01 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Bu zulümler bitmeden 28 Şubat bitmez

28 Şubat sürecini gazetemize değerlerindiren memur-sen genel başkanı Ahmet Gündoğdu, 28 Şubat'ın bitmesi için, sürecin ürettiği zulümlerin bitmesi ve sebepolduğı mağduriyetlerin giderilmesi gerektiğini ifade etti.

28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden 13 yıl geçti. 28 Şubat sizce bitti mi?

Şubat’ın bitmesi adına çok önemli adımlar atıldı. Ama bitti dememiz için bazı adımların daha atılması lâzım. Zira 28 Şubat’ın bitmesi için, onun ürettiği zulümlerin bitmesi ve sebep olduğu mağduriyetlerin giderilmesi gerekiyor. Örneğin anayasanın geçici 15. maddesi. 28 Şubat’la ilgisi ne? İlgisi şu: 12 Eylül darbesini yapanlar, yönetimi ele geçirdiklerinde, bu anayasaya darbe yapanları ve kendilerini korumak için koydukları bu madde, aslında 28 Şubat sürecini de besleyen bir maddedir. O anayasamızda durduğu sürece 28 Şubat bitti demek mümkün müdür? 61 Anayasası’nın ikliminde çıkarılan iç hizmet kanunu... Cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin askere verildiği bir çarpıklık... O orada durduğu sürece, bu tartışmalar devam edecektir. Ondan da kurtulmak lâzım. Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi askerin değildir. Çağdaş ülkelerde, çağdaş demokrasilerde böyle birşey olamaz. Cumhuriyeti cumhur korur, çünkü cumhuriyet cumhurla birlikte vardır. Askerin ve polisin görevi ise güvenliktir. Güvenlikte de, özgürlük-güvenlik dengesine dikkat ederek, özgürlükleri güvenliği, güvenliği de özgürlüğe feda etmeden yapmak lâzım... Millet idaresinden birşey korumaya kalkışmamak gerekiyor. Sonra TBMM iç tüzüğü madde 56... Bayanlarla ilgili kısıtlamanın olduğu madde... Bayanlar tayyör giyer denilmek suretiyle ortaya konulan madde. Hani başörtülülere mecliste “haddini bildirdiğimiz” madde. Biz öyle yaparken, Belçika ne yapıyor? Başörtülü bir kızımızı parlamentoya sokuyor ve ayakta alkışlıyor... Bu madde de durduğu sürece 28 Şubat’ın bittiğini söylemek zor. EMASYA’dan kurtulduk gerçi. Bu önemli ancak Anayasa’nın kendi içerisindeki bazı çelişkilerden de kurtulmak lâzım. Örneğin 104. maddesi, “Cumhurbaşkanı devletin başıdır” diyor. Burada Cumhurbaşkanını aynı zamanda TSK’nın başkomutanı ilân ediyor. Cumhurbaşkanının denetleme yetkisi oldukça geniş, denetleyemeyeceği neredeyse yer yok. Tek istisna Silâhlı Kuvvetler ve yargı organları... Bunlar Devlet Denetleme Kurulunun görev alanı dışındadır. Dolayısıyla bunun üzerinde durmakta fayda var, 28 Şubat sürecinin tam bittiğini ifade edebilmek için.

Bu dönemde yürürlüğe konulan 8 yıllık zorunlu temel eğitim yüzünden imam hatiplerin orta kısımları zaten kapanmıştı. Şimdi de katsayı konusunda yaşanan tartışmalarla imam hatiplerin önü kapatılmak isteniyor.

