06 Şubat 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

EMASYA ilk istasyon; sivil anayasa son durak...

KÖKÜ 28 Şubat Postmodern Darbesi’ne giden ve altında 28 Şubat’ın kötü ünlü Batı Çalışma Grubu’nun başkanı olan Orgeneral (şimdi emekli) Çetin Doğan’ın imzası bulunan 7 Temmuz 1997 tarihli EMASYA Protokolü dün yürürlükten kaldırıldı. Türkiye’de ‘askeri vesayet rejimi’nin son bulması doğrultusunda önemli bir adım.

Türkiye’nin hukuk sistemi, bir askeri darbe anayasası olan 1982 Anayasası’nın şemsiyesi altında bulunduğu için EMASYA Protokolü’nün ortadan kaldırılmasıyla ‘askeri vesayet rejimi’nin son bulması bir yana, son bulmakta olduğu bile söylenemez. Pazartesi gecesi bizim ‘Tecrübe Konuşuyor’ adlı televizyon programında ‘Demokratik Yargı’ Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi Raportörü Doç. Dr. Osman Can, Türkiye’deki yasaların yüzde 80’inin yazıyla yüzde seksen- askeri darbe ve müdahale dönemlerinin ürünü olduğunu söyledi.

‘Askeri vesayet rejimi’, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un da ‘kalkabilir’ dediği bir Protokol’ün kalkmasıyla elbette sona ermez. Daha gidilecek çok uzun bir yol, yapılacak çok iş var.

Yine de EMASYA Protokolü’nün kaldırılması büyük bir gelişmedir. Aya ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong’un o ayak basış anı için ‘Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım’ demiş olması hesabı, EMASYA Protokolü’nün kaldırılması, ‘askeri vesayet rejimi’nin kaldırılması yönünde küçük, Türkiye’de demokrasinin geleceği bakımından büyük bir adımdır.

Hatırlanacağı gibi ‘Balyoz Darbe Planı’ kamuoyu gündemine bir bomba gibi düştüğünde, planın baş sorumlusu olarak okların yöneldiği Emekli Orgeneral Çetin Doğan, komutanlığını yaptığı 1.Ordu’daki plan tatbikatlarının EMASYA gereği yapıldığını ileri sürmüş ve EMASYA bu sayede ‘demokratik mercek’ altına alınmıştı. Hükümetin ‘demokratik mercek’e duyarlı davrandığı, EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasıyla görülüyor.(...)

***

Türkiye’de herhangi bir konu tartışılır olduğu anda konu üzerinde derhal bir kutuplaşma meydana geliyor. Siyasi kültürümüzün ve içinde hareket ettiğimiz tarihi ‘geçiş dönemi’nin askeri vesayetten demokrasiye geçiş dönemi- özellikleri böyle. Tartışma başladığı anda konu sünüyor da sünüyor. (...)

EMASYA tartışması yine de sürecek. Başka bir bağlamda.

‘Kötümserlik mevzileri’ndekiler, EMASYA Direktifi’ne dikkat çekerek, EMASYA Protokolü ile EMASYA Direktifi’nin ayrı şeyler olduğunu, Protokol’ün kalkmasının Direktife ortadan kaldırmayacağına işaret ediyorlar.

Gerçekten EMASYA Prokotolü ile Genelkurmay bir EMASYA Direktifi yayınlamış ve buna göre Türkiye, 17 EMASYA bölgesine ayrılmışlardı. Silahlı Kuvvetler, neredeyse tüm yurt yüzeyinde EMASYA işlevlerine göre bir örgütlenmeye gitmişti. EMASYA işlevleri arasında ‘istihbarat toplama’ da bulunuyordu. Protokol’ün yürürlükte olduğu son 13 yıl içinde EMASYA işlevleri gereği askerlerin milyonlarca vatandaşımızı fişlemesi söz konusu oldu. Kimilerinin daha iyi fark ettiği, kimilerinin hiç umursamadığı biçimde, Türkiye bir ‘korku cumhuriyeti’ne dönüştürüldü.

EMASYA Protokolü kalkınca, EMASYA Direktifi ne olacak?

Hukuki cevabı basit: Kadük olacak!

Yani, ‘geçersiz’ olacak.(...)Yani, EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasıyla, EMASYA Direktifi de ‘düşmüş’ ve ‘geçersiz’ hale geliyor.

Ama iş orada bitmiyor, orada başlıyor. EMASYA’ya göre örgütlenmiş bulunan, daha doğrusu ‘reorganize’ olan ve buna göre görev tanımı elde eden Silahlı Kuvvetler’in EMASYA Protokolü’nün kaldırılmış olduğu ve EMASYA Direktifi’nin kadük hale geldiği olgusuna bağlı olarak reorganize olması gerekiyor.

İşin daha önemli yanı şu: Bunca yıl EMASYA sığınılarak toplanan istihbarat bilgilerine dayalı fişlemeler ne olacak? Bu ‘fişler’in imhası gerekiyor. Nasıl imha edilecekler? Kim imhayı denetleyecek?

Türkiye’de ‘yargının tarihi’ açısından büyük kara leke olduğunu kimsenin pek tartışamadığı Şemdinli İddianamesi’nde Savcı Ferhat Karakaya, olaya karışan askeri personelin EMASYA çerçevesinde istihbarat toplamakla görevlendirildiğini tespit etmişti.

Ferhat Karakaya’ya ne oldu? Işınlandı. O gün bugündür izi bile bulunamadı. Ama EMASYA ile askerlerin istihbarat toplama ve vatandaşları fişleme işlemi ortaya çıktı. Bu konuda şimdi ne yapılacak?

İşte size sorular. Ancak bu sorular sorulmadan ve cevapları bulunmadan, EMASYA Protokolü kaldırıldı diyerek bir ‘demokrasi zirvesi zapt edildi’ rehavetine kapılmak yanlış olacak.

***

EMASYA Protokolü’nün kaldırılması, ‘askeri vesayet rejimi’nin son bulması yolunun en başı. Daha gidilecek uzun ve çetin bir yol var.

‘Yol haritası’ var mı?

Belli değil.

Genelkurmay Başkanı, EMASYA’nın kaldırılmasına ‘olur’unu belirten açıklamasında aşırı önem verildiğine değinerek “Bu son 10 yıldır tartışılıyor. Gizli olduğu için de farklı bir gözle bakılıyor ve gereğinden fazla önem atfedilerek abartılıyor” diyor.

Tam tersine. Uygulama, 10 yıldır gereğince tartışılmadığını ve öneminin göz ardı edildiğini gösterdi. Gündeme girip kaldırılması için ‘Balyoz Darbe Planı’ gibi vahim bir iddianın belgelerinin ortaya saçılması gerekti. O olmasaydı, bugün EMASYA ile birlikte yaşamaya devam edecektik.

EMASYA’nın kaldırılması, devletin şeffaflaşması için de ayrıca önemli. Başbuğ’un da söylediği gibi ‘gizli’ bir metindi EMASYA. Türkiye niçin gizli belgelerle yönetiliyor? Sanki askeri darbe ürünü anayasası yetmiyormuş gibi...

‘Askeri vesayet rejimi’nin özü ‘iç tehdit’ kavramı ve buna dayalı düzenlemeler. Bunların başında o da ‘gizli’ olan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi geliyor. Sıra ‘iç tehdit’te.

Sonrası TSK İç Hizmet Talimatnamesi’nin 35. maddesinden, İller İdaresi Kanunu’na, oradan Anayasa’ya kadar uzanacak.

Kolay iş değil.

Demokrasi ve ‘sivilleşme’ de, zaten, sanıldığı kadar kolay elde edilmiyor; kolay yerleşmiyor.

EMASYA’nın kalkması henüz başlangıç. Darısı ‘askeri vesayet rejimi’ni oluşturan, demokrasi ve ‘sivilleşme’yi ‘kadük’ hale getiren diğer metinlerin başına. Başta Anayasa...

Cengiz Çandar, Radikal, 5 Şubat 2010

06.02.2010


28 Şubat'ın sonu

BİR zamanların “yerde alıp gökte yiyen” genelkurmay başkanlarından Orgeneral Kıvrıkoğlu, tehditkâr bir böbürlenmeyle “28 Şubat bin yıl sürecek” demişti.

Ordumuzu teslim ettiğimiz generallerimizin “öngörülü kurmaylar” olduğunu kanıtlayabilecek bir örnek değil bu.

Çünkü 13 yıllık bir işkenceden sonra 28 Şubat dün sona erdi.

EMASYA’nın kaldırılması, 28 Şubat’ın toplumun belkemiğine soktuğu bir hançer olan bu tuhaf “protokolü” belkemiğimizden çekip çıkarttı, 28 Şubat anlayışını da sona erdirdi.

Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak gazetesinde çok uzun yıllardır yazıp durduğu, Necdet Açan’ın da Hürriyet gazetesinde “sosyetik fişleme” haberiyle ilk somut örneğini halka gösterdiği gibi EMASYA Protokolü, ordunun sürekli olarak kendi halkını izleyip fişlemesine “yasal bir mazeret” oluşturuyordu.

Ordu, elindeki istihbarat elemanlarıyla toplumu “anaokullarına” kadar fişliyordu.

Yıllardır sürdürdükleri bu “izleme ve fişleme” işine kaç adam ayırdıklarını, kaç para harcadıklarını hiç birimiz bilmiyoruz.

EMASYA Protokolü’nün kaldırılmasının yolunu açan Balyoz Planı’nın, görmek isteyen herkese gösterdiği gibi; “dış tehdidi” konuşacağız diye toplanıp “darbe” hazırlıklarına, yargı da dahil bütün devlet kuruluşlarını fişlemeye, “okul müdürlerine” kadar “tutuklanacak” adam listeleri yapmaya, cami bombalamak için harekât emirleri düzenlemeye ordunun ayırabildiği “bol” vakti vardı.

Dış tehdidi falan bir kenara bırakmış, bütün dikkatlerini “içeriye” yoğunlaştırmışlardı.

Mahallelere kadar sızıp her yanda herkesin neler yaptığını, neler konuştuğunu soruşturuyorlardı.

Bütün bu saçmalıkları da 28 Şubat rezilliğinin eseri olan “EMASYA Protokolü”nün arkasına saklıyorlardı.

Bizim yayımladığımız bütün o Lahikalarda, İrticayla Mücadele Planlarında, Kafes’te, Balyoz’da 28 Şubat’ın ve EMASYA Protokolü’nün parmak izleri vardı.

Dün sabah Neşe Düzel’in bana telefonda heyecanla söylediği gibi, “28 Şubat bitti” şimdi.

Toplumu dehşete düşüren bir hortlak kayboldu.

Ordu, sivil hayattan bir adım daha çekilecek.

Böyle adım adım gerçek işlerine, askerliğe dönecekler.

Başbakan’ın eşini “türbanlı” diye GATA’ya almamak türünden densizliklerin ve o densizliğe utanmazca destek olan MHP’nin karşılaştığı tepkiler, böyle anlamsızlıkların da artık toplumda ciddi bir uğultuya yol açtığını gösteriyor.

İnsanlar bu aşağılamalara karşı sessiz kalmıyorlar.

MHP, Başbakan’ın eşine yapılan hoyratlığı hafifsemenin ve türbanlı bir kadının haklarını değil de askerlerin saygısızlığını savunmanın bedelini sanırım önümüzdeki seçimlerde ödeyecek.

Anadolu bunu kolay kolay affetmez.

Bizim halkımızın çabuk unuttuğu söylenir ama bazı şeyleri unutmaz.

Kadınların başörtüsüne el uzatmak hoş görülmez.

Gazetelere baktığınızda da, GATA’daki saygısızlığı destekleyen hiçbir yazı yoktu.

En “laikçiler” bile hoyratlığın ve saygısızlığın bu boyuta ulaşanına sahip çıkmamıştı.

Türkiye normalleşme yolunda yürüyor.

Bağıra çağıra, kıra döke, kavga ede ede normal bir ülke olmak yolunda ilerliyoruz.

GATA rezaletine gösterilen ortak tepkiden sonra ordu da yargı da “başörtüsü” konusundaki tavrını bir daha gözden geçirecektir; ne kadar lojmanlarına kapanırlarsa kapansınlar neticede onlar da bu toplumda yaşıyorlar ve kendi halklarıyla bir noktadan sonra zıtlaşmayı göze alamazlar.

Türkiye’de kendi halkını ezen ve bunu kendine hak gören Kemalist rejim sonuna yaklaşıyor; yıllarca biriken tepkiler, bazen tek bir “Dersim” lafıyla, bazen GATA’daki tek bir densizlikle büyük patlamalara dönüşüyor.

Ben ordu sorununun “çözülme” aşamasına geldiğine, daha sonra inanç özgürlüğünün, Kürt meselesinin, Alevi haklarının da birer birer çözüleceğine inanıyorum.

Dindarlar kendi çektikleri acılardan pay biçerek “başkalarının” acılarını da anlayacaklardır; Kürt meselesinde, Alevi sorununda, fikir özgürlüğünde, bir “asker” gibi değil bir “mümin” gibi davranmaları gerektiğini kavrayacaklardır.

28 Şubat’ın hayaleti kayboldu aramızdan.

Daha adil, daha özgür, daha hakkaniyetli bir toplum olma yolunda büyük bir adım daha attık.

Darbeseverlerin üzüleceği ama adalet ve özgürlük isteyen herkesin sevineceği bir gün bugün.

İstediğinde en büyük baskıları bile geriletebileceğini görmek bu topluma büyük bir güç ve güven verecektir, o güvenle diğer sorunları da çözeriz.

En azından bu umudu besleme hakkımız var bugün.

Ahmet Altan, Taraf, 5 Şubat 2010

06.02.2010


Fişler derhal imha edilmeli

TÜRK demokrasisi için son yılların en önemli adımı atıldı.

EMASYA Protokolü kaldırıldı.

Bu adım, en az MGK Gizli Yönetmeliği’nin ilgası kadar önemlidir, belki daha önemlidir.

Bu protokole dayanan, meşruiyetini bu protokolden alan bir yapılanma, 1997’den bu yana, Türkiye’de asayiş alanını askerileştirmiş, askeri iç güvenlik alanına sokmuş ve bu durumu sürekli ve denetimsiz hale getirmişti.

28 Şubat günlerinde, askeri vesayet sistemini pekiştiren, askerin devlet alanı içindeki özerk alanını genişleten bu uygulama Türkiye’de militarist yapının hem fiili hem sembolik en önemli unsuruydu.

Elbet tam sivil bir demokrasi için, askeri vesayet düzeninin tümüyle ortadan kalkması için atılması gereken daha pekçok adım var.

İç Hizmet Kanunu’nun 35. Maddesi başta olmak üzere çeşitli maddeleri, Milli Güvenlik Kanunu’ndaki milli güvenlik tanımı, MSGB varlığı bunlar arasında yer alıyor. İki başlı yargı sistemini, yani devlet düzenini ifade eden Yüksek Askeri İdare Mahkemesi’nin varlığı, jandarmanın statüsü, daha doğrusu sicil bakımından hâlâ mülki amirlerle bağlı olmaması da bunlar arasında yer alıyor.

Ancak tekrar altını çizelim EMASYA Protokolü’nün kaldırılması özel bir yer ve önem arzediyor.

Hükümet sonunda görünmez ve belirleyici olana ulaşmış, Doğu ve Güneydoğu’da kaynak dağılımına dahi etki yapan bir yapılanmaya el atmıştır.

Bu adımla sivilleşme süreci, yasalardan sonra uygulamalar katmanına inmiş, yürütmenin tek taraflı bir idari işlemiyle sivil irade açık bir şekilde kendisini ortaya koymuştur.

Ancak dikkat...

Hükümetin attığı bu önemli adımın dikkatle izlenmesi gerekiyor.

EMASYA Protokolü’nün kaldırılması bir yapılanmanın yasal zeminini ortadan kaldırıyor. Ancak şimdi bu yapılanmanın temizlenmesini dikkatle denetlemek gerekiyor.

EMASYA Protokolü TSK’nın iç güvenlik yapılanmasını oluşturduğu oranda Genelkurmay Başkanlığı çeşitli kereler” EMASYA Direktifleri” yayınlamıştı.

Sonuncu direktif 2005 tarihlidir.

Direktif ana karargâhta İç Güvenlik Harekât Merkezi kurmakta, Türkiye’yi 17 EMASYA Bölgesi’ne ayırmakta, iç güvenlik birlikleri oluşturmakta, EMASYA Komutanlıkları’nı ve birlik ilişkilerini tanımlamaktadır.

Protokolün kaldırılmasından sonra kadük olmakla birlikte, bu direktifin ve işaret ettiği yapılanmanın takip edilmesi kaçınılmazdır.

Bu açıdan EMASYA Komutanlıkları’nda prokotole göre kurulmuş “Asayiş Hareket Merkezleri” ve “Müşterek İstihbarat Merkezleri”nin ellerindeki bilgiler, fişler ve planlar derhal imha edilmelidir.

Sözünü ettiğimiz sadece ilkesel ve şekli bir gerek değildir.

Aynı zamanda politik bir gerekliliktir.

12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kabul ettiği Poyrazköy iddianamesinde yer alan şu cümleleri tekrar hatırlayalım:

“28 Şubat döneminde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde ‘Batı Çalışma Grubu’ adıyla faaliyet yürüten ve oluşumu herhangi bir yasal kaynağa dayanmayan illegal yapılanmanın, faaliyetlerine halen son vermediği ve günümüzde ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ ardından da ‘Kafes Eylem Planı’ çerçevesi altında yasadışı eylem ve faaliyetlerine devam ettikleri ortaya çıkmış bulunmaktadır.”

Batı Çalışma Grubu’nun fişleri bugün muhtemelen EMASYA merkezlerindedir ve yanlarına yenileri eklenmiştir.

EMASYA Planları iç tehdide göre yapılandırılmıştır.

Ve bunlar hem Balyoz, hem Kafes’le karşımıza çıkmıştır...

Tortuları kazımak gerek...

Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 5 Şubat 2010

06.02.2010


İç Hizmet Kanunu ve darbeler

YILLARDIR “yoğun” olarak “darbe” tartışılıyor. Darbenin “yasal” dayanağı var mı? ‘’Hukuki darbenin de dayanağı mı olurmuş’’ demeyin, yazının devamını okuyun.

TSK’nın İç Hizmet Yasası 35. maddesi askere “cumhuriyeti korumak ve kollamak” görevini vermekte.

“Darbe hazırlığı” olarak yorumlanan bir dizi plan, bu maddenin ışığında “durumdan vazife çıkartmak” zihniyetine doğru açılıyor.

Peki bu 35.madde gerçekten “darbelere” hukuki dayanak oluşturur mu?

Doğan Akın yönetimindeki T24 internet gazetesinden iyi bir araştırmacı gazetecilik örneğini işaret etmek isterim.

“Gai tefsir metodu” bu duyarlı sorunun cevabı için yasanın kaynaklarına ulaşmamız gerek.

Yani kanun koyucu 35. maddeyi hangi gaye ile yazmıştır? TSK İç Hizmet Kanunu’na hangi amaçla koymuştur?

50 yıl öncesine gidelim...

9 Ocak 1960’da Milli Birlik Komitesi’ne sunulan 35. madde metninin gerekçesi şöyle yazılmış:

“Silahlı Kuvvetler’in bu esas vazifesini tebarüz ettirmek (belirtmek) bakımından müstakil bir madde halinde tedvini (yazımı) uygun görülmüştür.

27 Mayıs inkılâbında (27 Mayıs Askeri İhtilali-G.C) hareket noktası ve kanuni mesnedi (yasal dayanağı) olarak ilan edilen 34. maddedeki Silahlı Kuvvetleri’ne ait olan ana prensip aynen muhafaza edilmiş, başlıca bir esas vaz’etmek (koymak) lüzumu duyulmamıştır.”

Yukarıda yer alan gerekçe yazısı gösteriyor ki Türkiye’deki ilk darbe olan 27 Mayıs ihtilali, Ordu Dahili Hizmet Yasası’nda “askeri, cumhuriyeti korumak ve kollamakla görevlendiren” 34. maddeye dayandırılmıştı.

Bu yasa, 1935 yılında çıkmıştı.

Sonra...

Darbeden 7 ay sonra Türkiye’yi yöneten Milli Birlik Komitesi, hâlâ yürürlükte olan TSK İç Hizmet Kanunu’nu yaptı.

Ve eski yasadaki 34. madde bu yeni yasada 35. madde olarak aynen yer aldı.

27 Mayıs ihtilalinin hukuki dayanağı olan madde ve gerekçesi halen “pozitif” yani “yazılı” hukukta varlığını sürdürüyor. 75 yıllık bir hükümdür.

9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in, Yavuz Donat’a “Bu madde durduğu sürece Türk Silahlı Kuvvetleri, hükümete de Parlamento’ya da sormadan ‘laiklik elden gidiyor’ diyerek resen el koyar” söylemini hatırlamakta yarar var.

Ancak...

Şunu da belirteyim ki...

“Askeri darbeler dönemi kapanmıştır. TSK’yı sürekli kuşku altında tutmak, bu güzide kurumumuza haksızlık olur.”

Ama...

Gene de...

35. maddenin olsa olsa bazı maceracı örgütlenmeler için ‘’meşruiyet mevzisi’’ gibi algılanması riski var.

***

Kanunların ruhu

TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi böyle ama bir başka maddesi ise tam tersi doğrultuda.

43. madde “askere siyaset yasağı” koymakta. Madde şöyle:

“Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir.

Bundan ötürü Silahlı Kuvvetler mensuplarının siyasi parti veya derneklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazı yazmaları yasaktır.”

TSK İç Hizmet Kanunu’nun ruhu bütünüyle araştırıldığında bu madde için de “gai tefsir metodu” uygulanmalıdır. Askere ‘’Siyaset konuşmayı” bile yasaklayan bu kanun, ‘’darbe yap, siyasete el koy’’ diyor olabilir mi?

O zaman Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un sık sık demokrasiyi vurgulaması daha da iyi anlaşılabilir.

Güneri Civaoğlu, Milliyet, 5 Şubat 2010

06.02.2010


Bu ayıp hepimizin

(...)en büyük ayıplardan bir tanesi de Emine Erdoğan’a ve onun akıbetine uğrayan, örtülü tüm kadınlara yönelik ayıptır. Bırakın Başbakan’ın eşi olmayı, sıradan bir insan olarak bile, hastasını ziyaret edemeyecek olması kabul edilebilir bir şey değildir.

Bu sanıldığı gibi siyasi değil, insani bir konudur. Bunu siyasetin malzemesi yapanların (her yönden) ve adaletsizliği, haksızlığı sıradan, normal bir durum gibi yorumlayanların tavırları ayıptır.

Deniz Ülke Arıboğan, Akşam, 5 Şubat 2010

06.02.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl