13 Eylül 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

Ya kimden sorulur?

Bu günlerde gündemin başköşesine yerleşen 12 Eylül darbesinden sanırım on beş yirmi gün kadar sonraydı. O zamanki Tercüman’da yazan Yavuz Donat köşesinde şu minvalde bir yazı kaleme aldı: Yaşlı bir teyze suların akmadığını sıkıyönetim komutanına şikâyet etmişti. Oradaki yetkililer de kendine, bunun buraya taşınacak bir şey olmadığını; konunun Ankara Sular idaresinin işi olduğunu söylemişler. Yazar da bunu mizahi bir tarzla okuyucularına duyurmuştu.

Yirmi iki yaşımda iken, bu haberi nasıl anlayıp yorumladığımı şimdi hatırlamıyorum. Ancak, otuz yıl sonra şöyle düşünüyorum: Teyze bütünüyle haksız mı sizce? Söylediklerinde bir hakikat payı yok mu?

Akil baliğ olmuş; salimen düşünme ve ona göre yapıp etme yetisini kazanmış her kişinin yaptığı elbette önce kendisinden sorulur. Böyle olunca sular idaresinin mühendis ve işçilerinin kusuru neden askerî bürokrasiden ve onun payandası olan partiden sorulsun ki denebilir. Ama durum hiç de öyle değildir.

Bir müessese ki, bir topluluğun hayatında ya bizzat ya da yan kuruluşları vasıtasıyla seksen yedi yıl etkili olmuşsa, suların akmadığı da ondan sorulur, trafik sıkışıklığı da ondan sorulur, ihracattaki yolsuzluklar da ondan sorulur, ticaretteki yolsuzluk da ondan sorulur.

Abartıyorsun denebilir? Hayır, efendim, hiç de abartmıyorum. Bir örnek verelim: 1980li yıllarda, bazı yanlışları olan, ancak milletin dünyaya açılmasında büyük emeği olan bir zat ihracatı kolaylaştırıcı mevzuatı yürürlüğe koydu, serbest piyasa modeline geçti. Sonuçta ne mi oldu? İhracatta hissedilir bir artış yaşandı, ancak naylon faturalar ve hayali ihracat da gündeme geldi. Almanya’da İngiltere’de Fransa’da işleyen serbest piyasa ekonomisi burada tam olarak işleyemedi. Neden? Bunu, yalnızca mevzuattaki boşluklara bağlamak tatmin edici bir açıklama olur mu?

Çünkü ülkede çok ciddî anlamda bir değerler boşluğu vardı. 1930’lu yıllarda yürürlüğe konan, her türlü semavi ilkeyi dışlayan bir eğitim rüzgârı, acı meyvelerini yıkıcı bir fırtına olarak on yıllar sonra veriyordu.

İşin acı tarafı “iktidar”lar değişti, onca bakan geldi ve gitti, ama o sistemde ciddî bir değişiklik gerçekleştirilmedi. Okullardaki müfredat programlarındaki bütün önemli değişiklikler, ya bizzat CHP’nin iktidarda olduğu ya da onun zihniyetini restore etmek için gelen askerî idareler döneminde yapıldı. Bunlar da aslında değişiklik sayılmazdı; yapılan büyük ölçüde, bazı Osmanlıca ifadelerin yerine yeni kelimelerin konulmasından ibaretti. Materyalist, aşkın tanımayan zihniyet aynen korundu. Örnek olarak 1962 yılında hazırlanan Sosyal Bilgiler Dersi müfredatı ve 1983 yılında hazırlanan tarih ve coğrafya derslerinin müfredatları gösterilebilir. Diğer hükümetler döneminde yapılanlar ise, esasla ilgili olmayan cüzi ayrıntılardan ibarettir.

CHP zihniyeti bazen zımnen, bazen de alenen şunu demektedir: Bizim dışımızdaki hükümetler bayındırlık hizmetlerini yapabilirler, ancak insana dair hiçbir konuya dokunamazlar, dokundurtmayız. Hatta şunu da diyebilirim; Şu anda Kültür Bakanının CHP kökenli olması böyle bir sembolik yenilginin eseridir.

Böyle olunca, bir iyiliğe ya da kötülüğe sebep olan onu işlemiş gibidir sırrınca, göz önündeki bunca eksiklik ve kusurlar elbette resmî ideolojinin sahibi olan partiden sorulacaktır.

Araştırmaları dünya çapında ses getiren bir üniversitemiz niye yok? Atıflar indekslerinde, özellikle sosyal bilimler alanlarında niçin çok sayıda makale ve araştırmamız yok? Şehirlerimizde, son seksen yıl içinde, turistlerin ilgisini çekecek, fotoğraflarını zevkle alabilecekleri kaç kamu ya da özel binamız var? Her yıl niye Kıbrıs adası kadar bir toprak parçamız erozyon ile yok oluyor? Her tatil gününde trafik kazalarında niye savaş görmüş bir ülkenin kaybettiği kadar can kaybediyoruz?

Çünkü o zihniyet aşkın ne varsa rafa kaldırmıştır. Milletin, tam olarak yaşayamasa bile, kalbinin derinliklerinde küllenmiş bütün değerlerini yıkmaya kalkmıştır. “Allah hakkı” ve “kul hakkı” değerleri atıp laik bir ahlâk inşa edilebileceğini sanmıştır.

Din fıtratın tercümanıdır. Biz birkaç yüz yıldır bu selim fıtratın tercümanı olan dini ideal anlamda yaşamıyorduk. Ama onu inkârın, ona sırtını dönmenin, ona ait ne varsa tarihe gömmeye çalışmanın senaryosunu bu ülkede CHP yazmış ve uygulamıştır.

Malûm parti bugün seksen yedi yaşını tamamladı. Muhasebeler yaş günlerinde yapılır. Yaşanan olumsuzluklara bir de bu gözle baksalar ve bir özeleştiri yapsalar, hem kendi siyasetlerinin, hem de milletin geleceği açısından büyük bir şans olacaktır. Umarım, “ilkelerimizden ödün vermedik, vermeyiz” demeyi sürdürmezler.

Not: Bütün âlem-i İslâm’ın Fıtr Bayramını tebrik eder, hepimiz için hayırlara vesile olmasını Rabbimden dilerim.

MEHMED BOYACIOĞLU

13.09.2010


Berberler niye “dünyevî gazete” alırlar?

Berbere gittiğimizde işin fıtratı gereği bazen beklemek icap eder. Sıranızı beklerken hem sohbet edersiniz, hem de sehpadaki neşriyatı okuyarak vakit geçirirsiniz. Sehpanın üzerine okunacak bir takım neşriyat koymak gayet hikmetli bir tavırdır. İnsan zamanını boşa harcamamış olur.

Geçenlerde berberde sıra beklemek zorunda kalınca yukarıda anlattığım ahvâli tekrar yaşama imkânı buldum. Berbere giderken bayiye uğramış ve Yeni Asya almak istemiştim. Bayide Yeni Asya kalmayınca berberin aldığı gazetelere istemeyerek de olsa göz atmak zorunda kaldım. Mübarek Ramazan Ayı’nda gazetelerin insanları harama teşvik etmesinin devam etmesi, açık saçık görüntüler görmem canımı sıktı ve aldığım gazeteyi yerine koydum. Ne yazık ki ülkemizde şer odaklarının ellerinde oyuncak olan gazeteler, açık saçıklığı marifet saymaktadırlar. Bu durumun Ramazan’da da devam etmesi hem Ramazan’a hürmetsizliktir, hem de bu Müslüman millete saygısızlıktır!

Burada, dikkatimi çeken bir konuya değinmek istiyorum. Berberlerin gazete almaları artık bir alışkanlık hâline gelmiştir. Sehpada 2-3 gazetesi olmayan berber yok gibidir. Ama ne yazık ki, bu gazetelerin birçoğu, dünyevî bir hayat tarzını benimsemiş ve günah-haram hassasiyeti olmayan malûm gazetelerdir. Biz gençleri açık saçıklıkla zehirlemeye çalışan ve milletin değerleriyle örtüşmeyen bu gazeteleri almakta berberler bir beis görmemektedirler. Dünyevî bir hayat tarzı olan berberleri anlayabiliyoruz, ama dindar, namazında abdestinde bildiğimiz berberler de bu gazeteleri almaktan çekinmiyorlar… Şimdiye kadar dindar bildiğim berberlerde bu gazeteleri görmek cidden beni üzmüş ve düşünmeye sevk etmiştir.

Öncelikle ortada tasvip edilmeyen bir yayın tarzı vardır. Bu tarz, zaman zaman İslâmiyet’e saldırılması, zaman zaman başörtüsü yasağının savunulması şeklinde kendini göstermiştir. 17 Ağustos depremine, Kur’ân’dan aldığımız derslerle “İlâhî İkaz” dememizi “Zehir Saçan ifadeler” şeklinde manşete koyanlar vardır… Haberlerinde “tabiatı” icad sahibi olarak ön plana çıkaranlar, İslâmiyet’in yasakladığı “sûretperestlik” marazına açık saçık neşriyatıyla destek olanlar vardır.

Sonuç itibari ile Kur’ân’a uymayan bir hayat tarzını deklare etmektedir bu gazeteler. Bizim yapmamız gereken hareket, bunları uyarmak; en azından bu gazeteleri almamak olmalıdır. Almak onlara bir destek hükmüne geçmektedir. İstanbul’da kayıtlı berber sayısının 12 bin olduğu ifade edilmektedir. Ülkemizin genelinde çok daha fazla olan berber dükkânlarına bu gazetelerin alınması, “dünyevî hayat tarzını deklare eden” neşriyatın desteklenmesi demektir. Bu gazeteler de Müslüman milletten aldıkları destekle yine Müslüman milletimizin kimliğini hiçe sayarlar… Burada, bu gazetelere destek veren berberlerin mesul olduğunu düşünüyorum… Bu gazeteler kaç hayatı karartmış, kaç imanı zayıflatmış ise siz de bu suça ortak oluyorsunuz...

Meselenin diğer bir yönü, “Bir şeye vesile olan onu yapan gibidir” düsturudur. Bu düstura göre, o aldığınız gazeteye bakıp, nefsinin iştihasını kabartanların günahlarına ortaksınız demektir. Aklı bulananların, kalbi kararanların düştükleri çukurda sizin de payınız ve emeğiniz vardır…

Meselenin diğer bir boyutu da, yıllar önce yazarlarımızdan Nimetullah Akay’ın kaleme aldığı bir yazıda verilmiştir. Ne yazık ki dünyevî gazete sahipleri gidip bayilerinden gazete aldıkları halde; dindar insanlar gazetelerini ayaklarına istiyorlar ve gazetelerine sahip çıkmıyorlar…

Dindar insanlar (berberler) niye dünyevî gazete alırlar? Bunu gerçekten merak ediyorum. Rızık endişesi ile mi? Oysa inanan bir insanın bilmesi gereken en başlıca esaslardan biri de “Allah’ın kulunun rızkına kefil olmasıdır.” Siz inandığınız dâvânın, inandığınız değerlerin savunuculuğunu yapan gazeteleri alın… İnşâallah bu yolda kınanmayacaksınız... İnşâallah bu yolda rızkınız azalmayacak…

Bu mesele sadece berber dükkânları ile sınırlı değildir elbette. Günlük bir gazetenin girdiği evlerde veya işyerlerinde bu muhasebeyi yapmalıyız diye düşünüyorum. Öncelikle gittiğimiz berberleri uyarmakla işe başlayabiliriz!

ZÜBEYİR ERGENEKON

[email protected]

13.09.2010


Üniversiteye yeni başlayanlara altı öğüt

İnsan hayatı aynı akan bir su gibidir. Akan bir suyun karşısına, çeşitli yerlerde dağ, vadi, ova gibi geçitler çıktığı gibi, insanın karşısına da çeşitli zamanlarda çeşitli geçitler çıkar. Okula başlama, askere gitme, işe girme, evlenme ve benzeri dönemeçler insan için çok çok önemli birer geçitlerdir.

Evet, üniversite imtihanlarını kazanıp okullarına kayıt yaptıran üniversite öğrencileri, sizin için hayatın akışı değişmiştir. Deyim yerindeyse, dar bir vadiye girdiniz. Su kabarmış bir şekilde akacaktır. Bu akış kiminiz için çok çetin olacak, kiminiz için daha az çetin olacak. Kiminiz gurbette okuyacaksınız, kiminiz ailenizin yanında okuyacaksınız. Hangisi olursa olsun, hayatın akışı hepiniz için daha da coşkunlaşacaktır. Bu coşkunluğun zarara dönüşmemesi için sizlere özellikle öğüt ve destek gerekir.

Şimdi, sizlere, üniversitelerin yeni öğretim yılına başlama döneminde, bu köşede, altı adet öğüt sunacağım. Belki de “altın değerinde öğütler”dir bunlar.

*Arkadaşlarınızı iyi seçin. Menfaatçi ve bencil, zevk ve eğlence düşkünü, fikirsiz ve ufuksuz, kibirli ve ukala insanlardan kesinlikle uzak durun. Arkadaşlarınız dindar, idealist, olgun, tutarlı, hasbi, mert ve vatansever olsun.

*Derslerinize iyi çalışın. Derslerinize bilinçli, zamanında, planlı-programlı çalışın. Sırf ders olduğu için değil, göreviniz ve mesleğiniz olduğu için çalışın. Ders çalışırken kendinizi bir öğretim görevlisi gibi düşünün ve öğrendiklerinizi aktarın. Öğrenilen bilgiler başkalarına aktarıldıkça daha çok akılda kalıcı olur. Bu yönüyle derslerinize çalıştıktan sonra arkadaşlarınızla bilgi alış verişinde bulunun. Öğrendikleriniz daha sağlam bir şekilde zihninize yerleşir.

*Bir yabancı dili mutlaka, iyi yazma ve iyi konuşma seviyesinde öğrenin. İngilizce’yi ya da başka bir yabancı dili iyi yazan ve iyi konuşan dilin tamamına hâkimdir. İngilizce ya da başka yabancı dil mutlaka uygulama ister. Günlük hayatınıza yabancı dili bir nebzecik de olsa yerleştirin. Meselâ sabahları mutfakta gördüğünüz malzemeleri İngilizce karşılıkları itibariyle zihninizde düşün. Başka yerlerde de aynı fikir egzersizini gerçekleştirin.

*Maksadınız bir diplomaya sahip olmak olmasın, iyi bir mesleğe sahip olmak olsun. Bu görüş doğrultusunda, lisans eğitimini tek bir hedef ve tek bir maksat bellemeyin. Asıl hedefin bir meslek kazanma olduğunu fikrinizde sabitleştirin. Lisansın üzerinde de yüksek lisans ve doktoranın mesleğiniz için gerekli olduğunu asal aklınızdan çıkarmayın.

*Yatan aslandan, gezen tilki daha iyidir. Bu atasözü büyük bir hakikati ifade eder. Bu atasözü üniversite öğrencileri açısından şu şekilde değerlendirilmelidir. Öncelikle, araştırıcı olun. Üniversitede ne olup bitiyor? Hocalar ne üzerinde çalışıyor? Bütün bunları göz önünde bulundurarak devamlı gezin ve araştırın. Tek bir yerde ya da hep aynı ortamlarda bulunmayın. Kafe, kantin ve benzeri yerlerde boş muhabbetler yerine, çeşitli araştırma merkezleri ve enstitülerde kendinizi geliştirin.

*Elinizdeki maddî imkânları iyi kullanın. Babanızın ya da ailenizin zorluklarla size gönderdikleri paraları ya da devletin size sundukları kredi ve bursları ölçülü, dengeli ve tasarruflu harcayın. Hayatta en zor durum, “başkasına muhtaç olmaktır.” Başkasına muhtaç olmamak için, tedbiri ve idareyi elden bırakmayın, bir sonraki ayın planını, bütçesini bir önceki ayda ciddî bir şekilde hazırlayın.

Bu öğütlerim, bütün üniversite öğrencileri içindir. Gerçi ben bu öğütleri özellikle bu sene üniversiteye yeni başlayacak oğlum Mehmet için hazırlamıştım. Faydalanmak isteyen bütün üniversite öğrencileri faydalansın istedim. 28 sene önce ben de bu öğütler muhtaçtım. Fakat kimse bana bu öğütleri vermedi. Kendimi o yönden şansız addederim. Çok şükür biz o zor günleri başarıyla geçtik. İnşaallah, bütün üniversite öğrencileri de bu zorluğu başarıyla aşarlar.

Bu yazı vesile ile bütün üniversite öğrencilerine sağlıklı ve başarılı günler diler, hepsinin de kendilerine, ailelerine ve Devlete faydalı birer fert olmalarını Cenâb-ı Hakk’tan niyaz ederim.

Ahmet SANDAL

13.09.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.