Zaten bizim en büyük problemlerimizden biri anayasanın belli organlar tarafından çiğneniyor olmasıdır. Katsayı konusu bunlardan biridir. Anayasa’nın 125. maddesi: “Yargı yetkisi idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak idarî eylem ve işlem niteliğini veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez”... Bu anayasanın 125. maddesi. Bu madde gayet açık. Ama Danıştay’ın katsayı ile ilgili verdiği karar, yerindelik denetimi yaptığı için, ‘yasama-yürütme-yargı’dan yürütmenin yerini almıştır. Dolayısıyla eğitim gibi, anayasamıza ve yasalara göre, Millî Eğitim ve YÖK’ün uhdesinde olan bir kavramı da onların elinden çekip kendi uhdesine almıştır. Dolayısıyla ben Danıştay’ın katsayı ile ilgili verdiği kararı sadece eğitimi engelleyen bir karar olarak görmüyorum, aynı zamanda bu kararı yürütmenin ve yasamanın alanına ipotek koyan ikinci bir karar olarak görüyorum. Birinci karar neydi peki, Anayasa Mahkemesinin başörtüsü konusunda verdiği karardır. Bu da aynı şekilde bir hak ve yetki gaspıdır. Aynı şekilde Meclis’i devre dışı bırakmaktır. Yasama yetkisi kullanarak oluşan Yürütme’yi de devre dışı bırakmaktır. 2547 sayılı yasaya göre YÖK’ün yetkileri bellidir. Daha önce katsayı düzenini getiren YÖK’ün bu işlemini dâvâ konusu yapan şahıs ve kurumlara Danıştay, bu YÖK’ün işi demişti, ama YÖK başkanı değişince bu karar da değişti.

Sizce YÖK Başkanı’nın değişmesi bir çözüm

müdür? Yani YÖK’ün varlığı ve yetkileri esas problem değil midir?

YÖK ile ilgili bizim esas kanaatimiz şu. Yanlış kapıdan doğru yola çıkılmaz. Keyfi, uluslar arası hukukta olmayan, ama olağanüstü süreçlerde oluşturulan yapılanmaların evrensel hukuktaki yerine bakmak lâzım. YÖK’ün dünyadaki benzerlerine baktığımızda, işi bilimsel özgürlük, kalkınma gibi sınırlı. Bizde ise YÖK bürokratik oligarşinin en tepe noktasında temsilcilik yapıyor. Bu iktidarın yanılgısı ise, şimdiki YÖK başkanı iyi insan diye sorun olmaz şeklindeki yanılgıdır. Hayır! YÖK, anayasal bir kurum olmaktan çıkarılmalı, iyi insana göre, iyi iş bekleme değil, kötü insan bile işbaşına geldiğinde, kötülük yapamayacağı bir kurumsal işleyişe girişmek lâzım. Onun için anayasal kurumlar gözden geçirilmeli. YÖK, Millî Güvenlik Kurulu gibi kurullar anayasal kurum olmaktan çıkarılmalı, alanları, tanımları çok net belirlenmelidir.

Bütün bu problemler son iki dönemdir zaman

zaman ele alınmaya çalışıldı. Ama çözüm yerine hep hüsranla sonuçlandı. Ne yazık ki bir çok problem düğümlendi ve çözümsüzlüğe mahkûm edildi. Burada bir yöntem yanlışlığı mı sözkonusu?

Gömleğin ilk düğmesi doğru iliklenirse, geri kalanı da doğru gider. Bu ülkede gömleğin ilk düğmesi de yeni ve sivil anayasa olacaktır. Siz Anayasa’yı devletin milleti mi, milletin devleti mi sorusuna cevap arıyorken, milletin devletini oluşturmak için, insan merkezli, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir metne dönüştürürseniz, devletin üniter yapısı, dili, İstiklâl Marşı, bayrağı gibi hiçbirimizin tartışılmasını istemeyeceğimiz maddelerin haricindeki geçici maddeler, acabalar, ancaklar, lâkinleri kaldırırsanız, çözüm çok uzun yılımızı almayacaktır. Tali derecedeki konuların çözümü tabiî ki önemli ama tek tek onlarla uğraşmak yerine, topyekûn normalleşmeyi sağlayan, ötekinin hukukunu da gözeten, hatta öteki oluşturmayan, hiçbir mahallenin baskı üretemeyeceği, uluslar arası ve evrensel değerleri esas alan, merkezinde insanın olduğu bir mevzuat değişikliğine gidilmelidir.

Ama Cumhurbaşkanı “Anayasa fırsatı kaçtı” dedi. Başbakan da bunu doğruladı... O halde bu iktidar döneminde yeni anayasa konusunda umutlanmanın bir anlamı yok gibi...

Bu millet, Meclisi yeni anayasaya mecbur etmelidir. Biz buna mecbur edelim. Tren kaçmasın, fırsat kaçmasın. Sonuçta Meclisin duvarında bir yazı var: “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir”... Bu 1924 Anayasasında “Meclis eliyle yürütülür” denmiş. Ama 61 ve 82 anayasaları bunları almış, “Belli kurumlar eliyle yürütülür” haline çevirmiş... Bugün bu kurumlar hangileri: Yargı... Görüyoruz işte, Erzincan’da bir iddianame hazırlanıyor. Savcılar suç duyurusunda bulunuyor, tutuklamalar oluyor, mahkeme karar veriyor, üst mahkemeye şikâyet ediliyor, o da burada yanlış birşey yok diyor. Ama Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu toplanıyor ve hukuk darbesi yapıyor. Hukuka darbe yapıyor... Tuzu kokutuyor. Yetkisine bakıyorsunuz böyle bir yetki yok. Nereden alıyor bu yetkiyi? İki konu var ki yargıya kapalıdır. HSYK’nın ve YAŞ’ın kararları... Bunlar yargıya kapalı. Peki örnek aldığımız batının hiçbir ülkesinde böyle bir uygulama var mı? O zaman birileri hukuk adı altında kendisine bir korunma zırhı oluşturuyor. O zaman yeni anayasa lâzım. Çağdaş bir anayasa lâzım. Kimseye imtiyaz tanımayacak, makamı mevkisi ne olursa olsun kanunlar karşısında herkesi eşit gören bir anayasa lâzım. Yanlış yapan herkese dokunabilen ve herkese de kendini savunma hakkını sonuna kadar tanıyan bir hukuk düzeni. İstediğimiz bu... Ama siyasetçilerin kendi aralarında rövanşlaşması da bunu engelliyor. Sözgelimi Deniz Baykal’ın 1989 yılında komisyon başkanı olduğu, SHP’nin hazırladığı anayasa taslağını bugün getirin, mevcut anayasanın yerine biraz rötuş yaparak koyun. Mevcut anayasanın olumsuzluklarının yüzde 80’ini giderecektir. Şimdi CHP bugün ona ancak ucundan tutarak sahip çıkıyor. Altına imza atmış, benim değil diyemiyor, ama alın bu raporu esas alın da demiyor. İktidar bütün çalışmalarından vazgeçsin, CHP’ye çağrıda bulunsun. “1989’daki taslağınızı getirin, bunun üzerinde uzlaşalım, anayasayı yapalım” desin. İşte fırsat. Bir diğer parti, benim anayasa düşüncem var, ama bunu açıklarsam iktidar kopya çeker gibi garip tavırlar içerisinde. Bir çözüm önerisi geliştirilemiyor ya da geliştirilen şeylere sahip çıkılamıyor. Konjonktürel bakıştan artık kurtulmamız lâzım. Türkiye’nin gerçeği, 72 milyonun gerçeğine bakalım. İnsanlarımızın kalkınmasının, özgürleşmesinin, dünya ülkeleri içinde lider bir konuma gelmesinin dünyaya sağlayacağı katkıyı da hesap eden uzun soluklu bir bakışa ihtiyacımız var. Ancak ne yazık ki seçimin yapıldığı günün ertesinden itibaren de siyasetçiler seçim kaygısı duymaya başlıyorlar, seçime bir yıl kala da... Dolayısıyla hiçbir zaman mazeretler bitmeyecektir. Onun için artık bir yerden başlamak lâzım. Fırsat kaçmış falan değil. Bu millet 550 milletvekili seçmiş. Bunlar kimden aldılar yetkiyi? Milletten! Milletin sorunlarının çözümü için yeni bir anayasa gerekli mi? Gerekli... Gereksizdir diyen bir tek Allah’ın kulu yok. O zaman yapın!

