04 Ekim 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Röportaj

MUZAFFER KARAHİSAR

Bayramların hatırlattıkları

Bayramların hüzünlü geçtiği yerlerden birisi de huzurevleridir. Bu sebeple yaklaşık on iki yıldır çalıştığım huzurevinde bayramın ilk günleri hep yaşlılarla beraber geçti. Bu bir resmî görevin ötesinde; insanî ve vicdanî bir vazife şuuru içerisinde hayırlı bir hizmet telâkki edilerek gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ancak her bayram buruk ve duygulu atmosferde geçtiği gerçeğini de unutmamak gerekiyor.

Çocukluktan itibaren sevinçle, neşeyle karşılanan dinî bayramlarımız insanları barıştırmada, önemli bir unsur olarak hafızalarda, yaşantılarda yerini almıştır. Böylesine zengin ve anlamlı olan ve hep sevinç ve mutluluk kaynağı olarak belli bir yaşa kadar devam edip giden hayat çizgisi bir anda kırılarak beklenmeyen, planlanmayan hatta istenmeyen bir istikamete doğru yönelebiliyor. Çeşitli sebeplerle insan bazen gözünü huzurevinde açabiliyor. Bunun meydana getirdiği sebepleri değerlendirmeye bu yazıda girmeden sonuç itibariyle huzurevindeki eli öpülesi yaşlı insanlarımızın bayramlardaki duygusal atmosferlerini hissedebildiğim kadarıyla aktarmaya gayret göstereceğim. Sonra neler yapılabilir, neler yapmalıyız birlikte düşünelim.

Her bayram öncesi huzurevinde bulunan insanlarda tatlı bir telâş ve bayram hazırlığı vardır. Geçtiğimiz Ramazan ayı boyunca uzun yaşına ve halsizliğine rağmen orucunu tutan, ibadetini yapabilen ve yapamayan insanları bayramın yaklaşması heyecanlandırdı. Memleketini, doğduğu, büyüdüğü topraklarını, eş-dost, akraba, evlâtlar ve torunlarla bayramlaşmayı arzuladılar, arzularlar. Memleket havasını koklamayı, dağını, ovasını görmek isterler. Koyunlarını otlattığı meraları, meyvesini yediği ağaçları, suyunu içtiği pınarları, çocukluk yıllarında nişanlısına kır çiçekleri topladığı bağları, bahçeleri görmek isterler. İnsan hayali, arzusu, isteği, yaralı gönlü belki daha uzaklara uzanır gider. Ya da ata yadigârı toprakların son durumunu görüp, bir vefa burcu olarak onlara mezardan bir Fatiha göndermek ister. Bayram öncesi gece yatağa yatıp başını yastığa koyduğu zaman yaşlı bir insanın gönül dünyasını süsleyen hayaller... ve sonrasında yuvarlanarak yastığa damlayan birkaç damla gözyaşı... Sonra bu arzuyu, beklentiyi kendisine çok görür. Bunlara ulaşılamayacak kadar uzaklıkta ve derinlikte bir handikap olarak kendi kendine boş ve yersiz bir beklenti olarak zihnini toparlamaya ve gerçeklerle yüzleşmeye çalışır. Olmamasını gerektiren mazeretleri sıralar zihninde. “Herkesin işi gücü var, seninle mi uğraşacaklar, zaten çok çile çekmiştim gençlikte, göresi gözüm yok şu anda ne kadar rahat ve konfor içindeyim” demeye çalışır. Ama silip atmak gönülden dumanlı dağları yok etmek kadar zor onu da biliyor.. böylesine karmaşık duygular, beklentiler, hayallerle gözünü gözüne kırpmadan sabah ezanları okunur çoğu zaman. Bu beklentiler ve mülâhazalar güçlü kuvvetli, her istediğini yapabilecek kudrete sahip istediğini ya da tercih ettiğini yapabilecek durumdaki bir insanın istekleri değil; yaşlanmış, acizleşmiş, güçten, kuvvetten düşmüş, başkasına muhtaç olmuş bir insanın gönül dünyasından geçen arzularıdır....

Bayram hazırlığı genel temizlik, tertip düzenle başlar. Yeni elbiseler dağıtılır. Pantolon paçası yapan terzi ütü yapar bir taraftan, berber tıraş eder. Kadın erkek bütün sakinler bayramlıklarını giyinir, kuşanırlar. Zaten misafir şekerlerini ve çocuklara harçlıkları hazırlamışlardır. Güzel kokular sürünenlerde olur. Kalben, ruhen heyecanla birinci bayram gününe kavuşuruz. O heyecan, o arzu bayramın mübarekliğinden, güzelliğinden, huşu ve huzurundan kaynaklanıyor. Allah’ın insanlarına bahşetmiş olduğu, küslerin barıştığı, sevginin, şefkatin, insanlığın, yardımın zirveye çıktığı, tekbirlerin, duâların arşa yükseldiği bayram günleri. O günlerin hürmetine insanlar yakınlarından ziyaret bekler, birkaç gün de olsa izine götürülmek bekler, selâm bekler, tebrik bekler, mesaj bekler, telefon bekler. Bir aile büyüğü, bir akraba, bir dost, bir komşu; ya da tanıdığımız, tanımadığımız bir insan için bunlar çok şeyler mi? Maliyeti, külfeti çok mu fazla? Niçin esirgenir, yoksa sevabı mı azdır? Bu soruları kendime soruyorum ve onlar ne kadar gözü kapıda, kulağı telefonda olsa da onlarla bayramlaşmamız devam eder, hoş sohbetlerimiz muhabbetlerimiz olur..

İkramlar olur. Ama hiçbir iltifat, samimiyet, çaylar, ikramlar, yakınının gelip elini öpmesinin, sarılmasının yerini tutmaz. Ama onlarla tesis ettiğimiz aile sıcaklığındaki samimiyet, içtenlik, karşılıklı duâlar ve hayır temennileri bir nebze olsun hicranlı gönüllerini rahatlatıyor. Acı bir gerçek şu ki yüz kişiden 4-5 kişi izine gider, bir o kadar insanın da yakını ziyarete gelir. Ama yukarda bahsettiğimiz yakınları, komşuları, tanıdıkları; ya da herkesin yapabileceği bir şeyler olması gerektiğini birlikte düşünelim.

Her şeye rağmen Huzurevi de, orada yaşayan insanlarımız da, hayat da güzel. Cenâb-ı Allah binlerce nimetlerini ve güzelliklerini bizlere ihsan etmiş. Bizler onu dost ve sevgili seçerek ona şükürler etmeliyiz çünki; O'nu bulan her matlubunu bulur, hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtulur. “Ve mâdem bu mahiyetteki nev-î benî Adem, mizaç ve hilkat itibâriyle gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber, hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyârının fevkinde olarak, koca küre-i arzı o nev-î insana lüzumu bulunan her nev'î mâdenlere mahzen ve her nev'î taamlara ambar ve nev-î insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkân sûretine getiren, gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir Mutasarrıf var ki, böyle nev-î insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.” 1

1-(Sözler, 97)

40 yıllık okuyucumuz Mehmet Kenar:Yeni Asya girmeyen eve zararlı yayınlar girer

Sizi tanıyabilir miyiz?

1950 Emirdağ doğumluyum. İlkokulu Emirdağ-Salihler Köyünde okudum. Daha sonra 1969 yılında Eskişehir Yunus Emre İlköğretmen Okulunu bitirdim aynı yıl göreve başladım. Öğretmenliğe devam ederken 1979 yılında meslek yüksek okulunu bitirdim. Çeşitli ilkokullarda ve Afyon Fevzi Çakmak Yetiştirme Yurdunda çalıştıktan sonra 1998 yılında emekli oldum. Emekli olduktan sonrada Afyon’da hizmetlere devam etmekteyim.

Yeni Asya gazetesini ne zaman ve nasıl tanıdınız?

Yeni Asya gazetesini öğretmenliğimin ikinci yılında askerlik dönüşü atandığım 1970 yılında Gediz’in Cebrail Köyünde beraber çalıştığımız öğretmen Ali Kemal Yavuzsoy kardeşim vasıtasıyla tanıdım. İkimiz aynı evde bekâr olarak kaldığımızdan ben de gazeteyi okuyordum. 1971 yılından sonra ben de gazeteyi almaya başladım. O günden bugüne kadar gazeteyi almayı hiç aksatmadım. Daha sonra 1975 yılında atandığım Emirdağ-Derbent Köyünde çalışırken köye her gün vasıta olmadığından dolayı gazeteyi Emirdağ’da rahmetlik Hamza Emek Ağabey benim adıma alıp, biriktirip, haftalık olarak köye gönderirdi. Ben gelen bir haftalık gazeteyi bir hafta boyunca okuyordum.

Sizi Yeni Asya’ya bağlayan sebepler nelerdir?

Yeni Asya çıktığı andan itibaren istikrarlı çizgisi ve iman Kur’ân hakikatlerinin en güzel naşiri, hiçbir kimseye boyun eğmemesi, muhtevasında insana, aileye zararlı bir şey bulunmaması, bilâkis çok faydalı konuları işleyip faydalı yayın yaptığından dolayı Yeni Asya’yı devamlı almaktayım.

Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı değerler nelerdir?

Gazete ve dergiler şu anda ve her zaman sosyal bir ihtiyaç olduğundan eve böyle güzel faydalı bir gazete-dergi alınmazsa, zararlı bir gazete-dergi gireceğinden ve okunacağından, bundan hem aile reisi hem de çocuklar zarar görür. Bundan dolayı eve faydalı gazete ve dergileri devamlı aldığımdan küçük çocuklarımız da bu gazete ve dergilerle büyüdüler. İman, Kur’ân hakikatlerini de gazete ve dergiler vasıtasıyla daha iyi tanıdılar. Eğer bu faydalı yayınları evimize para çok gidiyor diye almazsak, maddî ve manevî zararı çok çok daha fazla olmaktadır.

Yeni Asya okuyucularına neler söylemek istersiniz?

Yeni Asya okuyucusu; kudsî Kur’ân ve iman hakikatlerinin temsilcisidir, bundan dolayı bu okuyucular bu hakikatleri hayatlarında bizzat en güzel şekilde uygulayıp yaşamalı ve numune-i imtisal olmalıdırlar. Çünkü insanlara en güzel tesirli verilen ders lisan-ı hal ile yaşamakla verilen derstir.

Allah hepimize bu iman Kur’ân hakikatlerini en güzel şekilde okuyup anlamayı ve yaşamayı nasip etsin amin.

ALİ ŞAFAK

04.10.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (03.10.2009) - Din eğitimi ilk sınıftan başlamalı

  (02.10.2009) - Din dersi demokrasiyle başladı

  (01.10.2009) - BAŞÖRTÜSÜ AÇILIMINDAN SÖZ EDEN YOK

  (30.09.2009) - Önyargılarla demokrasi olmaz

  (28.09.2009) - Resmî tarih yalanlarının sonu geldi

  (23.09.2009) - Sağda birleşme, siyasete alternatif olur

  (21.09.2009) - Varlığa düştük varlığımızı unuttuk

  (18.09.2009) - Bediüzzaman, bu toprakların vicdanı olmuştur

  (17.09.2009) - Düzmece mahkemeden ısmarlama idam

  (12.09.2009) - TOPLUM MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNDULAR - ŞENER BOZTAŞ / FARUK SAİM AKHAN

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.