26 Kasım 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Gerçek vesayet odağı yargı

TÜRKİYE’DE bir vesayet rejiminin var olduğu son yıllarda sıkça dillendirilir oldu... Bu hüküm yanlış mı derseniz, cevabım: Hayır!..

Hüküm doğru olmasına doğru ancak genel kabulde işaret edilen ‘vasi’ adresi bence doğru değil. Vesayet zihniyetinin odağı olduğu düşünülen, bir dizi müdahale ve darbedeki rolü dolayısıyla ön planda görünen silahlı kuvvetler, 1960 ihtilalinden sonra oluşan yapıda sadece tali bir unsur.. Gerçek anlamda demokrasinin tesisi önünde görünürdeki yegâne engel kurumsal olarak yargı.

Anayasa Mahkemesi resmi internet sitesinde (...) ‘ Hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olması’ ilkesinin 1961’de terk edilmesiyle ‘ Parlamentonun üstünlüğünün sona ererek’ yargının ‘ Egemenliğin kullanılmasında pay sahibi olmasının’ ne denli faziletli bir iş olduğunu bakın nasıl anlatıyor:

“ 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: ‘Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.’ Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamento’nun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamento’nun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamento’nun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamento’nun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.”

Kurucu hâkimleri Yassıada yargıçları olan mahkemenin yaptığı bu tanımlama yargı erkinin diğer birimlerini bağlar mı diye düşünmek yersiz, zira Anayasa Mahkemesi bu değerlendirmeyi münhasıran kendisi için değil kendisiyle birlikte tüm yargı için yapıyor. Nitekim Yargıtay başkanlarının dünyada eşi benzeri olmayan tamamen siyasi mahiyetteki ‘ Adli yıl açılış konuşmaları’ vesilesiyle merasimde hazır bulunan siyaset erkânına düstur çekme geleneği de söz konusu zihniyetin tezahüründen başka bir şey değil.

Ak Parti ne yazık ki iktidara geldiği günden bugüne yaşadığı onca olumsuzluğa ve hakkında açılan kapatma davasından ağır hasarla kurtulmasına rağmen, üstelik Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın benzer bir dosya mahkemeye geldiğinde neler olabileceğini ima eden ikaz cümleleri hafızalardayken meselenin önemini kavrayamadı; hatta kavrayamamanın ötesinde Başbakan’ın itibar ettiği yorumcuların ve yakın çevresinde yer alan kişilerin çizdikleri ‘askeri vesayet’ tablosunu önemsemesi sebebiyle yargı yetkisini elinde bulun duran kurumlar dikkat halesi dışında kaldı... Oysa her kademede siyasetçiden ordu komutanlarına; gazeteciden iş adamına kadar toplumun önemli bir kesiminin şikâyetçi olduğu telefon dinlemelere tepki düşük perdede yansırken hedef yargı mensupları olduğunda ortalığın ayağa kalkması dahi ‘ gerçek vasi’nin kimliği konusunu bir kere daha düşünmeyi gerektiriyordu...

Avni Özgürel / Radikal, 25.11.2009

26.11.2009


Açılım ve EMASYA

DEMOKRATİK çılımın kritik dönemlerinden birine hızla ilerliyoruz. Bu dönem muhtemelen somut adımlar, somut önlemler ve önerilerden oluşacaktır. Türkiye bu noktaya sivilleşme istikametinde keskin adımlar atarak gelebildi, bu noktadan sonra doğal olarak sivilleşmenin daha da derinleşmesi beklenir.

Bu durumda soru şu: sistemin üzerinde “demoklesin kılıcı” gibi duran, askerleşmiş düzenin en derin aşamalarından birisini oluşturan EMASYA protokolü ne olacaktır? Yol bu protokolle birlikte mi alınacaktır?

Emasya’nın işlevlerini hatırlamakta fayda var…

“İlk işlevi”ni iç siyasette yerine getirir EMASYA.

Protokole göre her ilde garnizonlarda oluşturulan “Asayiş Güvenlik Merkezleri”yle sivil emniyet ve mülki amiri istihbarat, değerlendirme ve planlama açısından askere bağımlı kılınmıştır. Tüm toplumsal ve istihbari bilgiler askerin elinde birikmekte, fişleme doğal bir işlem haline gelmektedir. Öte yandan asker gerekli gördüğü durumlarda toplumsal hadiselere mülki amirin iznine gerek kalmadan el koyabilmektedir.

“İkinci işlevi” düzeni askerileştirmedir.

Protokol hükümlerine göre herhangi bir iç güvenlik harekâtı süresince polis Özel Harekât Timleri EMASYA Bölge ve Tali Bölge Komutanlıkları’nın emrine, geçici köy korucuları, bölgedeki ilgili Jandarma komutanlığının emir-komutasında olarak, yine EMASYA Komutanlıkları’nın emrine verilir. İç Güvenlik Harekâtlarında ve harekât bölgelerinde harekât kontrolü, yani komuta bölgedeki en üst askeri birimde, fiilen ülkenin ezici bir çoğunluğunda KKK karargâhlarındadır. İç harekât durumunun özellikle Batman, Diyarbakır, Hakkâri, Mardin, Siirt, Şırnak, Şanlıurfa ve Van’da geçici değil sürekli bir durum olduğu düşünülürse, ülkenin ciddi bir bölümünde asayiş alanının her bakımdan askerileştiği açıktır.

“Üçüncü işlevi” ise ikame işlevidir.

Şöyle: Jandarmanın valilerden kimi tekil olaylarda ya da 1 yıla varan uzun sürelerle her tür konuda polis alanlarında görev yapma yetkisini alması son yıllarda sıkça görülen durumlardan birisidir. Bu tür görevlendirmeler istisna olmaktan çıkmış, askeri otoritenin sıradanlaşmış talepleriyle bir rutin haline dönüşmüştür.

Nitekim 2006 yılında Ankara, Konya, İzmir gibi kentlerde, toplam 40 ilde polise ait olan operasyon, arama, kontrol ve baskın yetkilerinin valiler tarafından bir yıllığına jandarmaya verildiği ortaya çıkmış ve gerekçe olarak Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun 10. maddesinin c fıkrası gösterilmiştir. Buna göre, “Jandarma veya Emniyet Teşkilatı, sorumluluk sahasında yetersiz kalmaları durumunda, mahalli mülki amirler tarafından birbirlerinin sorumluluk sahalarında geçici olarak görevlendirilebilir.”

Bu hüküm İller İdaresi Kanunu’nun EMASYA Protokolü’yle şekillendirilen 11/D maddesine göre düzenlenmiştir. Ayrıca jandarma ve emniyet güçlerinin mülki amir izni ve savcı talimatıyla yapılan ortak operasyonları sıklaşmaktadır.

Bunda EMASYA Protokolü’ne göre düzenlenen TSK iç güvenlik doktrinin iklimi ve siyasi etkisi dikkate değer önemdedir. Asayiş alanının adli takip açısından askerileşmesinin bu tür göstergeleri son olarak İzmir’de il ve ilçe merkezlerinde 24 Mayıs 2009’da yapılan KESK operasyonunda karşımıza çıkmıştır. Yaygınlaşan bu durum askeri otoritenin iç güvenlik doktrininin ruhuyla son derece uyumludur ve dolaylı olarak EMASYA Protokolü’yle ilgidir.

Prokotol açık olarak yasalara aykırı ve anti-demokratiktir, zira askeri otoriteyi mülki amirin yönlendiricisi haline getirmektedir. Bu tür süreçlerin hedefleri ne irtica ne bölünme tehlikesidir, toplumsalın ve siyasetin özerkliğidir. EMASYA Protokolü işaret ettiği yapılanma, anlayış ve eğilimle askerileşen devlet alanının pratik-politik işleyiş şemasıdır ve askeri vesayet düzeninin kritik mekanizmalarından birisidir.

Velhasıl demokratikleşme sürecinin olmazsa olmaz koşuludur bu protokolün kaldırılması…

Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak, 25.11.2009

26.11.2009


Tutukluları ziyaret adetten midir?

DİKKATİNİZİ çekmiştir. Ergenekon soruşturması başladığından bu yana yolu bir şekilde Beşiktaş’taki mahkemeye düşen askeri personel için olağanüstü güvenlik tedbirleri alınıyor. Önce gelmemek için direten muvazzaflar başka çare kalmadığını görünce koruma kalkanı altında ifadeye çıkıyor.

Beyaz bir minibüsten inen onlarca asker ikişerli sıra olup kol kola giriyor. Aradan sanıklar geçiyor. Aynı seremoni her seferinde tekrar ediliyor.

İhbarcı subayın mektubunda vardı. Albay Dursun Çiçek’in evini aramaya giden ilgili subayın da ‘yiyip içip vakit öldürdükten sonra’ görev yerine dönerken ‘biz adamımızı böyle koruruz’ dediği iddia ediliyordu.

Yine hatırlanacağı gibi faili meçhullerle ilgili tutuklanan ve 9 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi istenen Kayseri Alay Komutanı Cemal Temizöz hâlâ görevinin başında. Üstelik on aydır tutuklu. Avukatlık masrafları da Jandarma’dan ödeniyor. Evinde 52 el bombası ve çok sayıda silah bulunan Yarbay Mustafa Dönmez de görevde tutuluyor.