Yine 28 Şubat döneminde Kur’ân kurslarına yaş sınırlaması getirilmişti? Bu konuda hükümet geçen yıl bir düzenleme getireceğini söylemişti, ancak henüz bir çalışma gözükmüyor. Bir diğer uygulamada başörtüsü yasağı idi. Hem çalışma alanında hem de üniversitelerde yasak, hâlâ sürüyor. Anayasanın iki maddesinde yapılan değişiklikle başörtüsü yasağının kalkacağı söylenmişti. Ancak Anayasa Mahkemesi bu düzenlemeleri iptal etti. Bundan sonra bir şey yapılamaz mı?

28 Şubat sürecinin ve bu süreci yaşatanların en büyük bu ülkeye zararları bunlardır. “Biz havayı dumanlı hale getirdik. Suyu bulandırdık. Haklarınızı ve özgürlüklerinizi gaspettik. Siz bunları hazmedin, bundan sonra ne istiyorsunuz ona bakın.” diyorlar. Esas buna itiraz etmemiz lâzım. Yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede, 12 yaşına gelmeyen bir çocuk yazın camiye giremiyorsa, 15 yaşına gelmeyen bir çocuk Kur’ân kursuna gidemiyorsa, 15 yaşına gelmeyen bir çocuk çıraklık ve meslekî eğitime bu yaşa kadar gidemiyorsa, birileri bu ülkeye büyük zarar vermiş, bu ülkenin geleceğini karartmış demektir. Buradan başlanması lâzım. Bunu görmeden gideceğimiz bir yol yok. Ayrıca evrensel hukuk değerlerine aykırı nitelikte eğitim ve çalışma özgürlüğü açısından engel oluşturan başörtüsü yasağı sona erdirilmelidir. Temel hak ve özgürlükler arasında vazgeçilmez olarak nitelendirebileceğimiz eğitim ve çalışma hakkına ilişkin uygulamalar açısından ülkemiz ne yazık ki hiç de iç açıcı bir resme sahip değildir. 1982 Anayasası’nda yer alan bazı anayasal kurumlar, gerek anayasada gerekse kanunlarda hüküm bulunmamasına rağmen, inançları gereği başlarını örten kızlarımız ve kadınlarımızın eğitim ve çalışma hayatının içerisinde yer almalarını engelleyecek uygulama ve kararları hayata geçirmek suretiyle özgürlüklerini kullanmaktan yoksun bir insan topluluğu oluşturdular. Çağımız hukuk ilkeleriyle bağdaşmayan ve başlarını örten kadınlarımızın ikinci sınıf insan olarak görülmesi sonucunu doğuran bu uygulama ve kararların; demokratik, sivil ve özgürlükçü niteliği ön plana çıkan yeni anayasayla varlık ve gerekliklerinin son bulması gerekmektedir. Bu nedenle, evrensel hukuk değerlerine bütünüyle aykırı nitelikte olmak yanında eğitim ve çalışma özgürlüğünün kullanılmasında engel oluşturan başörtüsü yasağını; hizmet alan, hizmet gören şeklinde ayırım yapılmaksızın sona erdiren ve farklı uygulamalar yapılmasının önüne geçen bağlayıcı bir hükme yeni anayasada yer verilmesi gerekmektedir. Anayasada ‘Hiç kimse kılık ve kıyafetten dolayı eğitim, öğretim ve çalışma hürriyetinden yoksun bırakılamaz’ şeklinde açık amir bir hükme yer verilmesi gerekmektedir.

28 Şubat döneminde birçok memure

görevlerinden ya atıldı, ya da istifaya zorlandı. 2006 yılında çıkarılan bir kanunla bazı öğretmenler geri döndü. Ancak özlük hakları verilmeği gibi geriye dönük ödeme yapılmaları istendi. (20-25 milyar geri ödeme istenen memurlar var). Bu mağduriyetlerin giderilmesi gerekmez mi? Bir diğer yönü de, eğer bu memureler atıldılarsa tazminat almaları gerekmez mi?

Eğitim hakkı ve çalışma hakkı gibi süreçlerde büyük zulümler yaşandı. 12 Eylül belli ideolojideki insanlara bir travma yaşattı. Onlara toplum mühendisliğiyle siz komünistsiniz, siz şusunuz, siz busunuz diye, meslekten el çektirildi. Yargı kararı yok, toplum mühendisliği ve fişleme ile el çektirildi. Daha sonra iklim normalleşince bunlara iade-i itibar sağlandı. Devlet özür diledi... Bütün özlük haklarını tazminatlarla birlikte verdi. 28 Şubat sürecinde de, parmağında gümüş yüzük olanlardan, başında örtü olanlara, namaz kılanlardan sakallı olanlara kadar binlerce kişiye, bir tek amirin veya bölüm şefinin fişlemesiyle meslekten el çektirildi. Üniversitelerden atıldılar. Yargı kararı falan olmadan... Gerçi her ne kadar bir disiplin affı çıkarıldıysa da, af sadece atılmış olanları kapsıyor. Bunların geri dönüşünde de sıkıntılar var. Döndükten sonra özlük haklarını elde etmelerinde de ciddî sıkıntılar var. Geriye dönük bu insanlardan para alınması söz konusu. Dahası da var, kadrolu atananlar stajyer olarak göreve başlarlar. 28 Şubat sürecinde memuriyete uygun değildir denilerek kapının önüne konulan binlerce stajyer de var. Mahalle baskısıyla “Yeter bu zulüm” deyip istifa ettirilen başka binlercesi de var. Stajyer olarak atılanlarla, istifa ettirilenler dönemiyor zaten. Onların mağduriyeti hâlâ devam ediyor. Ben de diyorum ki, sosyal devlet vatandaşına yaşattığı mağduriyeti gideren devlettir. Vatandaşına yaptığı haksızlıktan dolayı özür dileyen devlettir. Buradaki sorun devlet sizi atmakta yanlışlık yapmışız diyor, ama atmanın oluşturduğu hasar giderilmiyor. Biz bunun giderilmesini istiyoruz.

Bir de 22 Haziran 2006’ta bir kanunî düzenleme getirildi. Bu düzenlemeye göre 23 Nisan 1999 yılından itibaren atılanlar işlerine geri döndüler. Ancak esas atılmalar 28 Şubat’ın en sert uygulamaları 1997 ve 1998 yılında yaşanmıştı. Bu dönemde ne kadar memur işten atıldı? Esas mağduriyet bu dönemde olmasına rağmen niçin bu dönemi kapsayan bir kanun çıkarılmadı? Bildiğimiz kadarıyla kanun 23 Nisan 1999 yılından sonrasını kapsadığı için çok az memure bu kanundan yararlanıp tekrar işine döndü.

Kanuna göre 1999’dan önce, yani 28 Şubat sürecinin daha başlangıcında da atılanların da haklarının geri verilmesi için yeni bir düzenlemeye gidilmesi gerekiyor. Çünkü mevcut disiplin affı bu kişileri ne yazık ki kapsamamıştır. Bunun da çözülmesi şart tabiî ki.

YARIN: ÖNDER: TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ

YAPILDI

MEHMET KARA / UMUT YAVUZ

[email protected] /

[email protected]




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
www.sentezhaber.com

01.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (28.02.2010) - Türkiye’nin kalbine saplanan postmodern darbe

  (14.02.2010) - Yakın istikbalin hür ülkesi Türkıye’ye hoşgeldınız

  (13.02.2010) - İslâm, her türlü kolaylığı tanır

  (12.02.2010) - ‘Yeni Asyabizim için çok önemli’

  (11.02.2010) - Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yok

  (10.02.2010) - YAŞAYAN FOSİLLER ÜLKESİ

  (09.02.2010) - Devlet vatandaşın ayağına gidiyor

  (08.02.2010) - İslâm derneklerinden büyük hizmet

  (07.02.2010) - İnanç özgürlüğü işliyor

  (06.02.2010) - Hür olduğu kadar adil ülke

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl