11 Aralık 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Allah rahmetini dilediğine tahsis eder. O, pek büyük lütuf ve ihsan sahibidir.

Âl-i İmran Sûresi: 74

11.12.2010


Bu vatan Risâle-i Nur’a muhtaçtır

Size katiyen ve çok emârelerle ve kat’î kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risâle-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak.

Size katiyen ve çok emârelerle ve katî kanaatimle beyan ediyorum ki, gelecek yakın bir zamanda, bu vatan, bu millet ve bu memleketteki hükûmet, âlem-i İslâma ve dünyaya karşı gayet şiddetle Risâle-i Nur gibi eserlere muhtaç olacak; mevcudiyetini, haysiyetini, şerefini, mefâhir-i tarihiyesini onun ibrâzıyla gösterecektir.

Emirdağ Lâhikası, s. 69

***

Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risâle-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adâvet etmek, en dinsizleri de, onun dindârâne, hakperestane düsturlarına taraftar olmak gerektir. Meğer ki, bütün bütün millete, vatana, hâkimiyet-i İslâmiyeye hıyanet ola.

Çünkü bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük tehlikelerden halâs olmak için, beş esas lazım ve zarurîdir.

Birincisi: Merhamet.

İkincisi: Hürmet.

Üçüncüsü: Emniyet.

Dördüncüsü: Haram ve helâlı bilip haramdan çekilmek.

Beşincisi: Serseriliği bırakıp itaat etmelidir.

İşte Risâle-i Nur, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit bu beş esası temin edip, hem âsâyişin temel taşını tesbit ve temin eder. Risâle-i Nur’a ilişenler kat’iyen bilsinler ki, onların ilişmesi, anarşilik hesabına, vatan ve millete ve asâyişe düşmanlıktır.

Kastamonu Lâhikası, s. 345

***

Evet, dinin, şeriatın ve Kur’ân’ın yüzden ziyade tılsımlarını, muammalarını hal ve keşfeden; ve en muannid dinsizleri susturup ilzam eden; ve Miraç ve haşr-i cismanî gibi sırf akıldan çok uzak zannedilen Kur’ân hakikatlerini en mütemerrid ve en muannid filozoflara ve zındıklara karşı güneş gibi ispat eden ve onların bir kısmını imana getiren Risâle-i Nur eczaları, elbette küre-i arz ve küre-i havaiyeyi kendi ile alakadar eder ve bu asrı ve istikbali kendiyle meşgul edecek bir hakikat-i Kur’âniyedir ve ehl-i iman elinde bir elmas kılınçtır.

Emirdağ Lâhikası, s. 94

***

Risâle-i Nur ve hakiki şakirtleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmaya çalışıyorlar.

Emirdağ Lâhikası, s. 20

***

Adliyelerin, değil beni ve onları itham etmek, belki Risâle-i Nur’u ve şakirtlerini himaye etmek en birinci vazifeleridir. Çünkü, onlar bu millet ve vatanın en büyük bir hukukunu muhafaza ettiklerinden, onların karşısında, bu millet ve vatanın hakiki düşmanları Risâle-i Nur’a hücum edip, adliyeyi şaşırtıp, dehşetli bir haksızlığa ve adaletsizliğe sevk ediyorlar.

Emirdağ Lâhikası, s. 21

***

Kur’ân-ı Hakimin sırr-ı hakikatiyle ve i’cazının tılsımıyla, benim ve Risâle-i Nur’un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün idam-ı ebedisinden iman-ı tahkiki ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir.

Emirdağ Lâhikası, s. 27

LÜGATÇE

emare: Delil, işaret.

mefahir-i tarihiye: Tarihe ait övünç duyulacak hususlar.

ibraz: Belirtme, ortaya koyma, gösterme.

hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiye: Siyasî ve sosyal hayat.

anarşi: Terör, hiçbir kural tanımama, düzen bozuculuk.

halâs: Kurtulma, kurtuluş.

eşedd-i ihtiyaç: Şiddetli ihtiyaç.

11.12.2010


İşimize bakalım

Gülerek seyrederiz her olayı;

Çünki: îmân bize vermekte güven.

Rabb’imiz her işi hikmetle yapar.

O’na kul ol; daha hiç korkma, güven!

Hayâtımız sürdüğü müddetçe karşımıza bu gibi hâdiseler çıkacaktır. Asıl olan, bu labirentte yolumuzu kaybetmemektir. Ana caddeyi terk eder ve o çıkmaz yollar veyâ kısa görünüşlü patikalara saparsak vakit, emek ve sermâye zâyiî kaçınılmaz olur. Bizi doğrudan ilgilendirmeyen, alâkadâr olduğumuzda düzeltmek elimizden gelmeyen her vak’a, bizim için çıkmaz bir yoldur. Ne dünyâ, ne âhiret hayâtımıza faydası olmayacak işlerle uğraşmak fuzûlî bir gayrettir; bunun için maddî ve mânevî güç sarfetmek akıl kârı değildir.

Helâl dâiresinde dünyâlık kazanıp nefsimizi, âile efrâdımızı geçindirmek; çevremizdeki muhtaç canlılara yardım etmek öncelikli vazîfemizdir. Dînî mükellefiyet açısından, belli ölçülere ulaşmışsa zekât ve sadaka vermek vecîbesi kadar, dînimizin îcâblarını hakkıyla yerine getirebilmek ve Müslümanları gayrın tahakkümünden kurtarabilmek için maddeten terakkînin de zarûrîyattan olduğunu hâtırdan çıkartmamak lâzımdır. Bu husûs da, herkesin kendi iştigàl sâhasında, elinden gelenin en iyisini yapmasını gerektirir. Bunun için hepimizin kendi işimize bakması şarttır.

Bir insanın, cem’iyet içinde her işi bizzat yapması mümkün değildir. Cenâb-ı Hakk, insanları çeşitli kàbiliyetlerde yaratmıştır. Her biri ayrı bir işe el atmak sûretiyle, halkın elbirliği etmesi netîcesinde yaşamak kolaylaşır. Bütün insanların aynı işi yapdıklarını düşünelim: çeşitli ihtiyâclarımızı karşılamakda ne kadar zorlanırız! Bunlar maddî cihetde iş bölümünü lüzumlu kıldığı gibi, her kısımda yer alanların da işlerinde ihtisâs sâhibi olmalarına müncer olmaktadır.

Yaradılıştan içimize yerleştirilen isti’dâdlara uygun bir kanal bulabilmiş isek, âdetullâha uygun hareket ettiğimizden, başarı ihtimâli çok yüksektir. Mâlûmdur ki, muvaffakiyetin temelinde kâinâtta yürürlükte olan fıtrî kànûnlara uymak ve samîmiyetle hedefine yönelmek yatmaktadır. Hâlık-i Kâinât, bu husûsu insanlara yolladığı nebîler ve o yolda giden velîlerin hâl ve kàl lisânıyla bizlere tâlim etmiştir.

Bakınız: gerek mânevî, gerek maddî alanlarda insanlara rehber ve numûne olan kişiler, hep birer hedefe kilitlenmiş; kendi aslî işleri dışındaki meşgùliyetleri terke muvaffak olmuş şahıslardır. Bâzılarının, kader-i İlâhî tarafından kendilerine verilen özel vazîfe dolayısıyla, birden çok sâhada başarılı olmaları istisnâî bir durumdur.

Sayılı nefeslerimizi mâlâyânî işlerle tüketmek aklın reddedeceği bir hâldir. Dünyâ ve ukbâ dengesini gözeterek lüzûmu kadar maddî işlere harcanacak vakitten arta kalanı mânevîyâtımız için değerlendirmek en akıllıca harekettir. Ne nefsimize, ne âilemize, ne mahalle ve memleketimize yarayacak olmayan işlerle oyalanmayalım. Günü birlik vak’alar, spor, magazin, eğlence, siyâset âlemi, lüzumsuz mâlûmâtla vaktimizi ziyân etmeyelim.

Bâzı insanların yıllarını vererek elde ettikleri mâhâretler, eğer ne kendisine ne gayrıya bir menfaat sağlamıyorsa, bunun neresi mahâretdir? Rekorlar kitabında bir isim kazanmakla hevesimizi belki tatmîn ederiz; ancak, bunun kimseye bir faydası olduğunu duyan var mı? Haydi, âhiret ile ilgili herhangi bir kaygısı olmayan kişiler için, böyle bir meşgalenin kendisine dünyevî bir kemâl kazandırdığını farz edelim… Fakat, yaradılış sırrını bilmekle nasiblenerek şeref ve imtiyâz kazanmak lütfuna eren kimselerin böyle bir tuzağa düştüklerini görmek, insanı cidden incitir.

Dâiremiz içinde bulunup: “Dünyâ ve özellikle memleket siyâsetiyle alâkadâr olmakla pek çok insanın mânevî kurtuluşuna vesîle olmak, az bir kâr mıdır?” diyenlere, Hz. Üstâd Bedîüzzamân cevap veriyor: “Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen bir dalâletle kalblerin bozulması ve îmânın zedelenmesidir. Bunun çâre-i yegânesi nûrdur, nûr göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun, îmânlar kurtulsun. Eğer siyâset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münâfık derecesine iner. Münâfık, kâfirden daha fenâdır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslâh etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır, nifâka inkılâp eder. Hem nûr, hem topuz; ikisini, bu zamanda benim gibi bir âciz yapamaz. Onun için, bütün kuvvetimle nûra sarılmaya mecbûr olduğumdan, siyâset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lâzım geliyor. Amma maddî cihâdın muktezâsı ise, o vazîfe şimdilik bizde değildir. Evet, ehline göre kâfirin veyâ mürtedin tecâvüzâtına sed çekmek için topuz lâzımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nûra kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.”

EKREM KILIÇ

[email protected]

11.12.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.