‡
        
        
          4
        
        
          ·
        
        
          Aziz, Sıddık ve Fedakâr ve Vefakâr Kardeşlerim
        
        
          ve Hizmet-i Kur’âniye ve İmaniyede Kuvvetli ve
        
        
          Kıymetli ve Çalışkan veMuktedirArkadaşlarım!
        
        
          Bu dünyada benim için medar-ı teselli sizlersiniz ve
        
        
          hakkınızda büyük ümitlerimi doğru çıkardınız. Cenab-ı
        
        
          Hak, sizden ebeden razı olsun, âmin.
        
        
          İrsalâtınız ve bilhassa onuncu söz buraya o derece fai-
        
        
          de verdi ki, her bir sahifesine mukabil, elimden gelseydi
        
        
          büyük bir hediye verirdim. Çoktan beri göremediğim için,
        
        
          ben hangisini okursam, “en birinci budur” derdim; öte-
        
        
          kine bakardım, “Bu birincidir.” daha öbürüsüne baktık-
        
        
          ça, hayret ederek kat’î kanaatim geldi ki,
        
        
          Risaletü’n-Nur
        
        
          ’-
        
        
          un kitapları birbirine tercih edilmez. Her birinin, kendi
        
        
          makamında riyaseti var ve bu zamanı tenvir eden bir
        
        
          mu’cize-i maneviye-i kur’âniyedir.
        
        
          evet, bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mür-
        
        
          şidi olan
        
        
          Risaletü’n-Nur
        
        
          hey’et-i mecmuası, sair şahsî bü-
        
        
          yük mürşitler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiyeye
        
        
          münasip olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-ı ima-
        
        
          niyenin izharında, intişarında azîm kerametleri olduğu
        
        
          gibi; üç keramet-i zahiresi bulunan
        
        
          Mu’cizat-ı Ahmediye
        
        
          ,
        
        
          onuncu söz ve Yirmi dokuzuncu söz ve
        
        
          Ayetü’l-Kübra
        
        
          gibi çok risaleleri dahi her biri kendine mahsus keramet-
        
        
          leri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar bana kati bir
        
        
          kanaat vermiş. Hatta sekeratta bulunan talebelerine
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 25 |
          
        
        
          söz, fikir.
        
        
          
            keramet-i zahire:
          
        
        
          apaçık kera-
        
        
          met, görünen keramet.
        
        
          
            mahsus:
          
        
        
          bir şeye veya kişiye has
        
        
          olan.
        
        
          
            makam:
          
        
        
          yer, mevki.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            medar-ı teselli:
          
        
        
          ferahlık sebebi,
        
        
          teselli kaynağı.
        
        
          
            mu’cize-i maneviye-i Kur’âniye:
          
        
        
          Kur’ân’ın manevî bir mu’cizesi.
        
        
          
            mukabil:
          
        
        
          karşılık.
        
        
          
            muktedir:
          
        
        
          iktidarlı, gücü yeten.
        
        
          
            muvafık:
          
        
        
          uygun, münasip.
        
        
          
            münasip:
          
        
        
          uygun.
        
        
          
            mürşit:
          
        
        
          irşat eden, doğru yolu
        
        
          gösteren, rehber, kılavuz.
        
        
          
            nevi:
          
        
        
          çeşit, tür.
        
        
          
            razı:
          
        
        
          rıza gösteren, hoşnut olan.
        
        
          
            Risaletü’n-nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin eserleri-
        
        
          nin adı.
        
        
          
            riyaset:
          
        
        
          reislik, başkanlık.
        
        
          
            sahife:
          
        
        
          sayfa.
        
        
          
            sair:
          
        
        
          diğer, başka, öteki.
        
        
          
            sekerat:
          
        
        
          ölmek üzere olan bir
        
        
          canlının kendinden geçmesi.
        
        
          
            sıddık:
          
        
        
          çok doğru, dürüst, hakkı
        
        
          ve hakikati tereddütsüz kabulle-
        
        
          nen.
        
        
          
            şahsî:
          
        
        
          şahsa, kişiye ait, hususî.
        
        
          
            talebe:
          
        
        
          öğrenci.
        
        
          
            tenvir:
          
        
        
          nurlandırma, aydınlatma,
        
        
          ışıklandırma.
        
        
          
            vakıa:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            vefakâr:
          
        
        
          vefalı, vefa gösteren.
        
        
          
            âmin:
          
        
        
          Yâ Rabbi! Öyle olsun,
        
        
          kabul eyle!” anlamında dua-
        
        
          nın sonunda söylenir.
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            azîm:
          
        
        
          büyük.
        
        
          
            aziz:
          
        
        
          izzetli, muhterem, say-
        
        
          gın.
        
        
          
            bilhassa:
          
        
        
          özellikle.
        
        
          
            ebeden:
          
        
        
          ebedî ve daimî ola-
        
        
          rak.
        
        
          
            ehemmiyetli:
          
        
        
          önemli.
        
        
          
            emare:
          
        
        
          alâmet, belirti, nişan.
        
        
          
            faide:
          
        
        
          fayda, yarar.
        
        
          
            fedakâr:
          
        
        
          kendini veya şahsî
        
        
          menfaatlerini hiçe sayan, fe-
        
        
          da eden.
        
        
          
            hakaik-ı imaniye:
          
        
        
          imana ait
        
        
          hakikatler, imanî gerçekler.
        
        
          
            hakikat-i ilmiye:
          
        
        
          ilmin aslı,
        
        
          mahiyeti.
        
        
          
            hey’et-i mecmua:
          
        
        
          bir şeyin
        
        
          teferruatına ve cüzlerine ba-
        
        
          kılmaksızın bütününün gös-
        
        
          terdiği hâl ve manzara.
        
        
          
            hizmet-i imaniye:
          
        
        
          iman ve
        
        
          Kur’ân hakikatlerinin ikna
        
        
          edici ve ilmî delillerle anlaşıl-
        
        
          masına hizmet etme.
        
        
          
            hizmet-i Kur’âniye:
          
        
        
          Kur’ân
        
        
          hizmeti.
        
        
          
            ilmî:
          
        
        
          ilim ile ilgili, ilme dair.
        
        
          
            intişar:
          
        
        
          yayılma, yaygınlaş-
        
        
          ma, neşrolunma.
        
        
          
            irsalât:
          
        
        
          yollananlar, gönderi-
        
        
          len şeyler.
        
        
          
            izhar:
          
        
        
          ortaya koyma, açığa çı-
        
        
          karma, gösterme.
        
        
          
            kanaat:
          
        
        
          inanma, görüş, fikir.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve te-
        
        
          reddüde mahal bırakmayan.
        
        
          
            keramet:
          
        
        
          ermi?çesine yapılan
        
        
          iş, hareket veya söylenen