08 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

TÜRKİYE’DEKİ BAŞÖRTÜSÜ KISITLAMASININ MİNARE YASAĞINDAN FARKI YOK

İsvİçre minare inşaatını yasaklayan referandumla, Hıristiyan Batı’yla İslam toplumları arasında zaten gergin olan ilişkileri yeni ve tehlikeli bir tünele soktu; bu tünel, karikatür krizinden veya Salman Rüştü’nün Hz. Muhammed’i ve dini değerleri karalayan romanlarından daha tehlikeli. İsviçrelilerin girişimi her ülkede yaşanabilecek türden normal bir anlaşmazlığın ötesine geçerek, İslami sembollerin en belirginlerinden birine dokunuyor. Bu, inanca ve sembollerine yönelik skandal boyutta bir müdahale. Bu referandumun uluslararası siyasette tarafsız bir yöntem izleyen ve dünya savaşlarına katılmamış bir ülkede yapılmasıysa işi daha da tehlikeli kılıyor.

Bu, Hıristiyan Batılı toplumları İslam ve Müslümanlarla ilişkilerinde tahrik eden ve diğer Avrupa toplumlarını İslami değerleri hakir görmeye ve bu değerlerle alay etmeye cesaretlendirecek vahim bir mesaj gönderen zihniyetin olumsuz göstergesi. İsviçre’nin kararı, İslam’ın Avrupa’da yayılmasını engellemeyi hedefleyen gergin bir sürecin sert başlangıcı. Vatikan, çan kulelerinin yasaklanmasına denk olan referandumu reddetmeli. Avrupalılar kendileri için kriterler belirliyor ve ‘hasta adam’ oldukları gerekçesiyle bu kriterleri başka toplumlara yaymak istiyor. Onlara göre, dünyanın geri kalanı uygarlaşmaya ve medenileşmeye muhtaç olan ‘kızıl derililer’. Fakat Avrupalılar kavramları kendi arzularına göre tanımlayarak kendileriyle çelişiyorlar. Zira bireysel ve dini özgürlüklerini teminatı olması gereken laiklik bu özgürlüklere yönelik baskıya dönüşüyor.

Bu çelişkinin ve çifte standardın örneklerinden biri başörtüsü sorunu. Laik Avrupa rejimlerinden bazıları resmi kurumlarda ve bazı üniversitelerde başörtüsü yasakladığında aslında dini ve bireysel özgürlükler baskıya maruz kaldı. İslamiyet’te bir ruhban sınıfı olmaması nedeniyle bir din adamının sarığı dini bir değer olmayabilir, ancak başörtüsü Kuran’a göre dini farzlarındandır. Başörtüsünün okullarda, üniversitede ve resmi dairelerde yasaklanması bireysel özgürlüklere bir saldırı. Ayrıca bu yasağın İslami değerlere ve dinin temellerine karşı kuruntuyla yaklaşan ve hatta açıkça saldırgan bir tutum izleyen laiklik uygulamalarıyla kesinlikle bir ilişkisi yok.

AYNI ZİHNİYETİN

İKİ FARKLI YÜZÜ...

Başörtüsünün devlet daireleri, okullar ve üniversitelerde yasaklanmasının İsviçre’deki minare yasağının bir başka yüzü olduğunu söylemek mümkün. Eski ABD başkanı George W. Bush’un Haçlı zihniyetinden henüz kurtulmamış ülkelerde böyle bir yasağın belki ‘haklı’ bir gerekçesi olabilir. Ancak İslam’ın temellerinin çiğnenmesini neredeyse insanlık suçu seviyesine yükselten husus, Türkiye’deki laik siyasilerin başörtüsü gibi bir sorunu, İsviçrelilerin minare sorununa yaklaşımıyla aynı şekilde ele almaları.

Nüfusunun yüzde 99’unu Müslümanların oluşturduğu Türkiye’de başörtüsünün üniversiteler, okullar ve hatta devlet dairelerinde yasak olması, bu ayıbı şu ana dek ortadan kaldırmayan siyasi rejimin ve siyaset sınıfının alnında kara bir leke. İsviçre’den Türkiye’ye suç, iki yüzüyle -minare ve başörtüsü- aynı. Ayrıca bu suç, Hıristiyanlık-İslam ilişkileri açısından sanıldığından daha tehlikeli.

Muhammed Nureddin

(Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü)

Katar gazetesi Şark, 6.12.2009

(İktibas: Radikal, 7.12.2009)

08.12.2009


Atın çöpe gitsin

Emeklİ Kuvvet Komutanları Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek’in saatler süren sorgulamanın ardından mahkemeye bile çıkarılmadan serbest bırakılmasının ne anlama geldiği, cevaba muhtaç kritik bir sorudur.

Gelin birlikte arayalım cevabı...

Bize ipuçları verecek iki önemli saha var. Birincisi sorgulamayı yapan savcıların imza attığı iddianameler, diğeri sorgu sürecinde yaşananlar...

Geçen yıl temmuz ayında tamamlanan birinci iddianamede, sanıklara isnat edilen suçun özü, hükümeti devirmeye yönelik darbeye teşebbüsüydü. İkinci iddianameyle birlikte davanın kapsamı biraz daha da genişledi ve tümüyle darbe eksenine oturdu.

Savcı Mehmet Ali Pekgüzel’in yargılamanın devam ettiği İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde haykırdığı “işin özü darbedir” sözünün gerisinde yatan gerçek de budur.

Savcılar, bu iddianamede, büyük darbe planını dört aşamalı senaryoya dayandırdılar. Kamuoyunun sıkça telaffuz ettiği Sarıkız, Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven senaryoları, aslında ayrı ayrı darbe planları değil tek planın evreleridir.

Özetle, ortada “tek darbe planı” vardır.

HER PLAN AYRI

BİR AŞAMA

Sarıkız; darbe öncesi aşamanın adıdır, darbe hazırlıklarını ifade ediyor. Ayışığı ve Yakamoz; darbenin uygulama tarifidir, bizatihi kendidir. Eldiven ise darbe sonrası devletin yapılandırılması ve uluslar arası ilişkilerin yeniden dizayn edilmesini öngörüyor.

2. İddianameye göre; Sarıkız’ın temel dayanağı, Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen (savcılara göre gerçek) darbe günlükleridir. Mustafa Balbay günlükleri, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ifadesi, kimi telefon konuşmaları, Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’da ele geçirilen bazı gizli belgeler gibi yan unsurlar da var.

İddianamede Sarıkız evresinin mimarları olarak Aytaç Yalman, İbrahim Fırtına ve Özden Örnek gösteriliyor. Ayışığı, Yakamoz ve Eldiven ise “Şener Eruygur ve ekibi”ne bağlanıyor.

Dolayısıyla, savcılar, iddianamede açık bir şekilde isimlerini yazarak üç paşanın darbe için 2003-2004 yılında düğmeye basan isimler olduğunu ifade ediyor.

BAŞLAR DIŞARDA

AYAKLAR İÇERDE

Geldiğimiz noktada durum nedir?

İddianame üzerinden yoruma devam edecek olursak; düğmeye basanlar (Yalman, Fırtına, Örnek), tutuklanma talebiyle mahkemeye sevkine bile gerek görülmeden savcılık tarafından doğrudan serbest bırakılıyor. Oyuna devam eden paşa (Eruygur) ise bir şekilde dışarıda kalmayı başarıp kafe gezintisine çıkabiliyor.

Yani, başlar dışarıda eller ve ayaklar içeride...

Bu durumda sormak gerekmez mi? O günlükler yüzünden Mustafa Balbay’ı neden içeride tutuyorsunuz? Balbay’ınki “darbe günlükleriydi” de paşalarınki “Narnia Günlükleri” mi?

Demek, öyleymiş! Özde değil sözde...

Öyleyse, 2. İddianameyi atın çöpe, 1. ve 3. İddianameyi ise yeniden yazın. Bir çocuk masalı olan Narnia Günlükleri üzerinden yargılama olmaz.

PAŞALARA POZİTİF AYRIMCILIK

Gelelim ikinci bölüme...

Darbe günlüklerinin ağırlıklı olarak yer aldığı 2. İddianame, geçtiğimiz mart ayı içinde tamamlanarak mahkemeye sunuldu. Özden Örnek ve günlükler, kırk yerde geçtiği ve iddianın omurgasını teşkil ettiği halde, günlüklerin sahibi aranmadı.

Tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan Hilmi Özkök Paşa’nın ayağına gidildi. Mahkumlar hariç tüm tanıklar, İstanbul’a davet edilirken Özkök Paşa için İzmir’e bilet alındı.

Olabilir, makama hürmettir, geçelim. Neticede, tanıktır.

Yalman, Fırtına ve Örnek “şüpheli” sıfatıyla sorgulandıkları halde davetiye gönderildi. Genelkurmay’ın çıkışından sonra Albay Dursun Çiçek ve arkadaşlarında denenen bu yöntem, gelenekselleştirildi mi bilemem, ama paşalara pozitif ayrımcılık yapıldığı ortada.

Bir de cevapsız kalan sorular var; eğer bu paşalara şüpheli gözüyle bakıyorsak, teknik takibe alındı mı? Ev ve ofislerinde delil arama çalışması neden yapılmadı? Bu paşaların ilk aşamada misal Mustafa Balbay veya Tuncay Özkan’dan ne farkları vardı? Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un kapısını çalan irade, neden kayboldu?

YENİ KONSEPT BU MU?

Sormaya devam edelim...

Adalet Bakanlığı’nın birden bire eski bir yönergeyi hatırlayarak paşaların sorgulanmasında başsavcı veya başsavcı vekilinin nezaretine gönderme yapması, ardından paşa sorgularının Başsavcı Vekili Turan Çolakkadı başkanlığında yapılmasındaki keramet nedir? Bu hassasiyet, Eruygur ve Tolon’a neden gösterilmedi?

Bedrettin Dalan’ın, Tuncer Kılınç’ın adlarının karıştığı 10. dalga operasyondan sonra bozulan devlet mutabakatı, farklı bir konseptle yeniden mi kurgulanıyor? Yeni konsepti, açılımdaki olumsuz gelişmeler mi tetikliyor? TCK’da gazetecilere yönelik cezaların arttırılmasını öngören düzenleme de bu kurgu içinde mi değerlendirilmeli?

HÜLASA,

NELER OLUYOR?

Bilmiyoruz, ama olanlar, hayra alamet değildir. Ergenekon davası fıtık olmuştur. Tedavisi mümkündür, lakin bu haliyle kötürümdür. Artık, hukukun üstünlüğü değil güçlülerin hukuku vardır.

Şamil Tayyar

Star, 7.12.2009

08.12.2009


‘Asimetrik psikolojik savaş’kepazeliği

Sİyasal yapıyı değiştirmek, toplumsal tepkileri yönlendirmek maksadıyla sürdürülen “asimetrik ve organize bir psikolojik savaş” uygulaması var. Kurguladıkları darbelerin gerçekleştirilemediğini yaşasalar da, en azından; toplumda hoşnutsuzluk, huzursuzluk, güvensizlik yaratmak, ekonomik ve sosyal patlamalar umarak, bir sonraki genel seçimlerde C(M)HP iktidarını umuyorlar. Yani karargâhtaki az sayıdaki aydınlık karşıtı birey, Anadolu insanını nasıl “kafese” sokarımın hâlâ planlarını yapıyor. “Kafes” kepazeliği gibi garabetlerle; düşünmeyen, tartışmayan, tek dinli, tek mezhepli, tek dilli, tek yüce ideolojiye tapınan “cici çocuklar” yetiştirilmek arzulanıyor.

Ama artık yemezler. Son üç gündür Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman ve İzmir’deyiz. Buralardaki yurdum insanları da şöyle düşünüyorlar:

1. Darbeci ana akım yav(yum)şak medyası; “Kafes, Yakamoz, Ayışığı” gibi darbe planlarını, İrtica ile Mücadele Eylem Planı’nı, Bilgi Destek Planlarını, yeraltından fışkıran LAW silâhlarını görmezden gelerek, her yeni darbe tasarımı ortaya çıktıkça, daha da aymaz bir yüzsüzlükle bunlara “sözde” yakıştırması yapıp manipülasyona devam edilmesin.

2. İzmir’deki ‘organize işler bunlar’ı anlamak için, hiç öyle derinlemesine sosyal, ekonomik ve politik analizlere gerek yok. Elinden işi Kürtler tarafından alınan göçmen amele, pazarda rekabet ettiği Kürt pazarcıdan bıkan Ege köylüsü, birden DTP konvoyunun geçtiğini görünce bir-iki dakika içinde bütün arkadaşlarını cadde üstüne ellerindeki taşlar ve bayraklar ile toplayıverdi öyle mi? Çevrede oturan apartman sakinleri de zaten “her Türkün asker doğması” gibi, evlerinde bu durumlarda kullanılmak üzere, birer kalpaklı Atatürk posteri ile Türk bayrağı saklıyordu değil mi? Konvoyun geçtiğini görünce de hassasiyetlerini göstermek amacıyla hemen koşup, pencerelerden sarktılar. Taş atanlar, göçmenden çok Romana benziyordu ve ardından patlak veren Çanakkale olayları da benim zihnimde yeni bir Mersin mi çağrışımını yaptırdı diyorlar. Bu nedenle de memleketim olan İzmir’imin; “Gâvur İzmir”, “Faşist İzmir” şeklinde nitelenmesine içerliyorum ve hemşerim İzmir Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz’ın da başarılı kriz yönetimini tebrik ediyorum.

3. Danıştay’ın katsayı kararı; kanun, yönetmelik, içtihat, faul, ofsayt hiç fark etmez, “oyun oynanırken kural değişir ve elle de gol atılabilir” diyorlar. Yargı da sanki ciddi travma geçiriyor. Darbeci kurmaylar 24 saatte evlerine dönerken, yetkisi olmayan Ergenekoncu Baro dava açıyor, Danıştay da Kurban Bayramı’nda Meslek Liseli gençleri kurban ediyor diyorlar.

4. Son günlerde ROJ TV’de yine “Önderin” sağlık durumu ve cezaevi koşullarının kötüleştiğine dair haberler sıklaştı. Bunun sokaklara yansıması da görülüyor diyorlar.

(...)

7. Gelelim darbe severlere ve darbecilere karşı alınacak önlemlere; Sigara gibi darbeleri de yasaklayan ya da “sıkıysa yapın” dedirtecek türden yasalara, kurumlara ve insanlara gereksinim var. Biz onlara; “sıkıysa övün, teşvik edin, yandaş olun” diyemedikçe, onlar daha da çok, asimetrik psikolojik karabasanlarını hayata geçirme sevdası ile hareket edecekler diyorlar.

8. Keşke Başbakan’a da Kürt açılımının ötesinde ceberut bürokrat açılımı da yapılsa diyorlar.

Önder Ataç Taraf, 7.12.2009

08.12.2009


Komutanların yolu Silivri’ye çıkar mı?

Gündemde her biri deve dişi gibi esaslı konular var. Öcalan’ın 17 santim küçülen hücresi bahanesiyle Türkiye’nin muhtelif yerlerinde başlatılan eylemler sürüyor. DTP yöneticilerinin provokatif açıklamaları da yangına körükle gitmekten farksız. Bir yandan da yarın DTP’nin Anayasa Mahkemesi’nde kapatılması görüşülecek. Albay Çiçek’in imzasını taşıyan ve aylardır gündemde olan millete komplo belgesiyle ilgili her gün yeni gözaltılar olurken bir yandan da ‘amirallere suikast düzenleme’ iddiasıyla subaylar tutuklanıyor. 2004 döneminin kuvvet komutanları sivil savcılara 10 saat boyunca ifade verip Türkiye tarihinde bir ilkin yaşanmasına neden olurken öbür taraftan YAŞ bildik manzaralarla sonuçlandı.

(...)

DTP kapanır mı? Aslında partiyi kapatmamak için devletin elinden geleni yaptığı ortada. Süreci uzatıp zamana yayması da bunun bir göstergesiydi. Fakat gelinen nokta da kapanması yönündeki beklenti de yüksek. Çünkü DTP yönetimi siyasi rant elde etmek amacıyla partiyi kapattırmak için elinden geleni ardına koymadı. Adeta parti kapansın diye bekliyorlar.

DTP yönetimi bir yandan da günlerdir alternatif senaryolar üzerinde de çalışıyor. Öne çıkan ise üçüncü yol dedikleri yeni bir partinin tabelası altında devam etmek. Parti yöneticileri DTP’nin kapanacağını ama milletvekillerine siyasi yasak gelmeyeceğini umuyor. Gerekçeleri de ‘Venedik Kriterleri’ yani ‘şiddete bulaşmamış olmak’ Yeni parti kurmayıp yedekteki Barış ve Demokrasi Partisi’ne katılacaklar. DTP yönetimi siyasi yasakların dava kapsamındaki belediye başkanları ve parti yöneticilerine olacağını düşünüyor. Tabii bu arada ‘sine-i millet’ resti de var. DTP yönetimi vekillerin istifa edebileceğini iddia ediyor. Ama bu pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Genel Kurul oylaması gerekiyor ki buna diğer partilerin karşı çıkacağı açık. Ayrıca sürpriz bir erken seçim bile gündeme gelebilir ki bu konuda istekli olan siyasi parti de yok.

Açılım ise adeta sarpa sardı. Çünkü Öcalan’ın hücresini bahane eden örgüt yandaşları Türkiye’yi birbirine katmaya devam ediyorlar. Bu şartlarda hükümetin açılım konusunda cesur olmasını beklemek fazlaca iyimserlik olur.

Paşaların yargılanmasına gelince. Aslında cumartesi gün boyu TV ekranlarındaki tablo demokrasimizin durumunu da özetler türdendi. ‘Flaş flaş’ ile başlayan ve ‘tarihimizde ilk kez’ ile devam eden haberler paşaların yargılanmasına vurgu yapıp durdu. Evet, paşaların mahkemeye çıkarılması önemli ama hukukun da zaferi denemez. Askerlerin mahkemeye gelmiş olmasına bu kadar önem atfetmemiz de bizzat hukuksuzluğun tescili denebilir. Ama şunu da ifade etmeden geçmeyelim Meclis’e ifade vermeye bile gitmeyen paşalardan sonra savcıların önüne ‘şüpheli’ sıfatıyla giden kuvvet komutanlarının olması da önemli bir aşama. Fakat hâlâ alınacak çok yol var.

Her üç ismin de savcılıktan bırakılmasına bazı çevreler çok sevindi. “Bakın her şey boşmuş, Silivri’dekilerde bırakılsın” deme gafletinde bulunanlar bile çıktı. Küçük bir hatırlatma yapalım. Her üç kuvvet komutanı ‘şüpheli’ sıfatıyla sorguya geldiler. Soruşturma sürüyor ve sonunda her üç komutan da ‘darbeye teşebbüsten’ sanık olabilirler. Emekli paşalardan Kemal Yavuz ve YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz de savcılıktan serbest bırakılmıştı ama isimleri iddianameye sanık olarak girdi. Yani günlüklerdeki tanımlarıyla ‘Kaplan’ kod adlı Aytaç Yalman, Penguen kod adlı Özden Örnek ve Şahin kod adlı İbrahim Fırtına’nın yolu Silivri’ye de çıkabilir.

Başbakan Erdoğan Amerika seyahatine çıkmadan önce YAŞ toplantısına başkanlık etmişti. Gelenek bozulmadı ve yine irticadan ihraçlar geldi. Tabii kamuoyunun beklentisi bıkmadan usanmadan darbe planları yapan ve her defasında yakayı ele veren askerler hakkında bir karar alınmasıydı ama karar çıkmadı. Yani cunta yok irtica varmış!

Adem Yavuz Arslan Bugün, 7.12.2009

08.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl