15 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

DERS KİTABI FACİASI

HAFTA içinde yazdığım başka bir yazıda, eğitimle doğrudan ilgili olmayan bir yazıda, elime tesadüfen geçen iki lise son sınıf ders kitabının içeriklerinin ne kadar anlamsız, çağımızdan ne kadar kopuk, öğrencileri yeni yüzyıla hazırlamaktan ne denli uzak içeriklere sahip olduğuna değinmiş idim.

Önümüzdeki haftalardaki eğitim yazılarımda anlaşılan bu ders kitabı konusuna dönmek de gerekecek zira tüm çabalara, tüm iyi niyetli girişimlere rağmen anlaşılan liselerimizde ders kitabı faciası, tüm o berbat içerikleriyle devam ediyor.

O berbat kitaplarla çocuklarımıza bir tür dünya görüşü aşılamaya sistem gayret ediyor, zorlanıyor, zorlanıyor diyorum zira somut dünya ile bu saçmalıklar çelişiyor ama gayret sürüyor ve belki de marjinal düzeyde netice de alınıyor.

Ama öte yandan aynı çocuklar liseyi bitirdikleri zaman bırakın iki yabancı dil konuşmayı bir tanesinde bile dertlerini anlatamıyorlar, ingilizce sıradan bir kitap ya da gazete okuyamıyorlar.

Bırakın yabancı dili ya da dilleri, ekranların ünlü dizisi “Aşk-ı memnu’yu” yani Halid Ziya Uşaklıgil’i yani Atatürk’ün eşinin yakın akrabasının yazdıklarını orijinalinden okuyamıyorlar, okumaya çalışsalar da anlayamıyorlar.

Bihter, Behlül hayranı gençlere bir sorun “memnu” ne demek bilebilecekler mi?

Ama, “iç tehdit algısı” kavramını tüm detaylarıyla lise kitaplarında okuyorlar.

Bizler de, eğitimciler, öğretim üyeleri bu duruma “eğitim-öğretim” demeyi sürdürüyoruz. Meseleyi son derece basite indirgemeye çalışalım.

Lise mezunu bir gencin, 17-18 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının mesela ingilizce ve fransızcayı belirli bir düzeyde konuşması ve yazması mı, yoksa iç tehdit algısı üzerine çeşitlemeler öğrenmesi mi ülkemizin geleceği, bırakın ülkeyi, o gencin geleceği için daha yararlıdır acaba?

Zaten gençleri iyi yetişmeyen, yabancı dil öğrenmeyen ama iç tehdit algısı ile yetiştirilen bir ülkenin geleceği ne olabilir ki?

İç tehdit diye bir şey varsa (bir an için var olduğunu kabullenelim), bu iç tehdit algısı gençlerimiz söz konusu tehditin içeriğini öğrendiği zaman mı, yoksa o gençler, iç tehdit algısından habersiz ama hepsi iki yabancı dili iyi konuştuğu zaman mı daha etkisiz, tehlikesiz hale gelir?

Bu sorunun cevabını iyi düşünmeden ve net bir cevap vermeden bir santim ileri gitmek, çağdaşlaşmak mümkün olmayacaktır.

Bu sütunda eğitim yazıları yazmaya ilk başladığımda bizim eğitim-öğretim sistemimizin tipik bir KİT (olumsuz anlamıyla) olduğunu iddia etmiş idim; yani eğitim sistemi ölçülmesi zor ama tahmin edilebilen çıktılarından çok daha fazla girdiyi adeta tümüyle verimsiz kullanıyor, harcıyor.

Yabancı özel okulları, Galatasaray, İstanbul Erkek liselerini bir kenara koyun, tüm liselerde çocuklarımız altı ya da yedi sene ingilizce okuyorlar, ingilizce öğretmenliği diploması almış (bu bir yatırımdır) öğretmenler bu çocuklara ingilizce öğretmeye, üstelik haftada yedi-sekiz saat, çabalıyorlar.

Sizlere somut bir meydan okuma: bu çocukların lise mezuniyetleri için, üniversite sınavlarına girebilmeleri için uluslararası bir sınavdan mesela TOEFL’dan mantıklı bir ingilizce taban puan isteyin, bakın ÖSS’ye kaç kişi girebiliyor. İşte size üniversite kapısında yığılmayı önlemek için somut ama kimsenin işine gelmeyecek bir öneri.

“İç tehdit algısı” TOEFL’ı olsun, maaşallah va maazallah hepsi ateş gibiler.

Eğitimin düzeyini belirleyen eğitimin hedefinin ne olduğu sorusunun tüm açıklığıyla cevaplanmasıdır.

Eser Karakaş Star, 14.3.2010




"HABERDE DOĞRULUK, YORUMDA İSABET"
www.sentezhaber.com

15.03.2010


12 Mart’ın yıldönümünde...

BİZİM darbelerle yaralı demokratik hayatımızda 12 Mart 1971 günü öğlen 13.00 haberlerinde Ankara radyosunda okunan ve Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümetin de hemen o gün istifasına neden olan ‘muhtıra’nın çok özel bir yeri vardır. 12 Mart muhtırası, adı üzerinde bir ‘muhtıra’ yani ‘ihtar’dı; Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nca imzalanmıştı ve hükümet eğer istifa etmezse darbe yapılacağını söylemekteydi.

Yürürlükteki Anayasa ve hukuk düzeni açısından baktığınızda komutanların yaptığı, daha sonra ilan edilecek olan sıkıyönetim döneminde binlerce gencin yargılanacağı ve hatta idam edileceği ceza kanununun meşhur 146. maddesinin tam karşılığı olan suçlardı. Ama elbette onları bu yolla suçlamak kimsenin aklına bile gelmedi, kimse böyle bir şeyi hayal dahi etmedi.

O günden bugüne demokrasi ve hukuk anlayışımızda çok ciddi gelişmeler olduğu aşikâr. Ama şunu da unutmayın: Bugün 2010 yılında darbeye teşebbüsle suçlanan asker kişilerin bu teşebbüsleri daha yapıldığı zaman, yani 2003-2004’te biliniyordu ama onları yargı önüne çıkarmak hayal dahi edilemedi, onları önlemiş olmak yeterli sayıldı.

***

12 Mart’ı doğru anlayabilmek için ‘9 Mart girişimi’ diye bilinen, ordu içindeki Baasçı, solcu cuntacılık akımını iyi tanımak ve iyi anlayabilmek gerekiyor.

9 Mart’çıları iyi tanıyıp anlamadan bugünün Ergenekon’unu tam olarak kavramak da kolay değildir, onu da söylemem lazım.

Tabii 9 Mart’çılar, yaptıkları veya yapmak istedikleri şeylerden hiç utanç duymadıkları için, anılarını kaleme aldılar, bu sayede tarihe önemli belgeler bıraktılar. (Meraklısına dönemin cuntacı Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur’un anılarını ve yine cuntanın ileri gelenlerinden o dönem Tümgeneral rütbesiyle Kara Kuvvetleri’nde etkin görevde bulunan Celil Gürkan’ın anılarını tavsiye ederim. Dönemin cuntacı ekibine dışarıdan destek verenlerden emekli general Cemal Madanoğlu’nun anıları da okunmaya değer. Ayrıca, döneme ilişkin eleştirel bir bakışı da Hasan Cemal’in ‘Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım’ adlı siyasi hatıralarında bulabilirsiniz.)

***

Daha çok hava ve kara kuvvetleri karargâhında yoğunlaşmış olan ama taşrada ve deniz kuvvetlerinde de yeterince etkin olan sol-sosyalist görünümlü cuntacılar, 27 Mayıs darbesinin Adalet Partisi ve lideri Süleyman Demirel tarafından amacından saptırıldığını ileri sürerek darbeye hazırlanıyorlardı.

Liderler Hava Kuvvetleri Komutanı Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’di. Ve bu faaliyetler herkes tarafından biliniyordu. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç kendini yalnız hissediyordu ve gönlü cuntacılardan yana değildi.

Bu nedenle mart ayının ilk günlerinde Ankara’da bir ‘Genişletilmiş Komuta Konseyi’ toplantısı yapıldı, bütün or ve kor generallerin katıldığı.

Katılımcılardan biri de 1. Ordu Komutanı Faik Türün’dü ve Orgeneral Türün sol cuntacılara kesinkes karşıydı. İlginçtir, Genelkurmay karargâhında toplantı yapılırken Merkez Komutanlığı’na bağlı askerler Ankara’nın göbeğinde Genelkurmay’ı kuşatmıştı. O sırada Merkez Komutanı, Faik Türün’ün kardeşi Tümgeneral Tevfik Türün’dü ve kuşatmanın amacı Faik Türün’ün can güvenliğinin sağlanmasıydı!

Türün içeride açık bir dille konuştu, ‘Darbeye kalkışırsanız 1. Ordu bütün imkânlarıyla direnir, iç savaş çıkar’ dedi. Baasçı darbe yatmıştı. Faruk Gürler ve Muhsin Batur geri adım attılar, cunta faaliyetlerinde kullandıkları alt kadroları bir çırpıda harcadılar.

İşte o yüzden, 9 Mart günü, kalan cuntacılar aralarındaki en yüksek rütbeli kişi olan Celil Gürkan’a gittiler, ‘Düğmeye sen bas’ dediler ama o da basamadı düğmeye.

Bir çırpıda ortada bırakılanlar sadece asker kişiler değildi.

Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’un Devrim Dergisi çevresi de ortada kalmıştı, hatta içeriden haber bile alamıyordu.

Mesela Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve başyazarı Nadir Nadi, 12 Mart’ta verilen muhtıranın beklediği ‘solcu darbe’ olduğunu sanmış ve muhtırayı öven bir başyazı bile yazmıştı, inanmayan 13 Mart 1971 tarihli Cumhuriyet’e bakar!

***

9 Mart tarihiyle özdeşleşen cuntacılar ve onların sivil uzantıları-işbirlikçileri 12 Mart döneminde yargılandılar, işkencelerden geçtiler, eziyet gördüler ama mahkûm olmadılar. Yani esasen gerçek anlamda bir yargılamayı kimse istemiyordu, çünkü işin ucunda Muhsin Batur ve Faruk Gürler’in bulunduğunu herkes biliyordu zaten.

Bugün de cuntacılık faaliyetlerinden, cuntaların hazırladığı darbe planlarından vs. söz ediyoruz. 12 Mart sonrası ile benzerlikler de var, ciddi ayrılıklar da.

O zaman da kurunun yanında yaşlar da yanıyordu, bugün de.

O zamanın yargılamaları adli sonuç almaktan çok siyasi sonuç alma odaklıydı, bugün yargılamaların nereye varacağını henüz bilmiyoruz. O zaman darbe heveslileri arasında gerçek liderler yoktu, bugün var ama. Ve en önemli şey de bu zaten.

İsmet Berkan / Radikal, 14.3.2010




"HABERDE DOĞRULUK, YORUMDA İSABET"
www.sentezhaber.com

15.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl