Şu âlem halka-i zikri içinde okuyor aşrı, şu kur’ân maş-
        
        
          rık-ı nuru. Bütün zîruh eder fikri ki:
        
        
          
            (1)
          
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          Bu Furkan-ı Celîlüşşan, o tevhide natık bürhan; bütün
        
        
          âyât sadık lisan, şuaatı bârika-i iman. Beraber der ki:
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          kulağı ger yapıştırsan şu Furkan’ın sinesine, derinden tâ
        
        
          derine sarihan işitirsin; semavî bir sedâ der ki:
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          o sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek
        
        
          samimi; hem nihayet munis ve muknî ve bürhanla
        
        
          mücehhezdir. Mükerrer der ki:
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          Şu bürhan-ı münevverde, cihat-ı sittesi şeffaf ki, üstünde
        
        
          münakkaştır müzehher sikke-i i’câz içinde parlayan
        
        
          nur-i hidâyet der ki:
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          evet, altında nesç olmuş mühefhef mantık ve bürhan,
        
        
          sağında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “sa-
        
        
          dakte” der; ki,
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          Yemîn olan şimalinde, eder vicdanı istişhat. emâmında
        
        
          hüsn-i hayırdır, hedefinde saadettir. onun miftahıdır
        
        
          her dem ki,
        
        
          n
        
        
          ƒo
        
        
          g s
        
        
          ’p
        
        
          G n
        
        
          ¬'
        
        
          dp
        
        
          G B
        
        
          n
        
        
          ’
        
        
          
            K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası
          
        
        
          
            | 251 |
          
        
        
          
            istintak:
          
        
        
          söyletme.
        
        
          
            istişhat:
          
        
        
          şahit gösterme, birisinin
        
        
          şahitliğini isteme.
        
        
          
            lisan:
          
        
        
          dil.
        
        
          
            maşrık-ı nur:
          
        
        
          nurun kaynağı, nu-
        
        
          run doğduğu, geldiği yer.
        
        
          
            miftah:
          
        
        
          açan alet, anahtar.
        
        
          
            mukni:
          
        
        
          ikna eden, inandıran,
        
        
          inandırıcı, kandıran.
        
        
          
            munis:
          
        
        
          alışılmış, alışılan, alışık,
        
        
          ünsiyetli.
        
        
          
            mücehhez:
          
        
        
          techiz edilmiş, cihaz-
        
        
          landırılmış, donatılmış.
        
        
          
            mühefhef:
          
        
        
          zarif, ince, nazik, na-
        
        
          rin.
        
        
          
            mükerrer:
          
        
        
          tekrarlanmış, tekrar
        
        
          olunmuş.
        
        
          
            münakkaş:
          
        
        
          nakışlı, süslemeli.
        
        
          
            mürefref:
          
        
        
          sürü sürü, grup grup.
        
        
          
            müzehher:
          
        
        
          çiçeklenmiş, çiçekler-
        
        
          le donanmış, çiçek açmış, çiçekli.
        
        
          
            natık:
          
        
        
          konuşan, söyleyen; bildi-
        
        
          ren, beyan eden.
        
        
          
            nesç:
          
        
        
          örme, dokuma.
        
        
          
            nihayet:
          
        
        
          son derece.
        
        
          
            nur-i hidayet:
          
        
        
          hidayet nuru.
        
        
          
            saadet:
          
        
        
          mutluluk.
        
        
          
            seda:
          
        
        
          ses.
        
        
          
            sadakte:
          
        
        
          doğru söyledin, sadık-
        
        
          sın. manasında karşıdaki kişiye
        
        
          söylenen söz.
        
        
          
            sadık:
          
        
        
          doğru, gerçek, hakikî olan.
        
        
          
            sarihan:
          
        
        
          açıkça, açık olarak.
        
        
          
            semavî:
          
        
        
          Allah tarafından olan, İlâ-
        
        
          hî.
        
        
          
            sikke-i i’caz:
          
        
        
          mu’cizelik işareti,
        
        
          sikkesi, damgası.
        
        
          
            sine:
          
        
        
          göğüs.
        
        
          
            şeffaf:
          
        
        
          saydam.
        
        
          
            şimal:
          
        
        
          kuzeyde yer alan bölgeler.
        
        
          
            şuaat:
          
        
        
          şualar, ışınlar, parıltılar.
        
        
          
            tevhid:
          
        
        
          Allah’ın bir olduğuna
        
        
          inanma, birleme.
        
        
          
            ulvî:
          
        
        
          yüksek, yüce.
        
        
          
            vicdan:
          
        
        
          insanın içindeki, iyiyi kö-
        
        
          tüden ayırabilen, iyilik etmekten
        
        
          lezzet duyan ve kötülükten elem
        
        
          alan manevî his.
        
        
          
            yemîn:
          
        
        
          sağ, sağ taraf.
        
        
          
            zîruh:
          
        
        
          ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
        
        
          yattar.
        
        
          
            âlem:
          
        
        
          dünya, cihan; bütün
        
        
          yaratılmışlar.
        
        
          
            aşir:
          
        
        
          Kur’ân-ı Kerîm’den bir
        
        
          vesileyle okunan on ayet
        
        
          miktarı kısım.
        
        
          
            ayat:
          
        
        
          Kur’ân ayetleri.
        
        
          
            barika-i iman:
          
        
        
          iman parıltısı,
        
        
          iman ışığı.
        
        
          
            bürhan:
          
        
        
          delil, ispat, hüccet.
        
        
          
            bürhan-ı münevver:
          
        
        
          nurlu
        
        
          ve parlak delil.
        
        
          
            ciddî:
          
        
        
          gerçek olarak, hakika-
        
        
          ten.
        
        
          
            cihât-ı sitte:
          
        
        
          altı cihet, altı ta-
        
        
          raf. (sağ-sol, ön-arka ve alt-
        
        
          üst.).
        
        
          
            dem:
          
        
        
          an, vakit, zaman.
        
        
          
            emâm:
          
        
        
          bir şeyin ön tarafı.
        
        
          
            ezhan:
          
        
        
          zihinler.
        
        
          
            Furkan:
          
        
        
          hak ile bâtılı birbirin-
        
        
          den
        
        
          ayıran
        
        
          anlamında
        
        
          Kur’ân’ın bir ismi.
        
        
          
            Furkan-ı Celîlüşşan:
          
        
        
          hakkı
        
        
          bâtıldan ayıran şanı yüce
        
        
          olan Kur’ân.
        
        
          
            gayeten:
          
        
        
          son derece, çok faz-
        
        
          la olarak.
        
        
          
            ger:
          
        
        
          eğer.
        
        
          
            hakikî:
          
        
        
          gerçek.
        
        
          
            halka-i zikir:
          
        
        
          zikir halkası, zi-
        
        
          kir esnasında daire şeklinde
        
        
          oturma.
        
        
          
            hüsn-i hayır:
          
        
        
          hayrın güzelliği.
        
        
          
            1.
          
        
        
          Ondan başka ilâh yoktur. (Kasas Suresi: 88.)