evet, bu asırda mana-i işarî tabakasından tam bu aye-
        
        
          tin kudsî mefhumuna bir fert
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          olduğuna kim
        
        
          insaf ile baksa tasdik edecek.
        
        
          Madem
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          bir ferdi olduğuna manevî müna-
        
        
          sebet kavidir. Madem bu ayetin makam-ı cifrîsi bin üç yüz
        
        
          altmış altıdır, eğer meddeler ve okunmayan hemzeler sa-
        
        
          yılmazsa altmış ikidir. Ve madem
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          kur’ân-ı
        
        
          Mübin’in nurunu ve hidayetini neşreden bir kitab-ı mü-
        
        
          bindir. Ve madem zahiren ondan daha ileri o vazifeyi ağır
        
        
          şerait altında yapanları görmüyoruz. Ve madem ayetler
        
        
          sair kelâmlar gibi cüz’î bir manaya münhasır olamaz. Ve
        
        
          madem delâlet-i zımnî ve işarî ile, kaideten mefhum-i ke-
        
        
          lâmda dahil oluyor. Ve madem necmeddin-i kübra ve
        
        
          Muhyiddin-i Arabî
        
        
          (
        
        
          rA
        
        
          )
        
        
          gibi pek  çok ehl-i velâyet, mana-i
        
        
          zahirîden başka bâtınî ve işarî manalarla ekser âyâtı tef-
        
        
          sir etmişler; hatta tefsirlerinde “Mûsa (
        
        
          As
        
        
          ) ve Firavun’dan
        
        
          murat, kalp ve nefistir” dedikleri hâlde, ümmet onlara iliş-
        
        
          memiş, büyük ulemadan çokları onları tasdik etmişler.
        
        
          elbette ayetin delâlet-i zımniye ile
        
        
          Risale-i Nur
        
        
          ’a kuvvetli
        
        
          karinelerle işareti kat’îdir; şüphe edilmemek gerektir.
        
        
          Tahlil
        
        
          r
        
        
          ºo
        
        
          c n
        
        
          ABÉn
        
        
          L r
        
        
          ón
        
        
          b
        
        
          yüz altmış dokuz,
        
        
          *G n
        
        
          øp
        
        
          e
        
        
          yüz elli yedi,
        
        
          l
        
        
          Qƒo
        
        
          f
        
        
          ten-
        
        
          vinle beraber üç yüz altı,
        
        
          l
        
        
          Ú/
        
        
          Ño
        
        
          e l
        
        
          ÜÉn
        
        
          à`p
        
        
          cn
        
        
          h
        
        
          tenvinlerle beraber
        
        
          altı yüz otuz bir,
        
        
          *G p
        
        
          ¬p
        
        
          H …/
        
        
          ór
        
        
          ¡n
        
        
          j
        
        
          yüz üç, yekûnu bin üç yüz
        
        
          
            asır:
          
        
        
          yüzyıl.
        
        
          
            ayet:
          
        
        
          Kur’an’ın her bir cümlesi.
        
        
          
            batınî:
          
        
        
          içe ait, dahilî, görünme-
        
        
          yen, gizli.
        
        
          
            cüz’î:
          
        
        
          az, parçaya ait olan.
        
        
          
            dahil:
          
        
        
          girme, içinde olma.
        
        
          
            delâlet-i işarî:
          
        
        
          .
        
        
          
            delâlet-i zımnî:
          
        
        
          gizli, remizli işa-
        
        
          ret.
        
        
          
            delâlet-i zımniye:
          
        
        
          gizli, remizli
        
        
          işaret.
        
        
          
            ehl-i velâyet:
          
        
        
          velî olanlar; eren-
        
        
          ler, Allah’ın dostluğunu kazanan-
        
        
          lar, velîlik sıfatını taşıyanlar.
        
        
          
            ekser:
          
        
        
          pek çok.
        
        
          
            fert:
          
        
        
          tek olan, birey.
        
        
          
            Firavun:
          
        
        
          Allahlık iddiasında bu-
        
        
          lunduğu için Hz. Musa’nın (a.s.)
        
        
          mücadele ettiği Mısır hükümdarı.
        
        
          
            hemze:
          
        
        
          elif yerine kullanılan işa-
        
        
          ret, elif, vav, ye ve he üzerine ko-
        
        
          nulan kısa okutma işareti.
        
        
          
            hidayet:
          
        
        
          doğru olan, hak olan:.
        
        
          
            işarî:
          
        
        
          bir kelimenin açık manasına
        
        
          bağlı olarak ikinci ve üçüncü de-
        
        
          recede işaret yolu ile yapılan
        
        
          açıklama.
        
        
          
            kaideten:
          
        
        
          kaide ve hükümlere
        
        
          göre, kurala uygun olarak, kaide-
        
        
          ye göre, kaide gereğince.
        
        
          
            karine:
          
        
        
          işaret, ipucu, iz, delil.
        
        
          
            kat’î:
          
        
        
          kesin, şüpheye ve tereddü-
        
        
          de mahal bırakmayan.
        
        
          
            kavi:
          
        
        
          kuvvetli, güçlü.
        
        
          
            kelâm:
          
        
        
          söz, lafız.
        
        
          
            Kitab-ı mübin:
          
        
        
          iyiyi ve kötüyü,
        
        
          güzel ve çirkini, hayrı ve şerri,
        
        
          doğru yolu bildiren kitap.
        
        
          
            kudsî:
          
        
        
          mukaddes, yüce.
        
        
          
            Kur’ân-ı mübin:
          
        
        
          hak ve hakikati
        
        
          açıklayan Kur’ân.
        
        
          
            madem:
          
        
        
          ...den dolayı, böyle ise.
        
        
          
            makam-ı cifrî:
          
        
        
          cifre ait makam,
        
        
          cifir hesabına göre ulaşılan neti-
        
        
          ce, sayı değeri.
        
        
          
            mana-i işarî:
          
        
        
          yazı ve işaretlerle
        
        
          ifade edilen mana.
        
        
          
            mana-i zahirî:
          
        
        
          zahire ait mana,
        
        
          açık mana, görünen mana.
        
        
          
            manevî:
          
        
        
          manaya ait, maddî ol-
        
        
          mayan.
        
        
          
            medde:
          
        
        
          med işareti, Kur’ân-ı Ke-
        
        
          rîm’de üzerine konduğu elifi uza-
        
        
          tarak okutan işaret.
        
        
          
            mefhum:
          
        
        
          bir sözün ifade etti-
        
        
          ği mana.
        
        
          
            mefhum-ı kelâm:
          
        
        
          kelimenin
        
        
          ifade ettiği mana, sözün ma-
        
        
          nası.
        
        
          
            murat:
          
        
        
          maksat, meram.
        
        
          
            münasebet:
          
        
        
          ilgi, ilişki, bağ.
        
        
          
            münhasır:
          
        
        
          sınırlanmış, sınırlı.
        
        
          
            nefis:
          
        
        
          kötü vasıfları kendisin-
        
        
          de toplayan hayırlı işlerden
        
        
          alıkoyan güç.
        
        
          
            neşir:
          
        
        
          herkese duyurma, yay-
        
        
          ma, tamim.
        
        
          
            nur:
          
        
        
          aydınlık, parıltı, ışık.
        
        
          
            Risale-i nur:
          
        
        
          Nur Risalesi, Be-
        
        
          diüzzaman Said Nursî’nin
        
        
          eserlerinin adı.
        
        
          
            sâir:
          
        
        
          diğer, başka, öteki.
        
        
          
            şerait:
          
        
        
          şartlar.
        
        
          
            tabaka:
          
        
        
          derece, kat.
        
        
          
            tahlil:
          
        
        
          çeşitli yönlerden ve
        
        
          maddelerden oluşan bir şeyi
        
        
          çözümleme.
        
        
          
            tasdik:
          
        
        
          doğrulama, onayla-
        
        
          ma.
        
        
          
            tefsir:
          
        
        
          Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
        
        
          mak maksadıyla yazılan ki-
        
        
          tap.
        
        
          
            tenvin:
          
        
        
          Arapça bir kelimenin
        
        
          sonunu nun gibi okutmak
        
        
          üzere konulan işaret; kelime-
        
        
          nin sonuna iki üstün (en), iki
        
        
          esre.
        
        
          
            ulema:
          
        
        
          âlimler, bilginler, ilim
        
        
          sahipleri.
        
        
          
            ümmet:
          
        
        
          Müslümanların ta-
        
        
          mamı; bütün Müslümanlar.
        
        
          
            vazife:
          
        
        
          görev.
        
        
          
            yekûn:
          
        
        
          toplam.
        
        
          
            zahiren:
          
        
        
          görünüşte.
        
        
          
            zımnî:
          
        
        
          üstü kapalı, dolayısıyla
        
        
          anlatılan.
        
        
          
            | 266 | K
          
        
        
          
            astamonu
          
        
        
          
            L
          
        
        
          
            âhiKası