‡
        
        
          110
        
        
          ·
        
        
          Aziz, Sıddık, Halis, Muhlis Kardeşlerim ve
        
        
          Hizmet-i Kur’âniyede Ciddî, Hakikî Arkadaş-
        
        
          larım!
        
        
          Bu yakında hem Isparta’da, hem bu havalide
        
        
          Risale-i
        
        
          Nur
        
        
          ’un İhlâs lem’aları intişara başladığı münasebetiyle
        
        
          ve bir-iki küçük hâdise cihetiyle şiddetli bir ihtar kalbe
        
        
          geldi. riyaya dair üç nokta yazılacak.
        
        
          •
        
        
          Birincisi:
        
        
          Farz ve vaciplerde ve şeair-i İslâmiyede ve
        
        
          sünnet-i seniyenin ittibaında ve haramların terkinde riya
        
        
          giremez, izharı riya olamaz. Meğer, gayet zaaf-ı imanla
        
        
          beraber, fıtraten riyakâr ola. Belki, şeair-i İslâmiyeye te-
        
        
          mas eden ibadetlerin izharları, ihfasından çok derece da-
        
        
          ha sevaplı olduğunu, Hüccetü’l-İslâm İmam-ı gazalî
        
        
          (
        
        
          rA
        
        
          )
        
        
          gibi zatlar beyan ediyorlar.
        
        
          Sair nevafilin ihfası çok se-
        
        
          vaplı olduğu hâlde, şeaire temas eden, hususan böyle
        
        
          bid’alar zamanında ittiba-ı sünnetin şerafetini gösteren
        
        
          ve böyle büyük kebair içinde haramların terkindeki tak-
        
        
          vayı izhar etmek, değil riya, belki ihfasından pek  çok de-
        
        
          rece daha sevaplı ve halistir.
        
        
          •
        
        
          
            İkinci Nokta:
          
        
        
          Riyaya insanları sevk eden esbabın, bi-
        
        
          rincisi zaaf-ı imandır.
        
        
          Allah’ı düşünmeyen, esbaba peres-
        
        
          tiş eder, halklara hodfüruşlukla riyakârâne vaziyet alır.
        
        
          risale-i nur Şakirtleri,
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’dan aldıkları kuv-
        
        
          vetli iman-ı tahkikî dersiyle, esbaba ve nâsa, ubudiyet
        
        
          noktasında bir kıymet, bir ehemmiyet vermiyor ki, ubu-
        
        
          diyetlerinde onlara gösterişle riya etsinler.
        
        
          
            aziz:
          
        
        
          izzetli, muhterem, saygın.
        
        
          
            beyan:
          
        
        
          bildirme, açıklama, söyle-
        
        
          me.
        
        
          
            bid’a:
          
        
        
          dinin aslına uymayan adet
        
        
          ve uygulamalar.
        
        
          
            ciddî:
          
        
        
          gerçek olarak, hakikaten.
        
        
          
            cihet:
          
        
        
          yön.
        
        
          
            dair:
          
        
        
          alakalı, ilgili.
        
        
          
            ehemmiyet:
          
        
        
          önem, değer, kıy-
        
        
          met.
        
        
          
            esbap:
          
        
        
          sebepler, vasıtalar.
        
        
          
            farz:
          
        
        
          kesin yapılması gerekli olan;
        
        
          İslâmiyette kesin olarak yapılma-
        
        
          sı gereken emir.
        
        
          
            fıtraten:
          
        
        
          fıtrî olarak, yaratılıştan,
        
        
          yaratılış itibariyle.
        
        
          
            gayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            hâdise:
          
        
        
          olay.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            halis:
          
        
        
          samimî, her amelini yalnız
        
        
          Allah rızası için işleyen.
        
        
          
            haram:
          
        
        
          İslâmiyetçe yasaklanan
        
        
          işler.
        
        
          
            havali:
          
        
        
          bölge, etraf, çevre, civar.
        
        
          
            hizmet-i Kur’âniye:
          
        
        
          Kur’an hiz-
        
        
          meti.
        
        
          
            hodfüruş:
          
        
        
          kendini beğendirmeye
        
        
          çalışan, övünen.
        
        
          
            hususan:
          
        
        
          bilhassa, özellikle.
        
        
          
            hüccetü’l-islâm:
          
        
        
          İslam’ın delili,
        
        
          hücceti, İmam-ı Gazâlî’nin lakâbı.
        
        
          
            ihfa:
          
        
        
          saklama, gizleme.
        
        
          
            ihtar:
          
        
        
          hatırlatma, uyarı.
        
        
          
            iman-ı tahkikî:
          
        
        
          tahkikî iman,
        
        
          imana dair bütün meseleleri in-
        
        
          celeyip delil ve bürhan ile inan-
        
        
          ma.
        
        
          
            intişar:
          
        
        
          yayılma, yaygınlaşma,
        
        
          neşrolunma.
        
        
          
            ittiba:
          
        
        
          tabi olma, uyma, itaat et-
        
        
          me.
        
        
          
            ittiba-ı sünnet:
          
        
        
          Peygamberimiz
        
        
          (a.s.m) sünnetine uyma.
        
        
          
            izhar:
          
        
        
          gösterme, açığa vurma.
        
        
          
            kebair:
          
        
        
          büyük günahlar, cezası
        
        
          büyük olan günahlar.
        
        
          
            kıymet:
          
        
        
          değer.
        
        
          
            muhlis:
          
        
        
          ihlaslı, samimî; bir işi hiç
        
        
          bir karşılık beklemeden sırf Allah
        
        
          rızası için yapan.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          ilgi, ilişki, bağ.
        
        
          
            nâs:
          
        
        
          insanlar.
        
        
          
            nevafil:
          
        
        
          nafileler, farz ve vacip
        
        
          olan ibadetlerin dışında kalan
        
        
          ibadetler.
        
        
          
            nokta:
          
        
        
          konu ile ilgili bölüm.
        
        
          
            perestiş:
          
        
        
          tapma, aşırı derece-
        
        
          de sevme, meftunluk.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            riya:
          
        
        
          iki yüzlülük, yalandan
        
        
          gösteriş, samimiyetsizlik.
        
        
          
            riyakâr:
          
        
        
          riya eden, iki yüzlü,
        
        
          sahtekâr.
        
        
          
            riyakârâne:
          
        
        
          riyakarca, iki
        
        
          yüzlülükle.
        
        
          
            sair:
          
        
        
          diğer, başka, öteki.
        
        
          
            sevk:
          
        
        
          yöneltme.
        
        
          
            sıddık:
          
        
        
          çok doğru, dürüst,
        
        
          hakkı ve hakikati tereddütsüz
        
        
          kabullenen.
        
        
          
            sünnet-i seniye:
          
        
        
          Hz. Muham-
        
        
          med’in (asm) yüce sünneti;
        
        
          yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
        
        
          vipleri.
        
        
          
            Şakirt:
          
        
        
          talebe, öğrenci.
        
        
          
            şeair:
          
        
        
          dinin alâmetleri, işaret-
        
        
          leri.
        
        
          
            şeair-i islâmiye:
          
        
        
          İslâma ait
        
        
          işaretler, İslâma sembol ol-
        
        
          muş iş ve ibadetler.
        
        
          
            şerafet:
          
        
        
          şereflilik, şerefli ol-
        
        
          ma.
        
        
          
            takva:
          
        
        
          Allah korkusuyla dinin
        
        
          yasak ettiği şeylerden kaçın-
        
        
          ma, Allah’ın emirlerini tutup
        
        
          azabından korunma.
        
        
          
            ubudiyet:
          
        
        
          kulluk.
        
        
          
            vacip:
          
        
        
          dinî bakımdan yapıl-
        
        
          ması şart olan, kesinlik bakı-
        
        
          mından farzdan sonra gelen.
        
        
          
            vaziyet:
          
        
        
          durum.
        
        
          
            zaaf-ı iman:
          
        
        
          iman zayıflığı.
        
        
          
            zat:
          
        
        
          kişi, şahıs.
        
        
          
            | 260 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası