26 Nisan 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah dilediğine rızkını bollaştırır da daraltır da. Onlar dünya hayatıyla şımardılar. Oysa ahiretin yanında dünya hayatı, geçici bir faydadan başka bir şey değildir.

Rad : 26

26.04.2010


Bahardan sor; bak nasıl zikreder?

Bahardan sor; bak nasıl, “Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin.

Kâinatın her bir âleminde, her bir tâifesinde, Esmâ-i Hüsnâdan bir ismin ünvânı tecellî eder. O isim, o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tâbidirler, belki onun zımnında bulunurlar.

Hem mahlûkatın her bir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm her birisinde, has bir tecellî, has bir rubûbiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim her şeye muhît ve âmm olduğu halde, öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güyâ o isim yalnız o şeye hastır.

Hem, bununla beraber, Hâlık-ı Zülcelâl her şeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nurânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin mahlûkiyetindeki cüzî mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla, mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.

Mâdem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var; ve isimler birbiri içinde görünüyor; ve şuûnât birbirine bakar; ve temessülât birbiri içine girer; ve ünvanlar birbirini ihsâs eder; ve zuhurât birbirine benzer; ve tasarrufât birbirine yardım edip itmâm eder; ve Rubûbiyetin mütenevvi’ terbiyeleri birbirine imdat edip muâvenet eder; elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir ünvan ile, bir rubûbiyetle ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rubûbiyetleri, şenleri, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden sâir esmâya intikal etmezse, zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dal düşebilir. Belki, lâzım gelir ki, onun nazarı dâimâ karşısında “Hüve, Hüvallâhu” (O, o Allah’tır) okusun, görsün. Onun kulağı her şeyden “Kul hüvallahu ehad” (De ki: O Allah birdir. / İhlâs Sûresi: 1) dinlesin, işitsin. Onun lisânı “Bütün âlem, beraber ‘Lâ ilâhe illâ Hu’ diyor” desin, ilân etsin.

İşte, Kur’ân-ı Mübîn, “O Allah ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur” (Tâhâ Sûresi: 8.) fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder. Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette, “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” dediklerini işiteceksin. Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâttan ve yavrulardan sor, “Ne diyorsunuz?” de; elbette “Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyecekler.HAŞİYE

Semâyı dinle; nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza kulak ver; nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl” diyor. Ve hayvanlara dikkat et; nasıl “Yâ Rahmân, yâ Rezzâk” diyorlar. Bahardan sor; bak nasıl, “Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor; bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen, okuyabilirsin. Güyâ, kâinat azîm bir mûsıka-i zikriyedir; en küçük nağme, en gür nağamâta karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor. Ve hâkezâ, kıyas et.

HAŞİYE: Hattâ bir gün kedilere baktım; yalnız yemeklerini yediler, oynadılar yattılar. Hatırıma geldi, “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübârek denilir?” Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi. Sarîh bir sûrette, “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güyâ hatırıma gelen îtirazı ve tahkiri, tâifesi nâmına reddedip yüzüme çarptı. Aklıma geldi, “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa tâifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir mûterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?” Sonra sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarîh değil, fakat mütefâvit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hır hırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hır hırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur. Mahreçsiz, fasîh bir zikr-i hazin olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker. Yanına gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi, “Acaba şu ismin vech-i tahsîsi nedir ve ne için insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisâniyle etmiyorlar?” Kalbime geldi, şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nâzik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak, esbâbı bırakıp yalnız kendi Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden meded gelir ve kimden rahmet beklenir, esbâbperestlere ihtar ediyorlar.

Sözler, 24. Söz, s. 302, (yeni tanzim, s. 532)

26.04.2010


“Kâinatın nağmelerini dinleyen adam”ın serencamı - 2

Canım Üstadım, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin hayatını ve dâvâsını konu alan hacimli “biyografik roman”ın devam kitabı.

Beş ciltlik “Bediüzzaman Beşlemesi” dizi-romanının ikinci kitabı, Üstad’ın 38-47 yaşları arasındaki dönemini anlatıyor; ki bu dönem, 1916 yılı baharında Birinci Dünya Savaşı’nda Bitlis’te Ruslara esir düşmesiyle başlıyor ve 1925 baharında Şeyh Said Hadisesi bahanesiyle Van’dan Batı Anadolu’ya sürgün edilmesiyle sona eriyor. (Küçük bir hatırlatma: Romanda “yaş”lar ve de “yıl”ların pek sözü edilmese de, girişteki malûm bilgiler, tarafımızdan, “konunun anlaşılmasına yardımcı olmak” maksadıyla veriliyor.)

Devam kitabında da pek çok önemli sahne bulunuyor. İşte, “o müthiş sahne”ler: *Çarın yakını ve de büyük rütbeli Rus komutanını “imanının ve mukaddesatının gereği olarak” ayakta karşılamadığından çarptırıldığı idam cezasından kıl payı kurtulması. *Esaretten tek başına firar etmesi. *İstanbul’da Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından askerî törenle karşılanması. *Maaşının önemli kısmını eserlerini bastırmak için kullanması ve bunları bedava dağıtması. *Haliç’teki kayık gezintisinde yan gözle dahi harama bakmaması. *1919 Eylül’ünün bir Cuma gecesinde rüya-yı sadıkada, geçmiş asırların imamlarından oluşan mübarek meclisin sohbetinde Osmanlı’nın mağlûbiyetini izah etmesi. (s. 122-130) *Said Halim Paşa’nın, mirasını kendisine devretme teklifini reddetmesi. *”Mahreç” (ordinaryüs) payesine lâyık görülmesi, fakat bunu nazikane iade etmesi. *İnziva arayışlarının artması ve değişerek içinden “Yeni Said”in ortaya çıkması. * "Anadolu’da fiilen, İstanbul’da manen başlayan kurtuluş hareketleri”nin İstanbul ayağına öncülük etmesi. *İngilizlerin, günümüzde bile kendisiyle karıştırılmasına yol açan “Said Molla” planını uygulamaya koyması. (s. 189) *Anadolu’daki kurtuluş hareketinin meşrûiyeti hakkında “karşı-fetva” neşretmesi. *İngiliz Anglikan Kilisesi’nin İslâm aleyhindeki alayvari sorularını “tükürük”le karşılaması, ama yine de cevapsız bırakmaması. *İngiliz etkisindeki Kürt milliyetçisi Abdülkadir Bey’in “Kürt devleti” planını savuşturması. *İstanbul’u işgal etmiş bulunan İngilizleri, “Hutuvat-ı Sitte” isimli eseriyle çılgına çevirmesi. *Yunanlılar ile onlara yüklü miktarda silâh ve cephane vermeye hazırlanan İngilizlere beddua etmesi, akabinde bir maymunun ısırdığı Yunan kralının ölmesiyle dehşetli planların alt üst olması. *Kendisini “ölü ya da diri” ele geçirmeye azmetmiş İngilizlerden harika bir surette kurtulması. *Israrlı dâvetlerin sonunda Ankara’ya gelmesinin ardından “Büyük Zafer”e manen vesile olması. (s. 239) *Resmî törenle karşılandığı BMM’de “dua” konuşması yapması. *”Karanlığın kaynağı”na dönen Ankara’yı aydınlatacak “Hubab” eserini neşretmesi. *M. Kemal’le tanışması. *Namaz konusunda lâkayt mebusları beyannameyle ikna etmesi. *”Namaz beyannamesi”ne sinirlenen M. Kemal’e rest çekmesi. *M. Kemal’in, “yanına çekme” girişimlerini boş bırakması. *Lozan görüşmelerinde Yahudi müşavir Haim Naum’un rolünün öne çıkması. *Mahiyetini anladığı şahsa karşı “kahır duası”nın tutmaması. (s. 315-316) *M. Kemal’le ipleri kopardığı gün zehirlenmesi! *Mardin mebusu Ensari Efendi’nin sadık rüyasının gösterdiği üzere, “iman” nurunun Meclis’ten kaybolması. *”Gidişatın vebaline ortak olmak istememe” kararıyla Ankara’yı terk ederek Van’a dönmesi. *Hükûmetin “Van vaizliği” teklifini “maaşsız” olarak kabul etmesi. *Şeyh Said’in, hareketine destek talebini geri çevirmesi. *Hükûmet kararıyla Van’dan alınmasına karşı gelmek isteyen hemşehrilerini teskin etmesi…

Anlayacağınız, kitapta dessas İngilizler ve “Ankara hâkimi”yle münasebetler öne çıkıyor.

Ve “favori sahne”miz… Üstad, Ankara’dan Van’a dönüşünde kardeşi Abdülmecid Efendi’nin evinde kalmaktadır. Ancak ahalinin artarak devam eden ziyaretlerinden dolayı “ev halkının yorulacağı” düşüncesiyle evden ayrılma kararını kardeşine açıklamıştır. Yeğeni küçük Fuad da henüz yeni yeni yürümektedir. Konuya kulak misafiri olan evin hanımı ise, bir tevazu ve merhamet örneği sunar:

“O sırada kapının arkasında hayal kadar hafif bir gölge fark edildi. İkisi de durup onun içeriye girmesini beklediler. Az sonra Fuad, ayakta zor durarak içeriye doğru yürüdüğü hâlde, o, kapının dışında kaldı. Bu hâl, onun bir şey söyleyeceğini gösteriyordu. Sessizliğin uzamasından, onların kendisini dinlediklerini anlayan Rabia Hanım, kapıya doğru biraz daha yaklaştı. / ‘Seyda evden gitmesin. Ben, ona ve misafirlerine hizmet etmekten şikâyetçi değilim’ dedi. / Onlar biraz daha beklediler, ama Rabia Hanım başka bir şey söylemedi. Zaten söylemesine de ihtiyaç kalmamıştı. Çünkü sesinin titreyişinden, hislerine hâkim olamayıp ağlamaya başladığı anlaşılıyordu. / Rabia Hanım’ın bu hareketi ikisini de duygulandırdı. Abdülmecid Efendi başını önüne eğerken, Bediüzzaman önce ona bir şeyler söylemeye hazırlandı, sonradan vazgeçince sessizlik ağır bir düşünceye döndü ve dillerden ziyade hisler konuşmaya başladı…” (s. 347-348)

Nasıl? Fevkalâde mübarek/müeddep bir sahne, değil mi? Sizi bilmem, ama ilk okuyuşta benim burnumun direkleri sızlayıp gözlerim doldu!

Sonuç olarak, bir dizi-romanın, çok başarılı olan ilk kitabını da aşan yetkinlikte, yakın tarihin en kritik devresini de içine alması hasebiyle önem arz eden, üstelik epey hissî sahneyle dolu ikinci kitabı.

***

BEDİÜZZAMAN

Yazan: İslâm Yaşar Sayfa Sayısı: 382 Ebatları: 13,5x21 cm Türü: Roman Yayınlayan: Yeni Asya Neşriyat Yayın Tarihi: Mart 2008

ORHAN GÜLER

[email protected]

26.04.2010

 
Sayfa Başı  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Yeni Asya Gazetesi - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat-Promosyon - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım