19 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Görüş

İMÂN EĞİTİMİ

Çocuklarla ilgili yazdığım birkaç yazıdan sonra, bazı dostlarımız, bu konuda bir çalışma yapmamı tavsiye ettiler. Ben bu konunun uzmanı değilim. Ancak, “Risâle-i Nur’un engin tefekkür hazinelerini çocukların mâsum dünyalarına nasıl taşıyabiliriz? Bunun eğitimi nasıl verilebilir?” sorularına cevap veren, Risâle-i Nur’u çok iyi bilen uzman pedagoglardan oluşan bir heyetin, bu konuda anne-babalara rehberlik yapabilecek, bol örnekli bir çalışmaya ihtiyaç var. Piyasada bulunan bazı iyi niyetli çalışmaların ise zayıf olduğu kanaatindeyim.

Topu taca attıktan sonra diyebilirim ki, iman eğitimi, iman hizmetlerinin içinden gelen her gencin öncelikle iyi bir eş seçmesiyle başlayan bir süreçtir. Dolayısıyla, anne karnında ve doğumdan sonra devam eden bu süreçte, karşılıklı olarak var olan hassasiyetler, belirleyici rol oynarlar.

Teknik olarak ise, her anne-baba biraz pedagog olmak durumundadır. Neyi ne zaman ve nasıl verebileceğimizi çok iyi bilmeliyiz.

Risâle-i Nur’da çocuk, Allah’ın, anne ve babaların gözetim ve terbiyesine emanet ettiği sevimli ve şirin bir varlık olarak tanımlanmıştır. Tertemiz kalbiyle, verilecek her şeyi almaya kabiliyetlidir.1

Çocuğun yaş basamaklarına göre gelişim ve algılama yeteneklerini—gerekirse uzmanlar yardımıyla—keşfetmek durumundayız. “Çocuklar, her yaş döneminde beden, zihin ve duygu olarak farklı özelliklere sahip olurlar. Bu farklılıkları ebeveynler iyi bilmeli, analiz etmeli ve çocuklarının mevcut olgunluk seviyelerini dikkate alarak eğitim vermelidirler.

“Her gelişim döneminde çocuğun ihtiyaçları farklılaşır, kapasiteleri artar, buna bağlı olarak dünyasına giren şeylerin şuur altlarında oluşturduğu temel dinamikler çocuğun fıtratını şekillendirir. Bu noktada önem arz eden konu ise, çocuğa uygun zamanda doğru bilgilerin doğru bir şekilde aktarılabilmesi ve aktarırlarken de çocuğun içinde bulunduğu zihinsel ve duygusal olgunluğun dikkate alınmasıdır.”2

Uzmanlara göre, çocuklarda 0-2 dönemi çok önemlidir. “Yürümeye ve konuşmaya başladığı bu dönemde, çocuk, süt çocukluğundan çıkmış; bir küçük insan olmuştur… Öğrenmenin ve gelişmenin en hızlı devresini yaşar… Sık sık sorular sorar: Bu ne, neden, niçin…”3

Pedagoji uzmanları bu yaşlardaki çocukların duygusal alıcılarının çok kuvvetli olduğunu söylerler.4 Bu yüzden dinî kavramların bu dönemlerde verilmesi çok önemlidir. “Küçücük bir çocuk Allah’ın ne olduğunu tam olarak anlamasa da, yine de pek çok okul öncesi yaşta olan çocuğa Allah’ın bazı sıfatları ve ağaçları, toprağı, güneşi, ayı, yıldızları… yarattığı öğretilebilir.”5 Dolayısıyla bu dönemin çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor.*

Bediüzzaman Said Nursî’nin, kendi hayatından verdiği aşağıdaki anekdot da bu görüşü desteklemektedir:

“Evet, insanın en birinci üstadı ve tesirli muallimi, onun validesidir. Bu münasebetle, ben kendi şahsımda kat’î ve daima hissettiğim bu mânâyı beyan ediyorum:

“Ben bu seksen sene ömrümde, seksen bin zatlardan ders aldığım halde, kasem ediyorum ki, en esaslı ve sarsılmaz ve her vakit bana dersini tazeler gibi, merhum validemden aldığım telkinat ve mânevî derslerdir ki, o dersler fıtratımda, adeta maddî vücudumda çekirdekler hükmünde yerleşmiş. Sair derslerimin o çekirdekler üzerine bina edildiğini aynen görüyorum. Demek, bir yaşımdaki fıtratıma ve ruhuma merhum validemin ders ve telkinâtını, şimdi bu seksen yaşımdaki gördüğüm büyük hakikatler içinde birer çekirdek-i esasiye müşahede ediyorum.”6

Görüldüğü gibi bir yaşında verilen telkinât ve mânevî dersler fıtratta, maddî vücutta ve ruh üzerinde önemli tesirler bırakarak, ondan sonraki gelişim safhaları için çekirdekler hükmüne geçmektedir. Dolayısıyla onları ebedî cehennemden kurtarmanın ilk temellerini de atmış oluruz.

Eğitimle ilgili fıtrî ve ilmî gerçekleri bir tarafa bırakarak, her yaş kademesinde verilmesi gereken eğitimin, sürekli ertelenerek bir başka yaş kademelerine kaydırılması halinde işin daha zorlaşması kaçınılmaz hâle gelir. “Çünkü bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imânî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer.”7

Öncelikle anne ve babalara, Yirmi Dördüncü Lem’a’daki Birinci Nükte’yi iyi okumalarını tavsiye ediyorum. Gördüğüm kadarıyla, bu noktada yapılan yanlışlıklar başka yanlışlara da kapı açmaktadır.

Dipnotlar:

* Bu konuda Ayşe Aydın’ın Bizim Aile dergisindeki adı geçen yazısına, uygulanabilir bazı yöntemler açısından müracaat edilebilir.

1-http://www.risaleinurenstitusu.org/index.asp?Section=Enstitu&Sub Section=EnstituSayfasi&Date=12/23/2005&TextID=1006

2- Psikolojik Danışman Ersin Tokdemir

http://www.mumsema.com/islamda-egitim/50634-cocuguma-allah-i-nasil-anlatabilirim.html

3- Pedagog Ali Çankırılı, Bebeğimi Büyütüyorum, s. 58, Timaş Yayınları, İstanbul, 1995

4- Ayşe Aydın, 0-2 yaş, dinî kavramlar ve Risale-i Nur eğitimi, Bizim Aile Dergisi, Eylül 2010

5- Sılma Buckley, Çocuk Yetiştirmede Pırlanta Tavsiyeler, Zaman,1992, s.75

6- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 462, Yeni Asya Neşriyat, Temmuz, 2008

7- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lahikası, s. 86, Yeni Asya Neşriyat, Şubat, 2008

HASAN BULUT

[email protected]

19.11.2010


Müsbet hareketin zaferi

Zihinleri etkileyerek, vicdanları cezbederek, akılları ve kalpleri ikna ederek, fikir ve düşünce ekseninde elde edilen zaferler; kılıçla, şiddetle, kuvvetle, topla, tüfekle elde edilen başarılardan daha kalıcı, daha devamlı, daha sabit ve daha müstakîmdir.

Tarihte birçok misâl bulmak mümkündür.

Mahatma Gandi hiç kuşkusuz bu sahanın en mühim önderlerinden birisidir. İngiliz işgali altındaki Hindistan’da öyle bir müspet harekete girişmiştir ki, uzun süren bir fikir mücadelesi neticesinde ülkesini bağımsızlığa kavuşturmuştur. Gandi gibi, Mandela, Martin Luther King, Lech Walessa da aynı tarzda hareket eden diğer toplum önderleridir.

Bediüzzaman Hazretleri de tüm hizmet safhasını müspet hareket üzerine binâ etmiş, son asrın ülkemiz ve İslâm coğrafyası içindeki en mühim şahsiyetidir. Kendisine yapılan onca haksızlık ve gayr-i insânî muameleye rağmen ne kendisi, ne de talebeleri müspet iman hizmetinin dışına taşmamış, şiddet ve kuvvet ile mukabele etmemiştir. Daima sabır içinde, her sıkıntıya göğüs gererek, insanları fikren irşad ederek, haksızlık ve zulme karşı itirazlarını müspet hareket çerçevesinde dile getirerek; biiznillah, bütün İslâm âlemine örnek olacak bir iman hizmeti vücuda getirmiştir.

En son dersinde ise, tüm talebelerine aynı yolu tavsiye etmiştir:

“Aziz kardeşlerim,

“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

“Meselâ, kendimi misâl alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hadiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suâllerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

“Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, bedduâ dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

“Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir.” (Emirdağ Lahikası, s. 455)

Üstad Bediüzzaman cumhuriyetin kuruluşu ile Barla’da başlattığı iman ve Kur’ân hizmetinde çok büyük engellerle karşılaşmış. Devrin derin güçleri tarafından sürekli olarak takip edilmiş. Her hareketi müşahede altında tutulmuş. Olmadık zulüm ve haksızlığa maruz kalmış. Bitmeyen bir sürgün hayatı yaşatılmış. Zehirlenmiş, hayatına kastedilmiş. Olmadı, idamdan mahkemelere sevk edilmiş. Nurlar hakkında yüzlerce kez mahkeme açılmış. Bütün bu tazyik ve baskı ve zulüm karşısında bile müsbet harekete prensibinden asla taviz vermemiş Üstad.

İşte bugün her şeye rağmen, her türlü dahilî ve haricî engellere rağmen Risâle-i Nurlar onlarca yayın evi tarafından neşrediliyor. Yüzlerce, binlerce kitapçıdan muhtaç ellere ulaşıyor. Binlerce, milyonlarca insan bu eserleri okuyor; okuduğunu yaşıyor ve çevresine örnek olmaya çalışıyor, imanını kurtarıyor. Onlarca dile çevrilmiş olan Nurlar, dünya ölçeğinde İslâm’a girmeye çalışan insanlara bir nur oluyor, yol gösteriyor.

Bu durum ise yakın bir gelecekte çok aşikâr olarak gözükecek bir zaferin mukaddimesidir, ilk tezahürleridir. Tehditle, korkuyla, zulümle, baskıyla susturulamayan bir sesin en gür sedasıdır. Bu kalplere yerleşen, gönülleri fetheden, vicdanların iç yüzünü aydınlatan, insanlığa doğru yolu gösteren bir Nur’un zaferdir. Bu, “herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle“ mukabele eden, müspet hareket etmeyi bir hayat prensibi hâline getiren Bediüzaman’ın zaferidir.

İşte fecr-i sâdık budur. Kameti uzun, gözü keskin olanlar bu nurun dünya yüzünü aydınlatmaya devam ettiğini zaten öteden beri görüyorlardı. Çok yakın bir zamanda çoklar göz ile müşahede edecek inşâallah. Yeter ki bizler sadakat, sebat ve ihlâsla Nurlara talebe olalım. Hayatımızın birinci gayesini Nurlara hizmet etmek olarak telâkki edelim.

HALİL AKGÜNLER

[email protected]

19.11.2010


BAYRAM YÜKSEL AĞABEY VE ALİ UÇAR

Merhum Bayram Yüksel ağabey ve Ali Uçar kudsî nur hizmeti yolculuğu sırasında bir trafik kazası sonucu birlikte rahmet-i Rahman’a kavuşmuşlardı.

19 Kasım 1997’de, bundan tam on üç yıl önce vefat eden Bayram Yüksel ağabeyi ve Ali Uçar’ı rahmetle anıyoruz.

Üstad Hazretleri Afyon hapsindeyken bir vesile ile hapse düşen Bayram Yüksel Afyon zindanlarında Üstadla tanışma ve ona hizmet şerefine eren nur kahramanlarındadır.

Hazret-i Üstada talebe olan, hapiste Kur’ân’ı öğrenerek Risâle-i Nur’u yazan Bayram Yüksel, Üstaddan aldığı dersle ihlâs, sadakat ve tevazu hasletleriyle öne çıkan bahtiyarlardandır. Hayatı boyunca Nurların hizmetinde Kur’ân hakikatlerini anlatan Risâle-i Nur eserlerinin yazılması, okunması ve yayılması çalışmalarında bulunmuş; Üstad Hazretlerinin yakın hizmetinde bulunurken onun birçok hal ve etvarına yakînen şahit olmuş, bildiği ve gördüğü hakikatleri hatıra defterlerine uzun uzadıya yazıp anlatarak yeni nesillerin istifadesine sunmuştur.

Çok mühim hatıraların sahibi olan Bayram Yüksel ağabeyle, merhum Ali Uçar’la kaldığımız Van medrese-i Nuriyesinde tanışmıştık.

Merhumun naklettiği hatıralar arasında öne çıkan en manidarlarından bazıları şunlardır diye düşünüyorum:

• Hazret-i Üstadın vefat anlarında başucunda bulunmuş bir talebe olarak anlattıkları.

• Siyasî ve içtimaî meselelerde rahmetli Zübeyir ağabeyin şaşmaz ölçüdeki değerlendirmelerine şahit olup onları hatıralarında paylaşması.

• Üstada hizmetteki bağlılığı

Vefatına yakın yıllarda merhum Ali Uçar’la birlikte çıktığı hizmet seyahatleri göz ve gönülleri dolduruyordu.

Ali Uçar Van’a hizmet için geldiğinde dershanede birlikte kalıyorduk.

Çeşitli programlar ve hizmete müteallik faaliyetlerin yanında, Çoravanis köyünde kırk beş günlük bir okuma programının ardından talebe hizmetleri ve dershaneye yönelik ciddî çalışmaları birlikte yaptık. Ve o arada, gazetemiz Yeni Asya’da tam 28 gün tefrika edilen “Van üniversitesi’’ yazı serisini hazırladı.

1978 yılında üniversitenin kuruluş aşamasında gazetemiz adına Üstadın fikirlerini nazara vermeki maksadıyla o yazı serisini kaleme aldı.

Dikkatli ve planlı bir çalışma temposuna sahip olan Ali Uçar ağabey dış ülkelerdeki Nur hizmetinin yanı sıra ülkemizde de son derece aktifti.

Allah ikisine de rahmet eylesin…

MUSTAFA ÖZTÜRKÇÜ

19.11.2010


KURBAN BAYRAMIMIZ

Her yıl milyonlarca kişi aynı zamanda tek bir yerdedir. Hacı olmak topluca yapılan ve en güzel ibadetlerden birisidir. Kâbe her kavimden milyonlarca insanla coşarken, bizim için de Kurban Bayramı sevinci başlar. Zilhicce ayı, sevap sandığını açmış ve herkese tüm cömertliği ile dağıtmaktadır.

Çocukluğumdan beri Uhud dağı beni çok etkiler. Hac haberlerinde Kâbe bizlere gösterilirken; hacıların Uhud’u ziyaret ettikleri bilgisine de yer verilmesi tevafuk oldu. Efendimizin yaralandıktan sonra, yarenleriyle sığındığı mağaradan görüntüler gösterilirken; o mağaranın içinde olanları hayal ettim. Peygamberimiz, Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali birlikteler. Küçücük mağaranın içinde, birisi Peygamberimizin yaralarını temizliyor. Belki hepsi ağlıyorlar, çünkü öyle büyük bir insanın yaralandığını gördüğünde kim ağlamaz ki?

Dışarıda diğer sahabeler onları korurken, Efendimizin içinde anlatılması tarifsiz bir acı var, Hz. Hamza yanlarında değil. Bir yandan yenilgi ve birçok sevdiği kişilerin kaybı, diğer yandan ise amcasının acısını taşıyan ve acısından gözlerinden dökülen yaşlar…

Ebu Süfyan’ın önderliğindeki ordu Efendimizin ordusunu yenerken, burada da bir ders vardır. Ebu Süfyan daha sonra Mekke’nin fethi sırasında Müslümanlıkla şereflenmiş ve çok büyük işler yapmıştır. Burada da herşeyde bir hayrın olduğu hakikati bir defa daha bize gösteriliyor.

Buraları ziyaret eden tüm hacılar, ne güzel ki oraları gördüler ve aynı havayı teneffüs ettiler. Allah herkese nasib eylesin inşaallah… Orada tüm ibadetlerini yerlerine getirdikten sonra inşaallah hacı olarak geri dönecekler.

Bu bayramda et gibi güzel bir nimete hasret olan insanların ocaklarında sıcak et yemekleri pişecek. Fakir ülkelere bağışta bulunan ve her zaman o kişiler tarafından dualarla anılacak olan kişiler de, yıllarca o kişilerin duasında kalacak.

Üstadımız Kurban Bayramı için; “Kurban Bayramı geldi. Allahu ekber, Allahu ekber, Allahu ekber’lerle nev-i beşerin beşten birisine, üç yüz milyon insanlara birden Allahu ekber dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklüğü nisbetinde o Allahu ekber kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arkadaşlarına işittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hacıların Arafat’ta ve iydde beraber birden Allahu ekber demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bin üç yüz sene evvel âl ve sahabeleriyle söylediği ve emrettiği Allahu ekber kelâmının bir nevi aks-i sadâsı olarak, rububiyet-i İlâhiyenin Rabbü’l-Arz ve Rabbü’l-âlemin azamet-i unvanıyla küllî tecellisine karşı geniş ve küllî bir ubûdiyetle bir mukabeledir diye tahayyül ve his ve kanaat ettim” diyor.

Kurban bayramı bizim için çok önemlidir. Tüm büyük kişilerle birlikte yaptığımız ibadetleri, mutlu olan gönülleri ve tüm ailenin bir arada olmasıyla şenlenen kalpleri içinde taşır.

Tüm dünyanın bayramı mübarek olsun. Fakirlerin sevindiği, et bekleyenlerin yüzünün güldüğü, çocukların sevindirildiği, en güzel tatlıların olduğu, bol muhabbetle gönüllerin de doyduğu daha nice bayramlara erişmek niyazıyla.

MERVE İRİYARI

19.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.