31 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Kültür-Sanat

 

ÇANAKKALE ZAFERİ'NİN NUSRAT’I KOPYALANIP, MÜZE YAPILACAK

Çanakkale il Kültür ve Turizm Müdürü Haznedar, “Nusrat Mayın Gemisi, Gölcük Tersane Komutanlığı’nda aslına uygun olarak inşa edilecek ve müze olarak kullanılacak” dedi.

ÇANAKKALE İl Kültür ve Turizm Müdürü Şinasi Haznedar, Çanakkale Savaşları’nda önemli bir yere sahip olan Nusrat Mayın Gemisi'nin, Gölcük Tersane Komutanlığı’nda aslına uygun olarak inşa edileceğini ve Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı bünyesinde müze olarak kullanılması için çalışmalara başlandığını bildirdi.

Haznedar, Çanakkale’nin kültür ve turizm faaliyetleri açısından oldukça güzel bir yıl geçirdiğini söyledi. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından sağlanan ‘’Müze Kart’’ uygulamasının yoğun talep gördüğünü belirten Haznedar, ‘’2010’da Bozcaada Kalesi’nde restorasyon çalışmaları başlayacak. Babakale’deki kurtarma kazıları devam edecek ve Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı’nda bulunan Şehitler Abidesi’nin karşısındaki rölyef, bronza dönüştürülecek’’ dedi.

Troya Müzesi’ndeki çalışmaların da sürdürüldüğünü aktaran Haznedar, şu bilgileri verdi: ‘’Millî Savunma Bakanlığı tarafından, Hamidiye Tabyası’nın onarılarak, kültürel amaçlarda kullanılmak üzere, 20 yıl süreyle Kültür ve Turizm Bakanlığı kullanımına ve protokol yapma yetkisi ise Çanakkale Boğaz Komutanlığı’na verilmiştir. Nusrat Mayın Gemisi, Gölcük Tersane Komutanlığı’nda aslına uygun olarak inşa edilecek ve Çanakkale Deniz Müzesi Komutanlığı tarafından da müze olarak kullanılacak. Çalışmaların tamamlanmasının ardından 2010 yılı Mayıs ayında da hizmete girecek.’’

Haznedar, 2009’da 21 tane sergi açıldığını ve sergilere yeteri kadar katılım sağlanamadığını ifade ederek, yurt içi ve dışındaki birçok fuara da katıldıklarını ve 2010’da ise en az 8 tane yurt dışı fuara katılmayı düşündüklerini dile getirdi.

Beş bin yıllık geçmişe sahip Çanakkale’nin kendine ve tarihine yakışan bir kültür merkezine ihtiyacı olduğunun altını çizen Haznedar, ‘’Hamidiye Tabyası’nın da bunun için uygun bir yer olabileceğini düşünüyorum’’ dedi. Çanakkale / aa

31.12.2009


 

Ağaç oymacılığı tarihe karışıyor

ZAHMETLİ bir el san'atı olan ağaç oymacılığı, fabrikasyon ürünler ve Çin mallarına yenik düşerken, mesleğin son temsilcileri yok olmaya yüz tutan bir mesleği icra etmenin hüznünü yaşıyor. Ağaç oymacılığı diğer el san'atları gibi dar mekânlara hapsolmuş durumda. Bu san'atın son temsilcileri ekonomik krizlerin etkisiyle miadlarını doldurmayı bekliyor. Bilecik’te bu mesleğin son temsilcisi olan Halil Kösemen, ağaç oymacılığının artık can çekiştiğini söyledi. Odunluktan bozma sekiz metrekarelik dükkânında ağaç oymacılığı yapan Kösemen, bu meslekte ağacın dantel gibi işlendiğini ifade etti. Kösemen, artık bu san'atın kaybolmaya yüz tutmuş meslekler arasına girdiğini ve bu san'atın gelecek kuşaklara aktarılması için yetkililerin bir an önce bu konuya el atmalarını istedi. Kösemen, “Bu işten para kazanamıyorum, buranın elektrik parasını dahi ödemekte güçlük çekiyorum. Dükkânımı öğleden sonra açmaktayım. Ben bu san'ata âşığım. Bu işi 10 yıldır hobi olarak yapıyorum. Geçmişte oyma sehpa, telefonluklar, tavlalar, rahleler yapıyorduk. Şimdi küçük işlerle uğraşıyoruz. Anahtarlık gibi şeyler yapıyoruz” diye konuştu. Hediyelik eşya konusunda birtakım teşebbüsleri olduğunu, el san'atları ile uğraşan kişilere belediye tarafından yol güzergâhı üzerinde dükkânlar yapılması gerektiğini söyleyen Kösemen, “Yetkililere hem Bilecik’i tanıtalım, hem de bu işi icra edelim diye teklifler götürdük, ama değerlendirilemedi. Son yıllarda el san'atlarının gerilemesinin sebebi para kazanılamaması. Eşyalar satılamıyor. Çin’den, Tayvan’dan kalitesiz ürünler geldi. Emek harcamadan bu iş yapılamaz. Köylerimizde de el san'atları yok oluyor. Merkez Cumalı Köyü'nde mısır saplarından kök boyaları ile rengârek yumurta sepetleri yapılıyordu. Bu san'at artık bitti. Pazaryeri ilçesine bağlı Dereköy’de ağaçtan ağızlık yapılırdı. Bu san'atı devam ettirenler de zor durumda” diye dert yandı. Bilecik / iha

31.12.2009


 

Şu köşede bir saat tamircisi vardı, ama...

SAMSUN’UN Vezirköprü ilçesinde 57 yıldır saat tamirciliği yapan Şükrü İğci, san'atın bittiğini söyledi. Bir zamanların gözde meslekleri arasında gösterilen saat tamirciliği de tıpkı, demircilik, semercilik ve ayakkabı tamirciliği gibi son dönemlerini yaşıyor. Teknolojik gelişmeler, usta çırak ilişkisine dayanan birçok köklü meslek gibi saat tamirciliğini de bitirme noktasına getirdi. Eskiden bu alanda çalışmak isteyen kişiler saat ustalarının yanında işe girebilmek için yoğun uğraş verirken, şimdi mesleği devam ettirmeye çalışan esnafın kapısını çalan yok. Vezirköprü’de Tarihî Bedesten’de ‘saat profesörü’ olarak bilinen Şükrü İğci, bu mesleğin son üstatlarından birisi. Mesleğinin son durumunu anlatan Şükrü İğci, saat tamirciliği için çırak bulamamaktan yakınıyor. Tamirciliğin bir baba mesleği olduğunu anlatan İğci, saatleri tamir etmekten büyük keyif aldığını belirtiyor. İğci, “Bu işe 1953 yılında babamın yanında başladım. O günden beri de devam ettiriyorum. 57 yıldır işimi severek yapıyorum. Eskisi gibi usta çırak ve kalfa yetişmiyor. Yaz tatillerinde Bedesten bir okuldu. Şimdi çalıştırmaya adam bulamıyoruz. Eskiden insanlar çocuklarını getirirlerdi. Para istemezlerdi. Yeter ki san'at öğrensinler diye. Eskiden 4 çarklı, 5 çarklı saatler vardı. Şimdi teknoloji ilerledi, pil bitmediği sürece saatler bozulmuyor. İnsan akşam yatıp sabah kalktığında saatlerin yeni modelleriyle karşılaşıyor. Çok değişik modeller çıkıyor. Yeni modellerin çıkması bizi olumsuz etkiliyor. Piyasada eski saatler de kalmadığı için cam takıyoruz, pil takıyoruz, kayış değiştiriyoruz. Başka da bir iş yapmıyoruz. San'atkârlık öldü, bitti” dedi. Samsun / iha

Untitled-26.jpg

31.12.2009


 

Yap bir padişah içeceği, palamut kahvesi!

OSMANLI döneminde padişah içeceği olarak bilinen palamut kahvesinin birçok hastalığa iyi geldiği bildirildi. Yalovalı çiftçi Beyzat Berraksu, unutulmaya yüz tutan bu içeceği yaygınlaştırmaya uğraşıyor. Diktiği 20 ağaçtan elde ettiği palamutları çeken Berraksu, bundan yaptığı kahveyi başta yakınları olmak üzere herkese ikram ediyor. Palamut kahvesinin Osmanlılar devrinde büyük rağbet gördüğünü anlatan Berraksu, “Palamut kahvesi padişahların en keyifli anlarında içtikleri bir içecekti. Bilhassa saray hekimleri tarafından da padişahlara sık sık içirilirdi. Palamut kahvesi sağlık kaynaklarından birisi olarak bilinir. Ancak zamanla unutulan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarına doğru neredeyse tamamen ortadan kalkan bu içeceği yeniden Türk halkına tanıtmak istiyorum. Bunun için İnegöl’de kendime ait Antik Doğal Köy’de ektiğim 20 ağaçtan yaklaşık 50 kilo palamut elde ettim. Bunları çekip kahvelerini herkese ikram ederek tanıtmaya çalışıyoruz. İleriki dönemlerde ambalajlayarak satmak en büyük hayalim” dedi. Berraksu, izin alabildiği takdirde Topkapı Sarayı’nın önünde bir stant açarak bu kahveyi turistlere ikram etmek istediğini sözlerine ekledi. Palamut, kabızlık yapıcı etkisinden dolayı ishal vak'alarında, mikrop öldürücü ve kanama durdurucu etkisinden dolayı açık yaraların sarılmasında, iltihap giderici olarak boğaz, göz, karaciğer iltihaplanmalarında, yine kanama durdurucu özelliği açısından mide kanamalarında, damarlar üzerindeki yatıştırıcı etkisinden dolayı basur gibi rahatsızlıkların yanı sıra egzama ve arpacık gibi hastalıklarda da kullanılıyor. Yalova / iha

31.12.2009


 

Osmanlı ve Batı’da müzikle tedâvi...

Osmanlı’da yaygın olarak müzikle tedavinin kullanıldığı bilinen bir tarihî gerçektir. Ancak biraz daha geriye giderek 9. yüzyıldan beri Türklerin bu tedavi yolunu kullandığını söylemek mümkün. Avrupa’da ruhsal hastalıkları olanlar olmadık eziyetlere maruz bırakılırken, Osmanlı’da darüşşifalarda bu hastalara çare aranıyordu. Buna dair çarpıcı bir misal verelim: 1802 yılında Ayasofya Camii’nde Binbaşı Abdullah Ağa isimli biri namaz kılar ve akabinde cemaatten birini kılıcı ile yaralar. Kaçarken bir çocuğu daha yaralar. Abdullah Ağa yakalanır ve tutuklanır. Muayene sonucu bu kişide bilinç bozukluğu olduğu anlaşılması üzerine Süleymaniye Darüşşifası’na (Akıl hastanesi) konur.

Yine ilk psikiyatri hastanesinin Kahire’de Türkler tarafından kurulduğunu tarihçiler yazar. 1154 yılında Nureddin Zengi tarafından kurulan Nureddin Hastanesi, Amasya Darüşşifası (Bimarhane), Kayseri Gevher Nesibe Tıp Medresesi, Divriği Ulu Camii Darüşşifası, Süleymaniye Tıp Medresesi ve Şifahanesi, Fatih Darüşşifası, Edirne II. Bayezid Darüşşifası, Enderun Hastanesi Osmanlı ve Türk tıp tarihinde tedavide müziğin kullanıldığı bazı şifahanelerdir. Birkaç yıl önceki Edirne seyahatimizde Edirne Şifahanesini de gezmiştik. Evliya Çelebi 1653 yılında Edirne’yi ziyaretinde Edirne Şifahanesinden bahseder. II Bayezid akıl hastaları için bir müzik heyeti kurulmasını istemiştir. Heyet haftada 3 gün hastanede konser vermiştir. Bu hastaların ipek yorganlarda yattıklarını, çok güzel yemekler yediklerini, ilâç ve müzikle tedavinin yanı sıra güzel kokularda kullanıldığını Evliya Çelebi anlatır. Anlaşılan bugünkü doktorlar ve hastanelerimizin daha yapacağı ve öğreneceği çok şey var. Aradaki fark o kadar belirgin ki...

Peki Batı’da durum nasıldı? Batı’da müzikle tedaviyi kliniğe sokmak isteyen ilk isimlerden biri nörolog Phillipe Pinel’dir. Amerika’da ise Dr. Willer Van Der Wall’u görmekteyiz. Dr Wall, hapishane ve hastanelerde müziğin yatıştırıcı etkileri olduğunu belirlemiştir. Özellikle 1950’lerden itibaren gerek Avrupa, gerekse ABD’de bu daha yaygın bir hal almıştır. Nitekim 1980’den sonra müzikterapi alanında oldukça ilerlemeler kaydedilmiştir. Müzikterapi, 1997 yılında Amerikan Müzikterapi Birliği’nin yaptığı tanımla: “İhtiyaç duyan bireylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müziksel aktiviteleri kullanan bir uzmanlık dalıdır.”

II. Dünya Savaşı sonrası yaralı askerlerin tedavisinde müzik kullanımı ile bu dalın farkına varılmıştır. Batılı tarihçilerden Kraft Ebing, Avrupa’nın müzikle tedaviyi Türklerden öğrendiğini yazar. Bu gerçeğin bir ifadesi olarak Batılıların kurduğu Farabî Enstitüsü bunun en güzel delillerinden biri olsa gerektir. Bugün ABD ve Avrupa’da pek çok üniversite de müziğin tedavide kullanımına dair ciddî araştırmalar ve deneyler yapılmaktadır. Bu yazıda, kitabından yararlandığım, kendisi de bir uzman psikiyatr ve müzik adamı olan ve yine bir dönem üniversite korosunda da birlikte bulunduğumuz Dr. Adnan Çoban’ın bu alanda yazdığı “Müzikterapi” isimli kitabını tavsiye etmek isterim.

Müzikte makamlar ve etkileri..

Fârâbi, tıp, astronomi ve fizik alanındaki bilgisinin yanı sıra müzik biliminde de söz sahibi idi. Farabi, müzikteki makamların insan ruhuna etkilerini ve daha çok hangi zaman dilimlerinde kendini hissettirdiğini şu şekilde açıklar:

Rast Makamı: İnsana neşe ve huzur verir. Güneş iki mızrak boyu yükselince etkilidir.

Rehavî Makamı: İnsana beka düşüncesi verir. İmsak vakitlerinde etkilidir.

Isfahan Makamı: Güven hissi verir. Gün batarken etkilidir.

Uşşak Makamı: Gülme duygusu uyandırır. Öğle vaktinde etkilidir.

Zirgüle Makamı: Uyku hali verir. Sabah ve öğle arası etkilidir.

Saba Makamı: Şecaat yani kuvvet ve cesaret hissi verir.

Hüseyni Makamı: Barış, sakinlik ve rahatlık hissi verir. Sabah vakti etkilidir.

Hicaz Makamı: Tevazu verir. İkindi vakti etkilidir.

Osmanlı’dan beri ezanın muhtelif makamlarda okunmasında, bu etkilerinin büyük hissesinin olduğu anlaşılmaktadır.

NURDAN DAMLALAR

“Fakat o kulak, küfürle tıkandığı zaman, o leziz, mânevî, yüksek savtlardan mahrum kalır. Ve o lezzetleri îras eden avazlar, mâtem sesine inkılâp eder. Kalbde, o ulvî hüzünler yerine, ahbabın fıkdanıyla ebedî yetimlikler, mâlikin ademiyle nihayetsiz vahşetler ve sonsuz gurbetler hasıl olur.”

İşârâtü’l-İ’câz

31.12.2009

 
Sayfa Başı  Geri

Bütün haberler

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl