08 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

İki kişilik yol hikâyesi

Günümüzde psikolojik tedavi, en azından eskiye oranla, daha kabul edilebilir olmaya başladı. Deli doktoruna gitme hikâyeleri yerini, ruhsal sağlığın aslında fiziksel sağlık için de temel oluşturduğu fikrine bıraktı.

Gerçekten de, yaşadığımız birçok bedensel ağrı ve hastalığın temelinde psikolojik sorunlar ve ihtiyaçlar yer almaktadır. Sadece bedensel gibi görünen hastalıklar bile insanın psikolojik durumuyla doğrudan bağlantılı olarak iyileşme seyri göstermektedir. Kendimizi iyi ve keyifli hissettiğimiz zamanlarda hayat ve içinde yaşadığımız her şey daha az yorucu ve daha az can sıkıcıdır. Olumlu düşündüğümüz olaylarda her şeyin kolaylaştığını ve çabuklaştığını fark ederiz. Bunun tam aksinde ise, bazen küçücük bir problemin ya da vesvesenin içinde boğulur gideriz. Hayat kimi zaman bir borunun ucundan göründüğü kadarmış gibi gelir. Hatta gördüğümüz kadarını da bütünün tamamı olarak algılarız. Kişisel algı o kadar görecelidir ki, aradan geçen zamanla birlikte, biz bile kendi düşüncelerimize ve duygularımıza yabancılaşırız. Bir zamanlar nasıl bu şekilde düşündüğümüz ve davrandığımıza inanamayız. Belki insanın anlaması ve söz geçirmesi en zor olan da yine kendisidir. Bu süreç de yalnız olmamak ve bir yol arkadaşıyla beraber yürümek gideceğimiz yolu bile kısaltır.

Terapi; yani psikolojik tedavi, aslında bir yeniden öğrenme sürecidir. Bildiğimiz düşünce ve davranış kalıplarımızı değiştirip, yerine daha sağlıklı olanları koymayı öğrenmek için iki kişilik bir yol hikâyesini tanımlar. Terapi süreci, danışan olarak başvuran kişi ile, ona bu yolculukta yol arkadaşlığı yapacak olan terapistin ilişkisidir. Kuralları belirlenmiş, açık ve güvenilir, kişinin haklarının korunduğu, bütün duygu ve düşünceleriyle kabul edildiği bir ortamda oluşan bir süreçtir. Terapist danışanını olduğu gibi, yargılamadan, sorgulamadan, onun kendi doğrularıyla kabul eder. İnsan ancak böyle bir ortamda kendini, bütün açık yürekliliği ile ortaya koyabilir. Eleştirileceğini ya da tenkit edileceğini düşündüğünde kendini kapatır ve saklar. Değişmek için önce güvenmek gerekir. Terapi sürecinde danışanın ve terapistin arasındaki güvene dayanan olumlu ilişkinin tedaviye çok büyük katkısı vardır.

Terapistin asla nasihat edici bir rolü yoktur. O, danışanının yapacağı yolculukta doğru soruları sorarak, iyileşmenin önündeki tıkanıklığı ve engelleri kaldırmaya çalışır. Kişinin kendi önünde duruşlarını, sağlıklı olmayan savunma mekanizmalarını ona göstererek, yolculuğu kolaylaştırma görevini üstlenir. Yıllar içerisinde biriken, adeta halının altına atılarak saklanan bilinçaltı duygu ve düşünceleri göz önüne koyarak, kişinin önce bunlarla yüzleşmesini ve tanışmasını, sonrada onlarla vedalaşmasını sağlar. Hayatı ile ilgili kararları almak kişinin kendi sorumluluğundadır, çünkü diğeri tarafından önerilmiş çözümler herkes için doğru ve hayat kurtarıcı olmayabilir. Bir insan için doğru olan bir çözüm yolu, diğeri için tatmin edici değildir. Bu süreçte terapist kişinin bakmak istemediği ya da göremediği noktalara feneri tutar, bakan kişi ise danışandır. Birlikte çıkılan bu yolculukta, rehber olan terapist, o dağa tırmanırken bir çok kişiye eşlik ettiği için daha tecrübelidir. En azından tehlikeli sınırları ve sürekli aynı yere dönülme riskini bildiği için yolculuk daha güvenli geçer. Yolu bilen biriyle yola çıkmak belki yaşanacak acıyı azaltmasa da, en azından yolu kolaylaştırır.

Terapi sırasında insan adeta kendisiyle karşılaşır. Yıllardır aynada kendine bakmayan birinin kendi görüntüsüyle karşılaşması gibidir. Sürekli tekrarlanan davranışlarının ve düşüncelerinin altında daha önce hiç fark etmediği nice korkularının ve savunmalarının olduğunu fark eder. Arkeolojik bir kazı yapmak gibi, derinlere indikçe daha çok malzemeyle karşılaşır. Her bir adımda, yıllar içerisinde yabancılaştığı kendisiyle tanışır. Bu, aslında insanın içine yaptığı bir yolculuktur. Yoldaki arkadaşı ise, onu anlayan ve kabul eden terapisttir…

Yüzleşmek, ürkütücü olsa da aslında büyütücü etkisi daha fazladır. Kendisiyle ve korkularıyla karşılaşan insan ise daha özgürdür.

BANU YAŞAR / Psikolog&Psikoterapist

[email protected]

08.11.2009


Yabancı dil öğrenmede en aktif yaş, 3-7 arası

ALMAN Kiel Empati Psikolojik Danışma ve Rehabilitasyon Merkezi psikologu ve dil öğrenme uzmanı Dr. Gabriela Hermann, çocuğun anadilini öğrenmesinde 0-7 yaş grubunun çok önemli olduğunu söyledi.

Yedi yaşındaki çocuğun, yetiştiği ortamdaki bir dilin 45 bin kelimesini rahatlıkla anlayabileceğini ifade eden Hermann, dil öğrenmede en önemli rolün beyne verildiğine dikkat çekti.

Hermann, yabancı dil öğrenimi hakkında şunları söyledi: “Beynimizin sol yarımküresinde dil öğrenmeye yönelik merkez vardır. Bu bölge 0-7 yaş arası çok aktiftir. Bu aktiflik 15 yaşından itibaren yavaşlar. Ergenlik yaşından itibaren dil öğrenmek yavaş yavaş zorlaşır. Bir çocuğun anadili ve ikinci bir dil öğrenmesinde anneye çok büyük iş düşüyor. Annenin, bir çocuğun anadilinin şekillenmesinde fonksiyonu çok büyük. Almanya’da 60 yaş üstünün kişilerin çoğunun sadece Almanca bilmesine rağmen, yeni kuşağın ise İngilizce, İtalyanca ve Felemenkçede iyi bir derecede konuşabiliyor.” Alman Hermann’a göre, çocuğun ilk öğreneceği ve konuşacağı dilin yaşadığı ırkla bir ilgisi yok.

Çocuğun dil öğrenme hazırlığının anne karnında başladığını ifade eden Harmann, “15 aylık bir bebeğin yaklaşık 25 kelime çıkararak, iki üç kelimelik cümleler kurabilir.” dedi. Almanya’da çocuklarda anadil eğitimi yanında ikinci ve üçüncü dil öğrenimin okul öncesi eğitimle birlikte 3 yaşında başladığını kaydeden Hermann, şu uyarılarda bulundu: “Hamile anneleri doğumdan önce 3 haftalık eğitime alıyoruz. Çocuklara dil öğreniminde görsel nesneler ve hoş melodilere yer verilmesi gerekir. 0-7 yaş arası çocuğun bir kelimeyi çıkaramamasından ötürü korkutulması konuşma bozukluğu ve içe kapanmaya sevk ediyor.”

Özel Manavgat Koleji İngilizce öğretmeni Kadir Şaşmaz da küçük yaşlarda yabancı dil öğrenmenin daha kolay olduğunu ifade ederek ana sınıfında okuyan yerleşik yabancı çocukların kısa sürede Türkçe konuştuklarını kaydetti. 0-7 yaş grubu çocukların bellekleri yüzde 100 kapasiteli çalıştığı için her şeyi kayıt altına aldığını belirten Şaşmaz, 15 yaşından sonra ikinci bir dil öğreniminin yavaş yavaş zorlanacağını vurguladı.

Dil bilimcilerin, dünyada 3 bin 200 dil üzerine yaptığı araştırmaya göre; bir çocuğun 5 yaşına kadar her hangi bir yerde eğitim görmeden çevresinde konuşulan dili öğrenebiliyor. Kelime hazinesi bin 100 olan 3 yaşındaki bir çocuk ise günlük ortalama 4 yeni kelime öğreniyor. 0-6 yaş grubu çocuklar ise belleklerinin yüzde 100 oranında açık olmasından ötürü her duydukları ses ve kelime öbeğini beyinlerine kaydediyor.

08.11.2009


Grip aşısındaki cıva, sağlığı tehdit etmeyecek miktarda

ESKİŞEHİR Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Enfeksiyon Ana Bilim Dalı Başkanı da olan Prof. Dr. Usluer, ESOGÜ Prof. Dr. Necla Özdemir Salonu’nda verdiği ‘’Domuz Gribi, Aşı ve Korunma Yöntemleri’’ konulu konferansta, bütün olumsuz ve medyatik duyurulara karşın birincil ve en önemli korunma yönteminin aşılama olduğunu kaydetti.

Dünyada bugüne kadar insanlığı tehdit eden grip salgınları olduğunu ifade eden Prof. Dr. Usluer, şöyle konuştu:

‘’Kuşlardan veya domuzdan insana geçip yeni bir yapı oluşturan virüsler mutasyona uğrayarak etki alanını farklılaştırdı. Pandemi (salgın) sayılabilmesi için bir virüsün öncelikle yeni bir virüs olması, hayvandan insana geçmesi, insanda enfeksiyon oluşturması ve yeterli kişiye bulaşmış olması gerekir. 6-8 haftalık dalgalanmalarla yayılan virüsün hızı artabilir veya azalabilir. Bu nedenle bir pandeminin önceden etkileri belirlenemeyebilir. Türkiye’de virüsün görülme sayısı özellikle çocuklarda ve genç nüfusta yüksek. Gribin kendiliğinden ortadan kaybolma ihtimali de olası görülmüyor.’’

Prof. Dr. Usluer, korunma yollarının başında kişisel korunma, aşılama, antiviral ilaçların kullanılması, toplumun doğru bilgilendirilmesi ve eğitimin sürdürülmesinin yer aldığını ifade ederek, ‘’Virüse karşı ellerin sık sık yıkanması, kağıt mendil kullanılması, kalabalık ve kapalı alanlardan mümkün olduğunca uzak durulması ve binaların dezenfektasyonu önlemli’’ dedi.

08.11.2009


MASKE KULLANIMI DA KORUNMADA ETKİLİ

BİNALARIN dezenfekte edilmesi konusunda etkisiz kalındığını savunan Usluer, ‘’Hava yoluyla da bulaşan virüsün eşyaların dezenfekte edilmesi yoluyla engellenmesi mümkün olmayacaktır.

Korunmada öncelikli yöntem aşılanma olmalıdır. Cerrahi maske kullanımı da korunmada etkili olacaktır’’ dedi. Aşının yüzde 90’ının kuzey Amerika ve batı Avrupa’da üretildiğini ifade eden Prof. Dr. Usluer, şunları söyledi: ‘’Üretimde ilk sırada yer alan Kanada, üretilen aşının yüzde 10’unu gelişmekte olan ülkelere ayırdı. Aşının yeterli miktarda bulunmadığı durumlarda adjuvan madde içeren aşılar devreye giriyor. Türkiye’de bulunan aşıda ise adjuvan madde olarak skualen yer alıyor. Bu madde köpek balığı karaciğerinden elde ediliyor. Balık, karaciğer yağı ve zeytin yağında dahi bulunan bu maddenin miktar bakımından zararlı bir yan etkisi olmayacaktır. Ayrıca aşıda bulunan cıva içeriği de insan sağlığını tehdit edecek miktarda ve türde değildir.’’

08.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.