerlerden birisi de huzurevleridir. Bu sebeple yaklaşık on iki yıldır çalıştığım huzurevinde bayramın ilk günleri hep yaşlılarla beraber geçti. Bu bir resmî görevin ötesinde; insanî ve vicdanî bir vazife şuuru içerisinde hayırlı bir hizmet telâkki edilerek gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ancak her bayram buruk ve duygulu atmosferde geçtiği gerçeğini de unutmamak gerekiyor.

Çocukluktan itibaren sevinçle, neşeyle karşılanan dinî bayramlarımız insanları barıştırmada, önemli bir unsur olarak hafızalarda, yaşantılarda yerini almıştır. Böylesine zengin ve anlamlı olan ve hep sevinç ve mutluluk kaynağı olarak belli bir yaşa kadar devam edip giden hayat çizgisi bir anda kırılarak beklenmeyen, planlanmayan hatta istenmeyen bir istikamete doğru yönelebiliyor. Çeşitli sebeplerle insan bazen gözünü huzurevinde açabiliyor. Bunun meydana getirdiği sebepleri değerlendirmeye bu yazıda girmeden sonuç itibariyle huzurevindeki eli öpülesi yaşlı insanlarımızın bayramlardaki duygusal atmosferlerini hissedebildiğim kadarıyla aktarmaya gayret göstereceğim. Sonra neler yapılabilir, neler yapmalıyız birlikte düşünelim.

Her bayram öncesi huzurevinde bulunan insanlarda tatlı bir telâş ve bayram hazırlığı vardır. Geçtiğimiz Ramazan ayı boyunca uzun yaşına ve halsizliğine rağmen orucunu tutan, ibadetini yapabilen ve yapamayan insanları bayramın yaklaşması heyecanlandırdı. Memleketini, doğduğu, büyüdüğü topraklarını, eş-dost, akraba, evlâtlar ve torunlarla bayramlaşmayı arzuladılar, arzularlar. Memleket havasını koklamayı, dağını, ovasını görmek isterler. Koyunlarını otlattığı meraları, meyvesini yediği ağaçları, suyunu içtiği pınarları, çocukluk yıllarında nişanlısına kır çiçekleri topladığı bağları, bahçeleri görmek isterler. İnsan hayali, arzusu, isteği, yaralı gönlü belki daha uzaklara uzanır gider. Ya da ata yadigârı toprakların son durumunu görüp, bir vefa burcu olarak onlara mezardan bir Fatiha göndermek ister. Bayram öncesi gece yatağa yatıp başını yastığa koyduğu zaman yaşlı bir insanın gönül dünyasını süsleyen hayaller... ve sonrasında yuvarlanarak yastığa damlayan birkaç damla gözyaşı... Sonra bu arzuyu, beklentiyi kendisine çok görür. Bunlara ulaşılamayacak kadar uzaklıkta ve derinlikte bir handikap olarak kendi kendine boş ve yersiz bir beklenti olarak zihnini toparlamaya ve gerçeklerle yüzleşmeye çalışır. Olmamasını gerektiren mazeretleri sıralar zihninde. “Herkesin işi gücü var, seninle mi uğraşacaklar, zaten çok çile çekmiştim gençlikte, göresi gözüm yok şu anda ne kadar rahat ve konfor içindeyim” demeye çalışır. Ama silip atmak gönülden dumanlı dağları yok etmek kadar zor onu da biliyor.. böylesine karmaşık duygular, beklentiler, hayallerle gözünü gözüne kırpmadan sabah ezanları okunur çoğu zaman. Bu beklentiler ve mülâhazalar güçlü kuvvetli, her istediğini yapabilecek kudrete sahip istediğini ya da tercih ettiğini yapabilecek durumdaki bir insanın istekleri değil; yaşlanmış, acizleşmiş, güçten, kuvvetten düşmüş, başkasına muhtaç olmuş bir insanın gönül dünyasından geçen arzularıdır....

Bayram hazırlığı genel temizlik, tertip düzenle başlar. Yeni elbiseler dağıtılır. Pantolon paçası yapan terzi ütü yapar bir taraftan, berber tıraş eder. Kadın erkek bütün sakinler bayramlıklarını giyinir, kuşanırlar. Zaten misafir şekerlerini ve çocuklara harçlıkları hazırlamışlardır. Güzel kokular sürünenlerde olur. Kalben, ruhen heyecanla birinci bayram gününe kavuşuruz. O heyecan, o arzu bayramın mübarekliğinden, güzelliğinden, huşu ve huzurundan kaynaklanıyor. Allah’ın insanlarına bahşetmiş olduğu, küslerin barıştığı, sevginin, şefkatin, insanlığın, yardımın zirveye çıktığı, tekbirlerin, duâların arşa yükseldiği bayram günleri. O günlerin hürmetine insanlar yakınlarından ziyaret bekler, birkaç gün de olsa izine götürülmek bekler, selâm bekler, tebrik bekler, mesaj bekler, telefon bekler. Bir aile büyüğü, bir akraba, bir dost, bir komşu; ya da tanıdığımız, tanımadığımız bir insan için bunlar çok şeyler mi? Maliyeti, külfeti çok mu fazla? Niçin esirgenir, yoksa sevabı mı azdır? Bu soruları kendime soruyorum ve onlar ne kadar gözü kapıda, kulağı telefonda olsa da onlarla bayramlaşmamız devam eder, hoş sohbetlerimiz muhabbetlerimiz olur..

İkramlar olur. Ama hiçbir iltifat, samimiyet, çaylar, ikramlar, yakınının gelip elini öpmesinin, sarılmasının yerini tutmaz. Ama onlarla tesis ettiğimiz aile sıcaklığındaki samimiyet, içtenlik, karşılıklı duâlar ve hayır temennileri bir nebze olsun hicranlı gönüllerini rahatlatıyor. Acı bir gerçek şu ki yüz kişiden 4-5 kişi izine gider, bir o kadar insanın da yakını ziyarete gelir. Ama yukarda bahsettiğimiz yakınları, komşuları, tanıdıkları; ya da herkesin yapabileceği bir şeyler olması gerektiğini birlikte düşünelim.

Her şeye rağmen Huzurevi de, orada yaşayan insanlarımız da, hayat da güzel. Cenâb-ı Allah binlerce nimetlerini ve güzelliklerini bizlere ihsan etmiş. Bizler onu dost ve sevgili seçerek ona şükürler etmeliyiz çünki; O'nu bulan her matlubunu bulur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulur. “Ve mâdem bu mahiyetteki nev-î benî Adem, mizaç ve hilkat itibâriyle gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkinde olarak, koca küre-i arzı o nev-î insana lüzumu bulunan her nev'î mâdenlere mahzen ve her nev'î taamlara ambar ve nev-î insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sûretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mutasarrıf var ki, böyle nev-î insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.” 1

1-(Sözler, 97)

MUZAFFER KARAHİSAR

04.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.