Oysa sivil memurlar ya da polisle ilgili en ufak şaibeli iş olsa en azından ‘soruşturmanın salahiyeti açısından’ açığa alınır. Nitekim Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan ve Sakarya Emniyet Müdürü Faruk Ünsal tutuklandıktan sonra açığa alındı. Başka örnekleri de mevcut.

‘Destek’ olarak algılanabilecek tavırların en dikkat çekeni ise şüphesiz 3 Eylül 2008 günü ‘Genelkurmay Başkanı Emriyle’ Kandıra Cezaevi’ne yapılan ziyaretti. Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi, o dönemde tutuklu olan emekli orgeneraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur’u ‘TSK adına’ ziyaret etmişti. Bu ziyaret de Genelkurmay web sitesinden yayınlanmıştı.

Bunları neden hatırlattık? Malum olduğu üzere çetenin ‘Bamya’ adını taktığı Hava Kuvvetleri eski Savcısı Albay Zeki Üçok sahte çürük raporu hazırlayan bir örgütün üyesi olmak ve yağmaya teşvikten tutuklanmıştı. Ayrıca hipnoz ve işkenceyle ifade aldığı gerekçesiyle uzun süre kamuoyunu meşgul etmişti.

Albay Cengiz Köylü de Ergenekon soruşturması kapsamında Karargah Evleri soruşturması kapsamında tutuklanmıştı. Her ikisi de açığa alınmamıştı.

Biz Ankara’nın toz duman gündemleriyle uğraşırken geçtiğimiz hafta ilginç bir trafik yaşandı. Hasdal Askeri Cezaevi’nde tutuklu bulunan albaylara ‘resmi’ ziyaret yapıldı. 13 Kasım günü ‘Hava Kuvvetleri’ adına gelen heyet tutuklu bulunan albayları ziyaret etti. Ne konuştuklarını bilmiyoruz ama bu ziyaretin bizatihi kendisi, önceki örneklerle birleşince ortaya net bir resim koyuyor. Üstelik yoruma bile ihtiyaç bırakmayacak kadar açık bir resim...

Adem Yavuz Arslan / Bugün, 25.11.2009

26.11.2009


Ya demokratsınızdır ya da değil!

DARBE planları yaptığı iddia edilen bir amiralin internete düşen ses kaydından söz açmıştım, hatırlayacaksınız.

İşte o konuşmasında diyordu ki amiral... “Bizim Avrupa’daki ordular gibi bir lüksümüz yok! Mesela Fransa’da da TIR şoförüyle profesörün oyu eşit ama Rönesans-

Reform sürecinden geçtikten sonra kime oy vereceklerini biliyorlar.”

Neresinden tutsak, dağılacak bir akıl yürütme!

Çünkü Fransa’da orduyu durduran şey bu “lüks” değil, demokratik siyasi iradenin kurumlaşmasıdır.

Yoksa Fransa’nın siyasal tarihinin devrilen rejimlerle dolu olduğunu ve “darbe” (coup d’etat) sözcüğünü siyasal literatüre Fransızların soktuğu gerçeğini unutabilir miyiz?

Ama bunları da geçelim ve gelin, Fransa’nın yakın tarihine göz atalım...

***

1947’de sosyalist içişleri bakanınca son anda önlenen darbeyi...

1968’de öğrenci ayaklanmaları sırasında bile bazı yüksek rütbelilerin darbe hazırlığı yaptığının ortaya çıktığını falan...

Geçiyorum.

Ve soruyorum...

Çok değil, yaklaşık 50 yıl önce...

1958’de...

4. Cumhuriyet neden yıkıldı?

Cezayir’de bağımsızlık mücadelesi verenlere karşı savaşan askerlerin gerçekleştirdikleri “darbe”nin sonucunda değil mi?

Bir anda bütün Fransız demokrasisi çökmenin eşiğine gelmişti.

Çare olarak De Gaulle iktidara çağrıldı.

Güçlü Devlet Başkanlığı sistemi getiren yeni anayasayla 5. Cumhuriyet kuruldu.

Ama unutmayın! Eski Genelkurmay Başkanı Paul Gardy ve çeşitli rütbelerdeki subaylardan oluşan OAS (Gizli Ordu Örgütü) 1963’e kadar suikast, terör ve darbe girişimlerini sürdürmüştü.

***

Belli ki, bizim amiralin pek güvendiği Fransız seçmenine zamanında bazı Fransız generalleri hiç güvenmemişler!

Demek ki, onlar da “durumdan vazife çıkarmayı” kafalarına koyduklarında...

Aydınlanma ve demokrasi geleneğini, Rönesans ve Reform sürecini falan hiç takmamışlar!

Kim durdurmuş onları? Kararlı siyasal irade! İşin özü şu ki...

Demokrasi başka şeydir, “demokrasinin tarihi” bambaşka şey!

Seçmen Mülkiye’de öğrenci değildir, olması gerekmez.

Demokrasi, vesayet rejimi değildir.

Demokrasi bir sosyal “hamlık-olgunluk” meselesi değildir.

Demokrasi, siyasal irade ve kararlılık meselesidir.

Haşmet Babaoğlu / Sabah, 25.11.2009

26.11.2009


Gemilerde talim var

AKSİYON dergisinin bu haftaki başlığı böyle: “Gemilerde cunta var”; benim cuntaya dilim varmadı, talim dedim.

Sıradan bir vatandaş için, bahriyesine sıcak bakan, bakmak isteyen her vatandaş için gerçekten üzücü.

Ama, üzücü olduğu kadar da gerçekçi bir başlık.

Kafes planıyla ortaya dökülen konular korkunç; muhtemelen, AK Parti’yi devirmek için onlarca çocuğu havaya uçurmaya hazır bir manyaklar grubuyla karşı karşıyayız.

Diyebilirsiniz ki, bu Kafes planı şimdilik bir iddiadan ibaret; Poyrazköy gömüleriyle ilgili de henüz bir kesinleşmiş yargı kararı yok.

Yine Bahriye, yani Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde oluşmuş, bizzat Komutan Özden Örnek’in yazdığı söylenen, hadi iddia edilen diyelim, darbe günlükleri mevcut.

Ancak, tüm bunlar henüz yargı kararıyla kesinleşmediği için doğrudan bir suçlama getirilemez de diyebilirsiniz.

Ancak, yargı kararı gerektirmeyen, Deniz Kuvvetleri komutanlığı internet sitesinden ulaşabileceğiniz çok ilginç bilgiler, suç delilleri de var.

2006 senesinin Eylül ayında dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğlu, Tuzla Deniz Harp Okulu’nun açılış dersini veriyor ve bu ünlü (!!!) konuşmasında aşağıdaki ifadeleri kullanıyor; aşağıdaki alıntıyı aynen internet ortamından indiriyorum.

“Oramiral Karahanoğlu, Deniz Harp Okulu Komutanlığı’nda, 2006-2007 eğitim ve öğretim yılı açılış töreninde öğrencilere ilk dersi verdi. Karahanoğlu, kimi iç ve dış mihrakların, TSK’yı yıpratmak için işbirliği halinde saldırılarını yoğunlaştırdıklarını belirtti. YA TERKEDERLER YA DA... Oramiral Karahanoğlu, ‘sonlarını kendileri hazırlayan bu zavallılara biz sadece acıyoruz. Bu mihraklar, ya bu ülkeyi terkedecekler, ya da Anadolu denizi’nde boğulacaklardır’ diye konuştu.”

Bu konuşmayı yapan kişi bir devlet memurudur ve konuşmasında görüşlerini paylaşmadığı bazı kişilerin ya ülkeyi terk etmek zorunda kalacaklarını ya da Anadolu denizinde boğulacaklarını söylemektedir.

Sayın Karahanoğlu çok açık bir biçimde birilerini, elindeki silahlara güvenerek tehdit etmekte, kaçmaya zorlamakta ya da öldüreceklerini, boğacaklarını söylemektedir.

Kafes operasyonuna kadar gitmeye gerek yoktur; elimizde bir kuvvet komutanının resmi internet sitelerinden ulaşabileceğiniz bir konuşması (buna konuşma denir ise) mevcuttur.

Bir grup vatandaş, vergileriyle maaşını ödedikleri bir askeri memur tarafından tehdit edilmiştir.

Ve bu konuşma sonrasında bağımsız olduğu söylenen, adil kararlar ürettiği söylenen askeri yargı kılını bile kıpırdatmamıştır.

Ve bugün bizden bu yargıya, askeri yargıya saygı duymamız istenmektedir.

Askeri yargıyı bir kenara koyun, sivil yargının yüksek tarafı da bu korkunç konuşma sonrası gıkını çıkarmamıştır.

Barolar bu konuşma sonrasında Oramirali istifaya davet etmemişlerdir.

Belki hepsinden önemlisi siyasal iktidar bu komutanı görevden almak için harekete geçmemiştir; Sayın A.N. Sezer’in o dönemde Cumhurbaşkanı olarak böyle bir görevden alma kararnamesine imza atmayacağı bellidir ama hükümet yine de denemek zorundadır.

Bugün, mesela Kafes operasyonu için ortada hala bir yargı kararının olmadığı söyleniyor.

Ama bu tehdit, adam öldürme amaçlı tehdit resmi demeci resmi sitelerde durabiliyor.

Ve kılını kıpırdatan yok.

Eser Karakaş

Star, 25.11.2009

26.11.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl