06 Temmuz 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Eski hal muhal, ya açılım, ya OHAL

OHAL uygulamasının terörle mücadelede fonksiyonel olmadığı, tam aksine, bölge halkı üzerinde tam bir baskı ortamı oluşturarak, iç ve dış terör odakları ile ulusalcı ideolojik iktidar çevrelerinin amaçlarına hizmet ettiği tecrübe ile sabittir. Bu sebeple, terör örgütünün illegal ve legal görünümlü uzantısı ve fürüatı olan çevrelerce OHAL uygulamasına geçilmesi içten içe istenirken, demokratik açılıma karşı da açıkça tavır alınmaktadır.

Terör örgütü ve uzantılarının en büyük açmazı, bölge halkının Müslüman kimliğidir. Marksist-Leninist ve ateist bir örgütün ve bu örgütü adres gösterenlerin, ezici çoğunluğu Müslüman olan ve bu kimliği gereği de, ne Marksist ve ateist ne de ırkçı/ulusalcı söylemlerin kalp ve ruhunda makes bulmadığı bir kitleyi temsil etmeleri mümkün değildir. İyi bilmektedirler ki, ırkçılık İslam’da haramdır ve şirktir. Terör örgütü, bölgede etnik kimliği, Müslüman kimliğe baskın hale getirmek için, sadece terör olayları ile yetinmemektedir. Bölgeyi, halkın Müslüman kimliğini ve bu kimlik etrafında dayanışmasını da bastırmaya yönelik bir tehdit ortamına dönüştürmüştür. Türk ulusalcıları da dindar demokrat Türk milletini değil temsil etmek, aksine bu ana kitlenin inanç ve değerlerine savaş açmış, bu değerleri irtica ve çağ dışılık olarak niteleyen bir yabancılaşmayı temsil etmektedirler. Gerek bölgede, gerekse ülke genelinde toplumun üst kimliği bu iki ulusalcı güçlerce el ele verilerek bastırılmaktadır. Bu sebeple, terörle mücadelede, üst kimlik değerlerini Türk ulusalcıları rejim açısından, Kürt ulusalcıları ise etnik kimliği nötralize ederek etnik kimlikler arasında katalizör vazifesi görmesi açısından sakıncalı bulmaktadırlar.

Demokratik açılıma neden karşılar?

Ülkemizde demokratik açılıma kuşku ile bakan ve açıktan tavır alan kesimlere şöyle bir baktığımızda, bunların başta CHP olmak üzere ulusalcı çevreler; ikinci olarak MHP ve son olarak da PKK ve BDP olduklarını görüyoruz. Özetle bu kesimlerin tamamının sağ-sol Türk milliyetçiler ve Kürt milliyetçiler olduklarını görüyoruz.

PKK ve uzantılarının açılıma karşı tavrının sebebi açıktır. Demokratik açılım, üniter bir yapı içinde devlet-halk ilişkisinin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü çerçevesinde yeniden tanımlanarak, devletin bu doğrultuda yeniden yapılandırılması, bölgedeki etnik merkezli atmosferi yok edecektir. Böyle bir atmosferde PKK ve uzantılarının nefes alması güçleşecektir. Bölge halkının Müslüman kimliği sebebiyle, böyle bir açılımın etnik kimlikten ziyade İslam kardeşliği dayanışmasına yol açacağını düşünmektedirler. PKK, elindeki en güçlü kart olan etnik kimlik kartını demokratik açılımla kaybetmekten endişe etmektedir. Irki mensubiyet duygusunu geri plana iterek Müslüman kimliğin merkezileştiği bölgede PKK’nın gelişme imkânı bulması güçleşecektir. Şiddete başvurmalarının temel sebebi, ülkeyi ve bölgeyi Müslüman kimlik merkezli bir dayanışma ortamından uzak tutmak, etnik gerilimi sürdürmektir. Çünkü, ülkede İslam kardeşliğine kapı açan değişimlerin önlenmesi için, etnik kutuplaşmaya yol açan psikolojik süreçleri besleyecek olayları sürdürmeyi bir çözüm olarak görmektedirler.

Demokratik açılıma karşı çıkan Türk ulusalcı ve milliyetçi kesimler ise, örneğin MHP, demokratik açılımın İslam kardeşliği dayanışmasına yol açmayıp bilakis etnik dayanışmayı daha da şiddetlendireceğini düşünerek; CHP ve diğer Türk ulusalcı kesimler ise, MHP’nin endişelerine ilaveten, İslam kardeşliği temelinde bir dayanışmayı zaten kabul etmedikleri, bunu rejim açısından tehlikeli buldukları için demokratik açılıma karşı çıkmaktadırlar. Ellerinde başkaca da kültürel bir argüman bulunmayınca, geriye güç kullanarak sorunu çözme seçeneği kalmaktadır. Zaten PKK’nın istediği de budur...

Bu zamanın en birinci farz

vazifesi, Türk ve Kürt ittihadıdır

Demokratik açılımın sürüncemeye girmesinin en önemli sebebi, bu açılımda muhatap sorununun aşılamamasıdır. Daha önce yayımlanan “Açılımın geleceği” başlıklı makalede de belirttiğim üzere (Zaman-17.12.2009), olayın hal-i hazır muhataplarını dört kategoride toparlayabiliriz: Türk dindar demokrat kesim, Kürt dindar demokrat kesim, Türk ulusalcı kesim ve Kürt ulusalcı kesim... Türk ve Kürt dindar-demokrat kesim ülke topraklarını tek bir vatan olarak görmekte, kendi aralarında Müslüman kimliği merkezinde ilişkiler geliştirerek, kız alıp vermekte, ortak iş kurmakta, ülkenin her yerinde karışıp kaynaşmış bulunmaktadırlar. Yani birlik ve bütünlüğü fiilen tesis etmiş ezici bir Türk-Kürt cemiyeti oluşmuş bulunmaktadır. Bu açıdan Türk ve Kürt dindar-demokrat kesim diye bir ayrım yapmaya dahi gerek yoktur. Türk’ü ile Kürt’ü ile ve diğer kimliklerle tek bir dindar demokrat kitle mevcuttur. Ancak, Türk ve Kürt ulusalcı ve milliyetçi kesimler arasında böyle bir birlik ve kaynaşma bulunmamaktadır ve aksine etnik merkezli bir ilişki türü gittikçe yaygınlaşmaktadır. Bu ilişki türünün de çatışma ve ayrışmayı beslediği, aynı vatan, tek devlet anlayışını tahrip ettiği açıktır. İşte muhatap sorunu tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.

2000’li yıllara kadar olayın bu yıkıcı boyutlara gelmesi, ulusalcı öznelerin muhatap olmasından kaynaklanmıştır. Türk-Kürt dindar ve demokrat kitlenin gerekli yeniden yapılanma atılımlarını gerçekleştiremeyişinin sebebi, birincisi, ülke genelinde uzun yıllardan bu yana kurumlaşmış bir ulusalcı vesayet sisteminin aşılamaması; ikincisi ise, Kürt dindar ve demokrat kesim üzerinde PKK’nın dindar ve demokrat kimliği bastıran, etnik kimliği canlı tutan tehdit ve baskılarıdır. Bu sebeple, Kürt dindar ve demokratlar tam anlamıyla Müslüman kimlik merkezli bir tavır koymakta ürkek davranmaktadırlar.

Çözüm, etnik kimlik dayanışmasının ortadan kaldırılarak, daha üst bir kimlik altında birlik ve bütünlüğün sağlanmasından ibarettir ve bunu sağlayan en fonksiyonel kimlik değerleri ne ise, çözüm de onun altında yatmaktadır. Çünkü sözünü ettiğimiz bu kimlik değerlerine bağlı ezici bir çoğunluk mevcuttur. Demokratik açılımın stratejik alanı da bu değerlerdir. Bu ortak değerleri merkezileştirebildiğimizde, bu merkezi değerlerin belirlediği bir algı ile etnik kimlikler de yeniden ve olumlu bir işlev kazanacaktır. Bu olumlu işlev etnik kimlik değerlerinin de özgürleşmesine yol açacaktır. İslam kardeşliğinde, etnik kimlikler zaten inkar edilmez. Ancak, İslam’da etnik kimliğin merkeze alınarak diğer etnik kimlikler üzerinde tahakküm kurması yasaklanmıştır. Demokratik açılımın bu ortak merkez değerleri belirlendikten sonra, böyle bir üst kimliğin önü açıldığı zaman, terör örgütü de, onun uzantısı olan bütün kişi ve kuruluşlar da toplumsal zeminini kaybedecektir. Şu anda tırmanan olayların sebebi, böyle bir açılım alanı açılmasını engelleme stratejisidir.

Ülkemiz küresel gelişmelerde öne çıkan İslam’ın giderek merkez ülkesi haline gelmektedir. Kürt ve Türk çatışması, merkezdeki İslam gücünü dağıtan ve tahrip eden bir işlev görüyorsa, bu çatışmayı üretenlere, kalben dahi taraftar olanlara ne denilebilir? Türklerin ve Kürtlerin misyonu, haram ve şirk bir tutum olan etnik benliğe, Müslüman benliği feda ederek İslam’ı baltalamak mı olmalıdır? Bu bağlamda Türk, Kürt ve diğer Anadolu sakinleri herkes kendini sorgulamak ve tavrını açık bir şekilde ortaya koymak durumundadır. Bediüzzaman’ın “Bu zamanın en birinci farz vazifesi ittihad-ı İslam’dır” sözü; öncelikle “Bu zamanın en birinci farz vazifesi, Türk ve Kürt ittihadıdır, Anadolu birliğidir” şeklinde de anlaşılmalıdır.

Yusuf Çağlayan / Zaman, 5.7.2010

06.07.2010


Youtube’a karşı AKP-ADD dayanışması

BANGLADEŞ, Endonezya, İran, Libya, Fas, Pakistan, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, Tayland, Tunus, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri. Demokrasiden fazla nasip almamış olan bu ülkeler “YouTube” isimli video paylaşım sitesini şu veya bu şekilde bloke eden ülkelerin başını çekiyorlar.

Fakat “demokratik olmakla” övünen Türkiye de bu listede. Üstelik yalnız YouTube’u bloke etmesi ile değil, interneti sansürleyen ülkeler listesinin de başlarında yer alması nedeniyle. Bu kez özgür dünyada bu özelliğimizle dikkat çekmeye başladık.

Hükümet istediği kadar “toplum özgürleşiyor” diye böbürlensin, basın meslek kuruluşlarımız istedikleri kadar her yıl “sansürün kaldırılışının yıldönümünü” kutlasınlar, Türkiye sansür güdüsünü içinden bir türlü atamıyor.

Atamadığı gibi, işler daha da kötüye gidiyor ve Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin sansürlenmesine kadar uzanıyor artık. Özetle, sansür ruhu mayamıza işlemiş. Bu ruhun sadece belli bir kesime ait olduğu da sanılmasın.

Aksine bu güdünün “ideolojiler üstü” olduğunuzu görüyoruz. Öyle ya, kim AKP’nin Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ile bu konuda dayanışma içine gireceğini düşünebilirdi ki?

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın YouTube konusundaki görüşleri artık kamuoyuna mal oldu. Bunlara burada tekrar girmeye gerek yok. Yıldırım’ın yansıttığı sansürcü ruh ise bize göre şaşırtıcı değil.

(...)

“Kopenhag kriterlerine bağlı olduğunu” iddia eden hükümet gerçekten “özgürlükçü” olsaydı, var olan siyasi gücüyle bu sorunu çözerdi.

Bu arada, Cumhurbaşkanı Gül’ün YouTube yasağına karşı çıkması, Başbakan Erdoğan’ın da, “proxy adresleri” kastederek gazetecilere, “Ben YouTube’a giriyorum, siz niçin giremiyorsunuz?” türünden alaycı sözler sarf etmesi, Türkiye açısından işi daha da garip kılıyor tabii.

ADD’ye gelince, yeni başkanı Tansel Çölaşan BBC’nin konu ile ilgili sorularını yanıtlarken, Atatürk’e ve kadın haklarına inandığı için YouTube’un bloke edilmesinden herhangi bir rahatsızlık duymadığını söylemiş. (...)

AKP ile ADD’nin bile bu konuda anlaşabilmeleri ülkemiz açısından gerçekten hüzün verici.

Semih İdiz / Milliyet, 5.7.2010

06.07.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.