11 Mart 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Dizi Yazı

Başörtülüler 28 Şubat sürecinde yalnızlığa itildi

Başörtüsüyle nasıl tanıştınız?

Doğrusu ailemde başörtüsü takan ve böyle bir muhtevaya sahip olan kimse yoktu. Üniversite hazırlık yıllarında Ankara’da içinde bulunduğum hazırlık dershanesinde çok fazla din karşıtı söylemlerle karşılaştım. Bu söylemleri duydukça, içimde bir tohum gibi varlığını sürdüren iman özleri beslenmeye başladı. Onların dine sataşmaları bendeki dine olan meyli arttırdı. Onlar bu söylemlerini arttırdıkça ben bu söylemlerin dinin içerisindeki yerini tahlil etmeye başladım. Ve bu dönemde pek çok dinî muhtevalı kitaplar okudum. Burada bir karar vererek, üniversiteyi başörtülü okuma kararı aldım. Ve üniversite sürecini başörtülü olarak tamamladım.

28 Şubat sürecinde neler yaşadınız?

Bu süreç sadece başörtülüler için değil, başörtülülere soruşturma açan, açtıran, ceza teklif etmek zorunda kalan iman sahibi insanlar için de zor bir süreçti. Çünkü bu soruşturmaları yürüten üniversite hocalarının kendi eş ve kızları da başörtülü idi. Dolayısıyla böyle bir süreçte aynı düşünce insanları birbirleriyle karşı karşıya getirilmiş oluyordu.

Bu dönem aslında ceza vereni de verileni de imtihan eden bir dönemdi. Pek çok insan için bu zorlu süreç, oldukça sıkıntılıydı. Daha düne kadar düşünce birliği içerisinde olduğunuz insanlar, artık sizden kaçar hale gelmişti. Bu yönden de başörtülüler ciddî bir yalnızlığa itildiler.

Bu süreçte sizi en çok yaralayan ne oldu?

Doğrusu onca eğitim hayatı, onca emekler, onca beklentiler ve hayaller birilerinin keyfi uygulamaları dolayısıyla heder edilmiş oluyordu. Devlet adına kanun dışı yetki kullanan bu insanlar, sürekli devlete düşman üretmeye çalışıyorlardı. Bizi böyle davranmaktan alıkoyan ise, iman bağımızdı.

Ben bir işçi babanın evlâdıyım. Babam bana hep şunu söylerdi: ‘Ben zengin bir insan değilim. Size bırakacak ne malım, ne mülküm var. Bir baba olarak yapabileceğim tek şey, sizi okutmaktır.’

Bu durumda yasakçılar sadece benim hayallerimi değil, anne, babamın, kardeşlerimin de hayallerini suya düşürmüş oluyorlardı.

Diğer bir yaralayıcı tablo ise, çalıştığım kurumda en tabiî hakkım olan, sevk evrakı tanzimine engeller getirmeleriydi.

Bu süreçte insanlar, idareciler korkutuluyordu. Makamından, mevkiinden, imkânlardan yoksun bırakılmaktan çekinen idareciler, hakları olmayan konularda bile kanunsuz adımlar atıyorlardı.

Bunlardan birisi de, bölüm başkanının ben işime devam ettiğim halde, yirmi gün gelmemiştir diyerek müstafi yazısı yazmasıydı. Evet, iş hayatıma engel olmuşlardı. "Gelmedi" denilen zamanlardaki yazışma örneklerini mahkemeye sunarak, bu mahkemeyi kazandım. Ama tehditlerle midir bilinmez, böyle, insanların ekmekleriyle oynamak anlamına gelebilecek korkunç adımlar atabiliyorlardı.

Yasakçıların ilk uyarıları geldiğinde tepkiniz nasıl oldu?

Elbette böyle bir süreçte en yakınınızda olan eşinizdir. Bir de onunla aynı kurumda çalışıyor olmak, onun da hedef olması riski taşıyacak idi. Ama Allah bize bu süreçte her şeye rağmen bir mücadele azmi verdi. Oturup, istişare ederek, nasıl bir tavır içerisinde olmamız gerektiğine dair karar aldık. Ne olursa olsun, nereye kadar götürmek gerekirse gereksin (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar) mücadele edecektik. Hatta iç hukuk tamamen aleyhimizde olsa bile bunun gereklerini göze alıyorduk. Nitekim öyle de oldu.

Bu süreçte tabiî psikolojik bir harekât vardı. Yani yıldırma hareketi. İdareciler ile adeta köşe kapmaca oynuyorduk. Soruşturma açmak için fırsatlar kollayan dekanlık benim kampüste olup, ancak odamda bulunmadığım dakikaları kollayıp, masama notlar bırakıyor, soruşturmalar açılıyordu. Nitekim bu notlar halen dosyalarımızda durmaktadır.

Bu kadar psikolojik baskı ve yıldırma olaylarına karşın, bizi ayakta tutan ve direnç veren, beslendiğimiz imanî kaynaklar olduğu gibi, içinde bulunduğumuz camianın şahs-ı manevisi olmuştur.

Yine aynı düşünce içerisinde olduğumuz avukat arkadaşlarımız çoğu kez gündüz kendi işlerini yürütürken, mesai sonralarında ise, bizlere savunma hazırlama noktasında destekleri oluyordu.

Üniversiteden ihraç edildiğinizi öğrendiğinizde nasıl bir tepki oluşturdunuz?

Doğrusu, insanı, Allah karşılaşacağı olaylara hazırlıyor. Ben de ihracı ilk duyduğumda, ‘Benim için yeni bir süreç başlıyor. Bir imtihan sayfası kapandı, yeni bir imtihan sayfası açıldı’ diye düşündüm. Ancak bu sayfanın çok önemli bir tarafı vardı, artık kendimi çok daha güçlü hissediyordum. "Maaş mı, başörtüsü mü?" tercihi karşısında, Allah bize ailece verdiğimiz kararda, başörtüsünün yanında yer almamız gerektiğini hissettirdi.

Mahkeme sürecinde avukat arkadaşımız, ‘savunmanızı, işe tekrar dönmek üzerine mi oluşturayım; yoksa, başörtüsü dâvâsını mı direkt olarak savunayım’ dediğinde, güçlü bir şekilde, gelecekte çocuklarımızın eğitim hayatında aynı problemlerle karşılaşmaması için, başörtüsü dâvâsını savunalım dedik.

İhraç karşısında çevrenizin tepkisi nasıldı?

Başlangıçta, dekan ve bölüm başkanı, bu mücadelemizi anlayamadılar. Hatta bizzat dekan, ‘Size son defa bir hak tanıyorum. Pişmanım diye bir savunma yazın. Ben bu savunmanızı bizzat rektörle konuşayım. Bir bez parçası için maaş terk edilir mi?’ dedi.

Aynı kurumda çalışıp, başörtülü olmayan bir başka arkadaşım ise, ‘Bu yaptığınızı aklım almıyor, bu bir divaneliktir. İnsanların çok zor geldikleri bir yeri bir örtü için terk etmek anlaşılır değil’ demekteydi.

Biz ise söylenenler karşısında sadece acı bir tebessüm içerisindeydik. Çünkü anlaşılmıyorduk. İlginç olan da, bize bu telkinleri yapanlar, hatta bu yasakları reva görenler aynı dinin mensupları idi.

Burada bir acı durumu tesbit etmeden geçemeyeceğim. 28 Şubat’ın başladığı ilk aylarda, genellememekle birlikte mücadelemizi anlayamayan bazı dostlar, ‘Bu kadar uğraşı maaş için mi yapıyorsunuz?’ diyorlardı. Ne yazık ki, bu su-i zannı bize taşıyanların bizzat kendi kızları okullarından, sınavlarından ve buna benzer pek çok alanlarda haklarından uzaklaştırıldı.

Bu süreçte unutamadığınız bir hatıra var mı?

Bir gün odamda çalışıyordum. Bizzat rektör ve yanında iki koruması odama girdiler. Odaya girişi, bir rektör ağırlığına yakışmayan nezaketsizlik içerisinde idi. Bana, ‘Bu kılıkta üniversitemde bir akademisyen istemiyorum. Çabuk benimle beraber odama gidiyoruz ve hakkında tutanak tutulacak.’ dedi. Ben de, korumalarla birlikte önde rektör arkada bizler, bir suçlu gibi savunmamız alınmak üzere odasına gittik.

Rektör, bana ‘Sana iki gün mühlet. Ya başını açarsın, devam edersin ya da Üniversiteyi terk edersin.’ dedi. Ardından alayımsı gülerek, ‘Bu iki gün içerisinde ya sen gidersin, ya ben giderim. Ben gitmeyeceğime göre, sen gideceksin’ dedi.

Bu olaylar yaşanırken hamile idim. Yaşadığım olayların psikolojik tesiriyle olsa gerek ki, düşük yaparak, hastaneye yattım. Tedavi sürecim bittiğinde kaderin garip bir cilvesi idi ki, rektör görevden alınmış ve ben ise tekrar çalışmaya devam etmekteydim.

Görevden alındıktan sonra ne yaptınız?

İhraç sonrası, bir sıkıntı hali içerisine düşmedim. Çünkü inananların bir rızık endişesi içerisinde olmaması lâzımdı. Nitekim öyle de oldu, Cenâb-ı Hak, daha önce hiç yaşanmamış şekliyle, rızkımıza bereket vermişti. Artık, çocuklarıma daha çok vakit ayırabiliyordum. Evet, beşer zulmetmiş, ama kader adalet etmişti.

Yaşananlar bana, iman ve Kur’ân hizmetlerinde daha çok çalışmak gerektiğini öğretmişti. Bu yüzden, önce iç daireden başlamak üzere iman hakikatlerini daha çok okumaya, yaşamaya ve anlatmaya başladım. Sonrasında belli konuları eşimle birlikte kendimize çalışma konusu yaptık. Bunlar, mutlu aile modeli, pozitif insan modeli, hikmet okumaları, manevî hastalıklar ve çözüm yolları gibi konulardı. Bu konularda pek çok şehirlerde ve yurt dışında konferans ve seminerler verdik. Halen bu konulardaki çalışmalarımız sürmektedir. Önümüzdeki zamanlarda bu çalışmalar kitap haline gelecek İnşallah.

Yaşadıklarınızın aile hayatınıza etkisi ne oldu?

Öncelikle bir hissimi paylaşmak istiyorum. Başörtüsü tercihi, aynı zamanda benim ailemdeki huzuru tercihimdi.

Bunu biraz açar mısınız?

Üç kızım var. 15, 13 ve 9 yaşlarında. 15 ve 13 yaşlarındaki kızlarım, annelerinin bu yaşadıklarından bir ders almış olmalılar ki, hiçbir sıkıntı yaşamaksızın, içlerinden gelerek, tesettürü tercih ettiler. Ve çok daha önemli bir şey ki, düzenli namaz kılmaya başladılar. Bütün bunlar Cenâb-ı Hakk’ın bana işlerimi kolaylaştırması ve yardımlarından başka bir şey değildi.

Demokratik Açılım paketlerinden başörtülülere dönük somut bir şey çıkmadı. Hükümetler değişti, ama yasaklar hâlâ devam ediyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Evet, hükümet yetkililerinin çoğunun eşleri başörtülü. Kızları eğitimlerini yurt dışında sürdürüyorlar. Dolayısıyla onlar açısından şimdilik bir sıkıntı yok gibi. Gerçi, başbakanın eşinin karşılaştığı hastane yasağı, onlara yasak duvarının varlığını bir kez daha hatırlattı. Ama bir gerçek var ki, Avrupa Birliğine girme aşamasındaki Türkiye’de başörtülü eğitim yasağı bütün şiddetiyle sürüyor.

Açılım denince, neden özellikle birileri akla geliyor anlamıyorum. Hainlikle suçlananlar, ihanet edenler, tetik çekenler için gösterilen müsamaha acı ki, başörtülülere gösterilmiyor.

Siyasetçi çözüm üretir. Problem varsa, bunu hiçbir bahane ortadan kaldıramaz. Bu konuda acizlik göstermek, rahmeti celbetmeyecektir. Çünkü çözümü olan şeylerde acizlik gösterilmesi, hayatiyeti bitiriyor.

Demokrat Parti bir İslâm şeairi olan ezanı ihya etti. Bu hükümetten de başörtüsü şeairini ihya etmesi beklenir. Aksi halde, başörtülülerin duasını alamamış bir hükümet hayatiyetini devam ettiremeyecektir.

Gelinen noktada, bu ülkede, kötüler ve darbeciler hak ettikleri cezaları almadıkça, hakikî anlamda bir huzurdan, adaletten ve ahlâktan bahsetmek mümkün olmayacaktır.

YASEMİN YAŞAR KİMDİR?

Konya-Ereğli doğumluyum. Üniversite eğitimimi Erzurum’da Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümünde tamamladım. Bir süre Üsküdar İmam Hatip Lisesinde Tarih öğretmenliği yaptım.

1994 yılında Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde araştırma görevlisi olarak göreve başladım.

1996 yılında Selçuk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesinde yüksek lisans ve doktora çalışmalarına başladım.

1998 yılında kurumlar arası yazışma yoluyla Harran Üniversitesi’ne geri çağrıldım. Böylece yüksek lisans-doktora eğitimim yarım kalmış oldu.

Bir yıl süren soruşturmalar sonucunda YÖK tarafından, kılık kıyafet yönetmeliğine muhalefetten dolayı meslekten ihraç edildim.

RÖPORTAJ: ZEYNEP ÜNÜGÖR

YARIN: AİLECE MAĞDUR OLDULAR




Gündemin nabzını tutmak için tıklayın!
www.sentezhaber.com

11.03.2010

 
Sayfa Başı  Geri


Önceki Dizi Yazı

  (10.03.2010) - YASAKÇILAR UTANSIN, BEN ASLA UTANMIYORUM

  (09.03.2010) - 28 ŞUBAT’TAN SONRA SIKINTILAR DAHA DA ARTTI

  (08.03.2010) - AĞLAYARAK İSTİKLÂL MARŞI SÖYLEMEK

  (07.03.2010) - Askere artık, ‘Allah’ dedirtilmiyor

  (06.03.2010) - İNANÇ HÜRRİYETİNİ YURT DIŞINDA TATTILAR

  (05.03.2010) - Komutan ‘eşinin başını aç’ dedi

  (04.03.2010) - SIRF BAŞÖRTÜLÜYÜM DİYE ÜNİVERSİTEDE ÇALIŞTIRILMADIM

  (03.03.2010) - BİR NESİL ZORUNLU HİCRET YAŞADI

  (02.03.2010) - Katsayının hedefi, kast sistemi

  (28.02.2010) - Türkiye’nin kalbine saplanan postmodern darbe

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl