04 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Atatürkçü düşünce sistemi

MEŞHUR darbe planı “Balyoz”u kurgulayanların amacı, memleketi “1923 zindeliğine” döndürmekmiş. Bunu da tabii laf olsun diye istemiş değiller. Maksat, “Ulu Önder”, “Başöğretmen” ve “En Büyük Türk” olan Atatürk’ün devrine dönebilmek.

Bu radikal projenin altında kuşkusuz siyasi bir ideoloji yatıyor. Buna da çoğunlukla “Kemalizm” diyoruz. Kemalistlerin kendileri ise son dönemde yeni bir kavram ürettiler ve “Atatürkçü düşünce sistemi” dediler ideolojilerine.

Yine de ben bugüne dek bu “düşünce sistemi”nin nasıl bir şey olduğuna dair çok tatminkar bir izah duymadım. O yüzden “bu nasıl bir şey yahu” diye arada bir düşünüp duruyordum. Geçen hafta sonu ise birden bir ilham geldi bana ve gözüm açıldı. Çözüverdim “Atatürkçü düşünce sistemi”nin nasıl işlediğini. İzin verirseniz size de anlatayım.

Önce, düşünce sisteminin merkezinde yatan şu kritik ilkeyi anlamanız gerek: “Atatürk ölümsüz.” Bunu iyice kavramanız lâzım ki, gerisi gelebilsin.

Bu “ölümsüzlüğün” ise üç ayrı boyutu var. Birincisi, metafiziğe kaçan bir “kişisel ölümsüzlük” boyutu. Aslında Atatürk’ün Kasım 1938’de hayata gözlerini yumduğunu hepimiz biliyoruz, ama yine de çocukluğumuzdan beri şarkılar söyleyerek ısrar ediyoruz, “Atatüüürk, ölmediiii” diye. Bu yüzden de, o sanki hep bizleri duyuyor ve görüyor gibi davranıyoruz. Meselâ dikkat ederseniz Anıtkabir’i ziyaret edenler, onun hakkında konuşmak yerine doğrudan ona hitap ediyorlar. Yani “memlekete büyük hizmetleri oldu, nur içinde yatsın” gibi şeyler değil, “Atam izindeyiz, eserinin bekçisiyiz” diyorlar.

Bir kaç ay önce adı Ergenekon işlerine karışan bir yüksek yargıcı televizyonda gördüm. “Anıtkabir’e gidiyorum, Atam’a şikâyette bulunacağım” diyordu. İşte, olay bu.

Ama Atatürk’ün bu “kişisel ölümsüzlüğü”, dediğim gibi, işin sadece ilk boyutu. Asıl numara, ikinci ve üçüncü boyutlarda.

İkinci boyut şu: “Ölümsüz Atatürk”ün kendi devrinde uyguladığı “siyasetler” de ölümsüz. Mesela 1930’lu yıllarda duruma göre “devletçilik” mi yaptı. Alacaksınız bunu, “ödün verilemez ilke” diye ilelebet payidar kılacaksınız. Pozitivist laiklik, asimilasyonist milliyetçilik filan, hakeza.

Üçüncü ve en müthiş boyut ise şu: Atatürk’ün devrindeki siyasi şartlar ve aktörler de ölümsüz! Sevr Anlaşması, Amerikan mandacıları, İngiliz muhipleri, mütareke basını, Hilafet Ordusu, Damat Ferit hükümeti, “ zararlı dernekler” filan, bunların hepsi bugün de var! Biraz isim ve kılık değiştirmiş olsalar bile, hâlâ ortadalar. Niyetleri de aynı.

İşte bu üç boyutlu “ölümsüzlüğü” özümsediğinizde, “Atatürkçü düşünce sistemi”yle harıl harıl çalışmaya hazır bir zihne kavuşuyorsunuz. Yapmanız gereken sadece iki şey var. Önce Atatürk dönemini iyi öğreneceksiniz. (Ama tabii ki “Atatürkçü” kaynaklardan.) Ondan sonra da, siyasi gündemi biraz izleyip, günümüzde Sevr tuzağını kimlerin kurduğunu, kimin “zararlı dernek”, kimin “mütareke basını” olduğunu teşhis edeceksiniz.

Mesele bundan ibaret.

İşin en güzel yanı şu: Bu pratik “düşünce sistemi”ni kavrayınca, epey bir yükten kurtuluyorsunuz. Oturup dünyanın hakikaten nasıl işlediğine dair bir sürü lüzumsuz bilgi ile kafanızı doldurmanıza gerek yok.

Aslında belki bu sebeple bazıları bunu “düşünce sistemi” değil de “düşünmeme sistemi” sayıp sizi eleştirebilir.

Ama siz bileceksiniz ki böyle “dahili bedhahlar”, olsa olsa, Amerikan mandacıları, İngiliz muhipleri ve mütareke basınıdır.

Böylece tam bir “kapalı devre” kurmuş olacaksınız zihninizde.

Sonra da huşû içinde oturup memleketi kurtarmaya çalışacaksınız; darbelerle, andıçlarla, balyozlarla...

Mustafa Akyol / Star, 3.2.2010

04.02.2010


Balyoz’u gör(e)memek

BALYOZ’A gelince... İddialar savcılıkta. Bir yandan da Adli Tıp belgeler üzerinde çalışıyor. Genelkurmay’ın da ayrı bir çalışması var.

Fakat duyumlar pek iç açıcı değil. Çünkü ilk düğme yine yanlış iliklendi. İhlas Medya Grubu Ankara Temsilcisi Nuri Elibol askeri konuları en iyi bilen, en iyi nabız tutan gazeteci olarak bilinir.

Pazar günü tam sayfalık bir ‘analiz’ yazdı. Köşesinde ‘İçeri’nin havasını yansıtması bakımından önemli ayrıntılar var. Bütün olarak baktığınızda ise soruşturmanın sonunu şimdiden görmeniz mümkün.

Şöyle ki; Karargâhta ‘Belgeyi kimin hazırlayabileceği’ sorusuna aranan cevapta üç şık sıralanmış. Şıklar arasında ‘bir cunta faaliyeti olabilir’ yok. Dönüp dolaşıp ‘orduya karşı asimetrik savaş yapan ucu dışarıda bir merkez’e çıkılıyor.

Dediğimiz gibi ilk düğme yanlış iliklenirse gerisi de yanlış olur. Eğer soruşturmaya ‘kesinlikle böyle bir darbe planı olmamıştır’la başlarsanız sonuçta çıkacağınız yer ‘araştırdık, soruşturduk, böyle bir darbe planı yokmuş. Orduya karşı yıpratma kampanyası yapan bir grubun işi’ sonucuna çıkarsınız. Tıpkı öncekilerde olduğu gibi.

Oysa bu işlerden anlayan herkesin de bildiği gibi Balyoz planını bir ‘sivil’ yazamaz. Hatta kurmay bile olsa ‘özel harpçi’ olmayan hiçbir asker böyle bir planı hatasız yazamaz.

Eğer Balyoz’u gör(e)meyip ‘asimetrik savaş’ derseniz bunun anlamı şudur: Bir ekip senkronize bir şekilde birinci ordu karargâhına sızacak, onlarca bilgisayarda bu planları hazırlayacak, altına her subaya ayrı ayrı imza attıracak, üstelik toplantı odasına sızıp üç gün boyunca tüm konuşmaları kaydedecek sonra da bunları kozmik odaya kaldırıp yıllarca saklayacak... Böyle bir ihtimal olasılık hesapları içerisinde imkânsıza karşılık gelir.

Adem Yavuz Arslan / Bugün, 3.2.2010

04.02.2010


Lâf ola denetimden anlamlı denetime...

TÜRKİYE’NİN temel sorunlarından biri de asker, sivil tüm kamu kuruluşları, vakıflar ve belediyeler—artık aklınıza ne gelirse—,harcamalarının gerçek anlamda bir denetim süzgecinden geçmiyor olmasıdır. Ancak, harcamaların şeffaf ve hesap verilebilir hale getirilmesinin önünü açan ve 2003 yılında kabul edilen Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun (KMYKK) 2005 ocak ayında yürürlüğe girmesinin ardından, pek çok kamu kuruluşunda bir ölçüde denetim mekanizması oluşturuldu ama yeterli değil. Dört yıldır tozlu raflarda bekletilen Sayıştay Yasa Tasarısı’nın, üzerinde yapılan yeni değişikliklerin ardından pazartesi günü Meclis’e sevk edilmesiyle, genelde kâğıt üzerinde kalan mali denetimin yerine vergilerimizin hesabını daha rahat sorgulayabileceğimiz bir denetim sistemine geçilmesinin önü açıldı. Daha önce kanunlaşan kimi reform projelerinde olduğu gibi Sayıştay Kanunu’nun uygulanması sırasında, harcamalarının hesabını vermekte direnen kurumların başında gelen TSK’nın ilk başlarda sorun çıkartması kaçınılmaz. Zira mevcut Sayıştay Kanunu da TSK’nın harcamalarına sınırlı da olsa denetim getirmesine karşın, geçmişte, Sayıştay denetçilerinin karargâh kapılarından geri çevrilip, içeri alınmadıkları olaylarını bu köşede yayımlamıştık.

Diğer kamu kuruluşlarının yanı sıra TSK’ya, gerek Milli Savunma Bakanlığı yoluyla tahsis edilen askerî bütçenin gerekse bütçe dışında savunmaya ayrılan kaynakların Sayıştay yoluyla Meclis tarafından denetimini öngören KMYKK’ya istinaden Şubat 2004 tarihinde bir yönetmelik kabul edilmişti. Bu yönetmelik, TBMM Başkanı’nın talebiyle Sayıştay’ın, askerî bütçe ve bütçe dışı savunma harcamalarının denetlenmesinin önünü açmıştı. Ancak bu yönetmelik de bir türlü yayımlanamadı.

Askerî harcamaların sivil otoritece denetimini öngören üçüncü düzenleme ise Anayasa’da yapılan değişiklik ile gerçekleşti.

Kamuoyunda 8. Uyum Paketi olarak bilinen yasal düzenleme ile 7 Mayıs 2004 tarihinde Anayasa’nın 160. maddesinin son fıkrasında değişiklik yapıldı. Bu değişiklik ile; TSK’nın elinde bulunan devlet mallarının TBMM adına Sayıştay tarafından denetlenmesi ilkesi getirilerek, bu konudaki gizlilik perdesinin kalkmasında doğru bir adım atıldı.*

Ancak gerek yönergenin gerekse Sayıştay Kanunu’nun çıkmamış olması, askerî bütçenin, Savunma’ya ayrılan bütçe dışı kaynakların** ve taşınmazlar ve silahlar olarak tanımlayabileceğimiz devlete ait askerî malların denetiminin yapılmasını bugüne kadar engelledi.

Diğer yandan, Savunma’ya ayrılan ve Maliye Bakanlığı bütçe tablosunda görülmeyen kaynaklar arasında yer alan ve kısa adıyla SSDF olarak bilinen Savunma Sanayii Destekleme Fonu’nun, yeni bir kanuna gerek olmaksızın denetlenebileceği yolunda Sayıştay 24 Temmuz 2008’de bir karar almıştı. Bu kararın akabinde SSDF gelirlerinin Sayıştay tarafından denetlenip, denetlenmediği bilinmiyor. SSDF gelirleri arasında, şans oyunları, gelir ve gider vergisi, yakıt tüketim vergisi, alkol ve tütün mamullerinden alınan paylar ve hafif ateşli silahlardan elde edilen gelirler de bulunuyor. Bu fondan elde edilen gelirler silah tedariki için kullanılıyor.

Savunma dışı kaynaklar dahil askerî harcamaların gerçek anlamda denetimi, en başta, –sanılanın aksine, şeffaf bir süreçten geçeceği için- bu alanda tasarruf sağlarken, gereksinim duyulan silah alımlarını mümkün kılacak.

Vergi mükellefleri de bir ölçüde rahatlayacak.

Denetim, Ergenekon gibi oluşumların, TSK kurumlarından yasadışı yollardan silah temininin de önünü kesecek.

***

* Lale Sarıibrahimoğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri, DCAF-TESEV Güvenlik Sektörü Çalışmaları Dizisi, Almanak Türkiye 2005, Güvenlik Sektörü ve Demokratik Gözetim)

** Milli Savunma Bakanlığı’nın (MSB) son olarak 2000 yılında yayımladığı Beyaz Kitap’ında görüleceği üzere, MSB bütçesi dışında savunmaya ayrılan kaynaklar, şöyle sıralanıyor;

• Savunma Sanayii Destekleme Fonu (SSDF),

• Türk Silahlı Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı (TSKGV) kaynakları, (Bu vakfın hissedar olduğu yaklaşık 15 silah şirketi bulunuyor),

• Jandarma Genel Komutanlığı bütçesi,

• Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçesi,

• Geri ödemeleri Hazine Müsteşarlığı bütçesinden yapılan devlet ve firma kredileri,

• Milli Savunma Bakanlığı’nın özel kanunlara dayanan gelirleri.

Lale Kemal / Taraf, 3.2.2010

04.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl